Fark eder!

Dört yılda bir gidip sandığa oy atmakla düzenler ve rejimler değişmiyor. Temsilci seçmek, vekil tayin etmektir. Bunu, seçmenin temsilci/vekile tüm kararlar için toptan yetki devri olarak göstermek ise, uyuşturucu niyetine “miili irade” aldatmacasıdır. Temsili sistemde, yasama etkinliği sırasında vekilin kendisini seçenin iradesine bağlılığını, karar sürecine katılmasını güvence altına alacak hiçbir düzenek yoktur.

Bu saptamanın bizi, bugün ilgilendiren yönü şu: Seçim, kimin, kimlerin vekil seçildiğinden bir ölçüde bağımsız olarak, toplumsal oluşumlardaki laboratuar eksikliğini gideren “deney” ya da “yoklama” değerindedir. Böyle olduğu için, “yüzde 60’ın iradesine saygı gösterin” iletisinin muhatabı yalnızca 3 muhalefet partisi değil, bütün toplumdur. Bu ileti, toplumu, çoğunluğun eğilimi doğrultusunda mücadeleye çağırmaktadır. AKP’siz bir geçici hükümetin güncelliği, 3 partiye duyulan peşin bir güvenden değil, bu partiler üzerinde kurulacak toplumsal basınca güvenden, bu basıncın bu partilere de hissettireceği siyasal yaptırım gücünden gelmektedir.

***

Dünya ve Türkiye çok çetin ve belirgin özelliği “kaos” olan bir dönemden geçiyor.

13 yılın sonunda Türkiye, dünyanın ekonomik açıdan yıkıcı bir krize en açık ülkelerinden biri haline geldi. Ortadoğu’da, yanı başımızda ateş topu gibi bize doğru gelen, ilan edilmemiş bir dünya savaşı var. Gericiliğini ve gücünü yalnız dinci mezhepçiliğinden değil, küresel sermayenin neo-liberal programlarından alan AKP, 13 yılda tek parti/ tek adam diktatörlüğüne dayanan bir rejim oluşturdu. Bu düzeni yerleştirme, oturtma, kurumsallaşma aşamasında en önemlisi 2013 Gezi/Haziran direnişi, ikincisi 2015 Haziran seçimleri olmak üzere iki önemli toplumsal itirazla karşılaştı. 13 yılın sonunda, Türkiye’nin ama artık aynı zamanda Ortadoğu’nun en kritik sorunlarından biri olan Kürt sorununda AKP siyasetleri bir açmaza dayandı vb.

Şimdi AKP’yi dışarıda tutarak sorulacak soru şudur: 7 Haziran seçim sonuçlarının yarattığı yeni parlamentodan, burada bir paragrafa sığdırmaya çalıştığım derin uluslararası, tarihsel ve toplumsal sorunları halk çoğunluğu lehine hafifletecek, düzen içi restorasyon programı uygulayacak uzun erimli bir hükümet çıkar mı? Bu sorunun yanıtı açıktır: Çıkmaz!

Öyleyse, “ne halleri varsa görsünler”, “birinci sorunun yanıtı olumsuz olduğuna göre bizim için fark etmez” mi diyeceğiz?
Diyemeyiz. Fark eder!

***

7 Haziran’a verilecek en iyi yanıt, bir geçiş programıyla kurulacak, süresi bu programla sınırlı bir erken seçim hükümeti için mücadele etmektir.
Çinlilerin, “geçiş” dönemlerinin sıkıntılarına tepkinin bir anlatımı olarak “geçiş dönemlerinde yaşayasın!” ı bir beddua olarak kullanmaya başladıkları söylenir.
Geçiş dönemlerini yaşamak da, sürecin aktörü olacak öznelerin işi de gerecekten zordur. Böyle durumlarda, toplumsal “sonuç” hiç kimseyi tatmin etmeyen bir bileşke olarak ortaya çıkar.

Kritik soru, nereden nereye geçileceği, bileşkenin hangi doğrultuyu göstereceğidir. AKP’nin dışlanmasıyla kurulacak bir geçiş hükümetinin programı bellidir. Cumartesi yazımda sıralamıştım; üç partinin, “acil işler planı” da denebilecek vaatleri ortadadır. Tek parti diktatörlüğünden çıkışın en kritik adımlarını kararlıca atmak, AKP’yi devletten sökmeye başlamak, en önemlisi kibirli despotun elinde yoğunlaşan gücü geri alarak topluma yeni bir yön ve heyecan kazandırmak ! Geçiş döneminin güç kaynağı, artık seçmen değil, halktır. Haklarını, özgürlüklerini kullanan, bunlar için mücadele eden emekçi halk yığınlarıdır. Geçiş hükümetinin birinci işi, emekçi halkın anlatım, örgütlenme, eylem, toplu gösteri haklarını fiilen yok eden yasakları kaldırmaktır. En başta meydanları hakla açmaktır!

Geçiş hükümetinin başarısı her şeyden çok halk desteğine bağlıdır.
Gerçek ve kalıcı çözümlerin öz kaynağı parlamento değil halktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar