Fötr şapkadan çıkan karanlık

Tarih 4 Aralık 1945… Bir grup üniversite öğrencisi, “komünistlere ölüm” nidaları eşliğinde, sol görüşlü Tan gazetesine saldırır, gazetenin matbaasını yakıp yıkar, binayı yağmalar.

2. Dünya Savaşı bitmiş, “Soğuk Savaş” başlamak üzeredir, Türkiye yönetici sınıfı SSCB ve sol düşmanlığıyla ABD’ye yanaşma planları yapmakta, bunun için de Türkiye’de bir komünizm tehdidi olduğuna Batıyı inandırmaya çalışmaktadır.

“Tan Matbaası Baskını”yla birlikte Türkiye herkesten önce Soğuk Savaşın parçası olur, anti-komünizm Türkiye siyasetinin merkezine yerleşir. Sol düşmanlığı dinciliğe ve ırkçı milliyetçiliğe kapıları açacak, “1923 Cumhuriyetinin uzun intiharı” da böylece başlamış olacaktır.

Bu baskınla birlikte başlayan başka bir şey daha vardır: Eylemci öğrencilerden birinin, Süleyman Demirel’in siyasi kariyeri.

Siyasi kariyerine Tan Matbaası Baskınıyla başlayan Demirel’in yaşamı ile “Cumhuriyetin uzun intiharı” arasında bir ilişki bulunmaktadır: Demirel, tıpkı aynı eylemde yer alan Özal gibi Cumhuriyeti çökertenlerdendir, piyasacılıkla gericiliğin muhteşem bir sentezi olarak bugünkü rejim tam da Demirel’in fötr şapkasından çıkmıştır!

27 Mayıs’ın ardından DP’nin yerine kurulan Adalet Partisi’nin başına geçen Demirel, eğer bir Menderes olamadıysa, bunun nedeni Menderes istibdadından çıkarılan derslerle hazırlanan 27 Mayıs Anayasasıdır, bu anayasa Demirel’in dikta özlemlerini daha baştan engellemiştir.

“Barajlar kralı” olarak anılmasını da o hiç hoşlanmadığı 27 Mayıs’a borçludur Demirel; dönem “kalkınma felsefesi”nin revaçta olduğu bir dönemdir ve 27 Mayısçılar buna uygun bir şekilde Devlet Planlama Teşkilatı’nı kurmuşlar, planlı bir sanayileşme ve kalkınma modelini benimsemişlerdir.

Oysa “barajlar kralı” Demirel için planlı ekonomi “komünist işi”dir ve bunu o cıvık cıvık sağ-popülizmiyle “memlekete plan değil pilav lazım” diyerek gösterecektir.

1965’te Türkiye İşçi Partisi parlamentoya girip ağaçlar bile sola doğru eğilmeye başladığında, Demirel için de asıl mesele tıpkı Erbakan ve Türkeş gibi solla mücadele olacaktır, tam da bu nedenle 12 Mart darbesine doğru gidilirken 27 Mayıs anayasası için “topluma bol geliyor” diyecektir.

Asker 12 Mart darbesini yapıp, 27 Mayıs Anayasasını budamaya ve solcu gençleri katletmeye başladığında en çok sevinenlerden biri Demirel olacaktır ve sevincini Deniz’lerin idamına ilişkin oylamada “evet” demek için iki elini birden kaldırarak gösterecektir. Yani Demirel ve partisinin idamları askerin baskısı altında onayladığı bir palavradan ibarettir.

Ülke 12 Eylül’e doğru giderken, Demirel “iç savaş kabinesi” olan Milliyetçi Cephe hükümetlerinin değişmez başbakanı olacak ve faşistler sokakta katliam yaparken “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyecektir.

Yıllar geçer ve sahiden de Demirel bu cümleyi hiçbir zaman kurmaz; Sivas Katliamı için “devletle halk karşı karşıya gelmemiştir” der; gözaltında kaybedilen çocuklarını arayan annelerle ise “çocuğunuz cebimde mi ki çıkarıp vereyim” diye dalga geçer.

90’larda Kürtlere karşı yürütülen kirli savaş da Demirel’in “iftihar tablosu”na yazılmalıdır; Çiller-Ağar-Güreş ekibi Kürt halkına kan kustururken yine Demirel sahnededir çünkü ve Susurluk’ta ortaya çıkan kirli ilişkiler için de “devlet bazen rutinin dışına çıkabilir” diyecek kadar rahattır.

Sol düşmanlığı, işçi düşmanlığı, aydın düşmanlığı, Kürt düşmanlığı… Hepsi Demirel’in alamet-i farikalarındandır ve Cumhuriyeti çökerten de bu düşmanlık olmuştur, velhasıl bugün cebelleştiğimiz karanlık Demirel’in fötr şapkasından çıkmıştır!  

Önceki ve Sonraki Yazılar