Gazetecilik vatan hainliği oldu

Eğer bir “haber” yalansa, “yalan haber” diye karşı çıkılır. Yasal yolu neyse uygulanır.
Ama o habere hem “yalan” deyip hem de “devlet sırlarını açıklamak” gibi bir suçlama yöneltemezsiniz.
VAROLMAYAN BİR SIR açıklanamaz.
TÜMÜYLE YALAN denilen bir şey “doğru muamelesi yapılarak” yargılanamaz.
Yani, “oksimoron” denilen kavram, tam da budur işte.
Oysa, Cumhuriyet’e bunu yapıyorlar.

Hem, “MİT Tırları dosyasında öyle görüntüler yok” diyorlar. Hem de casuslukla suçluyorlar.

RTE’nin Can Dündar’a ne kadar öfkeli olduğunu biliyorum. Gezi sürecinde duymuş.. O sırada Can’ı iyiden iyiye hedef haline getirmek için yazmamış.. Çok sonra, onun da izniyle yazıp programımda paylaşmıştım.
Can, yeniden hedefte. Üstelik bu sefer “kılıfını” bulduklarını düşünüyorlar. MİT Tırları haberi yüzünden cezaevine gönderebileceklerine inanıyorlar.
Nitekim, gazetesi dün, bu kaygıyı açıkça vurgulayan bir açıklama yaptı. Ve –bana göre- o açıklama ile Can Dündar’ı tüm gazetecilere ve Türkiye’ye “emanet” etti:

***

“Siyasi iktidarın herhangi bir tasarrufuna karşı çıkan herkesin casus ya da düşman diye yaftalanarak hapse gönderilmesi mevsimine geçmiş bulunuyoruz.
Kara bulutlar, şimdi bir kez daha gazetemizin üstünde. Üzerine giydiği cüppesinin gerektirdiği sorumluluğu bir yana iterek, muktedire ve onun emirlerine göre hareket edenler; gazetecilik etiğine, onuruna sahip çıkarak, halkın gerçekleri bilme hakkının gereğini yerine getirdiğimiz için hakkımızda soruşturma açtıklarını duyurdular.
Gazetemizde yer alan MİT TIR’larıyla ilgili haber ve yayımlanan fotoğraf ve görüntüler nedeniyle, akıl ve mantıkla açıklanması olanaksız bir şekilde casusluk suçlaması yöneltiliyor. Bir tutuklama işleminin zemini hazırlanıyor. Cumhuriyet gazetesi üstünden bütün topluma açık bir mesaj veriliyor: Devlete, muktedire karşı çıkan yakalanacak, hapse atılacaktır.”

***

Cumhuriyet Gazetesi, çok haklı olarak, hepimizin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanan tehdide dikkat çekiyor. “Eğer, devlet adına yapılan gizli ve yasadışı bir faaliyeti, kanıtlarıyla birlikte, haber olarak halkın bilgisine sunarsanız, bunun adı casusluk mu olacak bundan sonra” diye soruyor. Artık herkesin ezbere bildiği Watergate skandalından.. Washington Post muhabirlerinin ABD Başkanı Nixon’ı koltuğundan eden haberinden söz etmeyeceğim.

Daha az bilinen bir örnek vereceğim.

Yıl 1961. Başkan Kennedy, Küba’ya “Domuzlar Körfezi” diye bilinen operasyon için “tamam” işareti vermiştir. Büyük bir gizlilikle hazırlanan operasyon hayata geçirilecektir.

Ne var ki, iki büyük gazetenin, Washington Post ve New York Times’in muhabirleri, bu büyük olayın haberini almıştır. Kennedy, durumu öğrenince iki gazetenin sahipleri ile özel birer konuşma yapar. Meselenin “ABD çıkarları açısından ne kadar hassas” olduğun anlatır. Haberin yayınlanmamasını “rica” eder.

Ricası kabul görür. Haber çekmeceye konur. Yerine, ABD’nin Küba politikasını –genel ifadelerle- öven makaleler yazılır. Sonuç: Domuzlar Körfezi Operasyonu fiyasko ile sonuçlanır. Kennedy, yıllar sonra “keşke yazsalardı da böyle bir çılgınlık / felaket önlenseydi” der. Dünya medya tarihine kayıt düşülen sözleri ise yıllar sonra , Kennedy’nin yakın dostu, Washington Post'tan Katherine Graham yazar: "Yayınlamamak yanlıştı, gazeteciliği bırakıp, politikacı gibi davrandım, eğer yayınlasaydık o facia yaşanmazdı çünkü herkes çıkarmayı tartışmaya başlayacaktı"

***

Bu olayın üzerinden yarım yüzyıl geçti. Üstelik bu, medyanın gelişim öyküsüne bakarsanız, en önemli süreçti. Kurallar bu yarım yüzyılda şekillendi. Etik normlar bu sürede tartışılıp kondu. Gazeteciliğin ne olduğu.. Devlete mi yoksa topluma mı “sorumlu” sayılacağı.. Bir gazetecinin neleri yazıp neleri yazamayacağı.. Herşey “soğuk savaş” dönemindeki sert tartışmalar dahil, böyle bir yolculukta netleşti.

Oysa biz şimdi, filmi başa sarıyoruz.

Bir toplumu yakından ilgilendiren, hassas bir konunun “devlet sırrı” diye yayınlanamayacağını.. Yayınlayanın VATAN HAİNİ sayılacağını.. Ve hapse tıkılacağını duyuyoruz.
Üstelik de başta söylediğim gibi, “tümüyle yalan” diye inkar ettikleri bir şeye aynı zamanda “devlet sırrı” dediklerine tanık oluyoruz.
Mantık açısından, ikisi birden doğru olamaz. Birinden biri doğru. Ama söz konusu GAZETECİLİK olunca, ikisi birden yanlış.
Ne yazık ki, bırakın RTE hegemonyasını, meslektaşlarımız bile bu meselede ya şaşkın ya da “karşı cephede”.
Söylemeye gerek var mı, bilmiyorum.
Aslında demokrasiyi konuşup tarif ediyoruz. Ve ne yazık ki, o kavramın kendisinden bir iz göremiyoruz.

Çocuk gelin kararına hayırrrr

Anayasa Mahkemesi’nin “resmi nikaha dair belge, evlilik cüzdanı ibraz etmeden imam nikahı kıyılabilir” kararı kadınların haklarının gaspıdır. Çocuk gelinlere, yani aslında “çocuğa tecavüze” vize veren bir anlayıştır. Laikliğe son darbedir. Hayır.. Hayır.. Hayır…

Turkey kaç point?

Sadece bir hafta kaldı. Bir hafta.. Galiba hiçbir seçimi bu kadar HEYECAN ve MERAK ile beklememiştim. Kızkardeşim Aylin, “gençliğimizde Eurovision’a böyle heyecanlanırdık” dedi. Benzetme tuhaf gelebilir ama, doğru. Öyle tuhaf bir ruh halindeyiz. Tuttuğumuz “yarışmacı” birinci de olabilir, sonuncu da!

Zira,
- Parametrelerimiz şaştı. Bu toplum neyi ölçü alacak, neyi es geçecek kestiremiyoruz. Bunca yolsuzluk dosyasına ya da iddiasına kulak mı tıkayacak? Yoksa yolsuzluk / israf / görgüsüzlük “yeter” mi dedirtecek, bilemiyoruz.
- Yalnızca seçimden söz etmiyorum. Anayasa zaten çoktandır “kadük” muamelesi görüyor. Var ama hükmü yok! Yasalar, yargı kararları, siyasi ahlak vs. vs. Hiçbiri geçer akçe değil. Yeni Türkiye tozu dumana katmış. Gözler hiçbir şey görmüyor!
- Diyelim ki Eurovision’dayız.. Diyelim ki şarkı şahane. Koreografiye dünya para vermişiz ve sonuçtan çok umutluyuz. Ama son anda şarkıcımızın sesi kısılmış. Olur mu? Kimbilir! Yarışma dediğiniz, son ana kadar devam eden bir süreç. Nefesiniz iki saniye kala tıkanmış… Seyirci / toplum önceki saniyeleri hatırlamaz. Hatırlamıyor. Dedim ya, ne anketler ne sokak izlenimleri.. İlk kez bir seçim sonucunu kestiremiyorum. Ve ilk kez böyle bir heyecanla bekliyorum. Toplum bizleri şaşırtacak, umut mu verecek?.. Yoksa Orta Doğu ülkesi olmaya razı mı olacak? Turkey kaç point?

Affedersiniz “YUH”

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN: “Diyarbakır’da müftü aday, Eskişehir’de eşcinsel aday BİZ göstermiyoruz.”
BAŞBAKAN DAVUTOĞLU: “Arkadaşı Ermeni diasporası olandan Kürt’e, Türk’e, Arap’a fayda gelir mi?”
BURHAN KUZU: “Bu iktidarı israf yapmakla suçlayan şerefsizler, içki masalarında kusana kadar zıkkımlanıp israfın âlâsını yaparlar”.


Önceki ve Sonraki Yazılar