Mürşîd-i Kâmil Hüseyin Doğan Dede

Mürşîd-i Kâmil Hüseyin Doğan Dede

Cem Vakfı Onursal Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın babası ve aynı zamanda Aleviler’in inanç önderlerinden Malatyalı Hüseyin Doğan Dede’nin hakka yürüyüşünün ardından tam 35 yıl geçti. Alevi-Sünni ayrımı yapmadan ihtiyacı olan herkese rızkından pay verebilmiş bir barış elçisi olan Hüseyin Doğan Dede, ölümünün 35’inci yıldönümünde 13 Mayıs Pazar günü, Malatya Yeşilyurt’a bağlı Kırlangıç Köyü’ndeki türbesinin önünde anılacak.

Hasan ÇELİK/ YURT

İnsan, nasıl ölümsüzleşir?

Savaşarak mı, kan dökerek mi yoksa barışı ve hoşgörüyü tüm kâinata yayarak mı? Bir ‘sevgi’ye ve ‘sevgili’ye armağan edilen dünyamızda elbette ki barışı ve hoşgörüyü tüm insanlığa armağan eden/edebilen insanlar ölümsüzleşeceklerdir...

Yunus’u, Mevlâna’yı, Hacı Bektaş Velî’yi, Ahî Evran’ı, Gülbaba’yı, Ahmet Yesevî’yi, Âşık
Veysel’i ve Hüseyin Doğan Dede’yi ölümsüzleştiren de barışın, sevginin ve hoşgörünün dilini konuşabilmeleri ve insan olabilmenin en temel erdemleri saydığımız bu duyguları tüm insanlığa armağan olarak sunabilmeleriydi...

Ya sevgiden uzak olanlar, onlar ne haldeler?

İslam coğrafyasına bir bakın, hangi anne çocuğunun adını ‘Yezid’ koymuş, ya da ‘Yezid’ ve ‘sevgi’ kelimeleri hangi ortak cümlede kullanılmış diye?

Bulamazsınız...

Niye?

Çünkü iktidar olmakla, adaleti tesis etmek ve sevgi sahibi olmak farklı şeylerdir...

Yezid de bir zamanlar iktidar sahibiydi, hem de bugün bile lanetlenecek kadar adaletsiz
bir iktidarın...

Hüseyin Doğan Dede; 1902 yılında Elazığ ilimizin merkez köylerinden yeni ismiyle Çatalharman, eski ismiyle Hozik Köyü’ne bağlı Şıhıs mezrasında doğmuştur. Babası Ağuçan
(Ağuiçen) Ocağından Seyyîd Doğan Dede’dir. Annesi Şeyh Hasan köyünden Şeyh Ahmet Ocağı Dedelerinden Seyyîd İbrahim Efendi’nin kızı Seyyîde Satı Hatun’dur. Küçük yaşta yetim
kalan Ebü’l Vefâ’nın yadigârı Hüseyin Doğan Dede, altı aylık bir zaman aralığında hem
annesini hem de babasını kaybetmiş ve Adıyaman’ın Çelikhan ilçesi Pınarbaşı (Bulam)
beldesindeki akrabalarının bakımına alınmıştır. Burada yaklaşık iki yıl çobanlık yapan Hüseyin Doğan Dede’yi talipleri olan Balıyan Aşireti, Malatya’nın Kırlangıç köyüne getirmiş ve kendisine bir ev yaparak, Erzincanlı Kemal Dede’yi bakımıyla görevlendirmişlerdir.

Ancak 8 yaşında hem öksüz hem de yetim kalan Hüseyin Doğan Dede’nin çocukluğu da savaşların gölgesinde geçmiştir. Dede, içinde bulunduğu bu durumu bizlere şöyle aktarmıştır:
“8 yaşında yetim kaldım, Malatya’ya geldikten sonra bana özel öğretmen tuttular, 6 ders
aldıktan sonra Balkan Savaşı, ardından 1. Dünya Savaşı, onun arkasından da İstiklal Savaşı başladı. Ben ne öğrendiysem, halktan ve diğer büyük Dedelerden öğrendim” demiştir.

Hüseyin Doğan Dede’yi tanıyanların iyi bildiği bir hususu da burada tekrar belirtmekte
yarar görüyorum çünkü ne yetim kalması ne öksüz olması nede çok büyük savaşların gölgesinde geçirilen bir çocukluk hayatı Hüseyin Doğan Dede’nin öğrenme azminin ve Dedelik kurumunun getirdiği/gerektirdiği o ilim öğrenme âşkını engelleyememiştir. Dede, İbrahim Ethem’in şiirlerini Farsça okuyabilecek kadar divân edebiyatına hâkimdir. İslâm tarihi ve hukukunda engin görüşleriyle herkesi etkileyebilmiştir.

Hüseyin Doğan Dede, 1915’te Arguvan-Mineyik’te toplanmış ve 40’ın üzerinde Seyyîd Ocağı’nın katılmış olduğu Dedeler Kurultayı’nda, henüz 13 yaşında olmasına rağmen Mürşîd-i Kâmilseçilmiş ve eğitilmesi için özel hocalar tutulmuştur. Şûrây-ı Devlet Reisliği’nden yani bugünki adıyla Danıştay’dan emekli Cafer Bey ile Molla Hüseyin Efendi bu özel eğitimi üstlenmişlerdir. Hüseyin Doğan Dede, Alevi-Bektaşi tasavvufunda yetkin birçok Dede’den de dönüşümlü olarak dersler almış ve Arapça-Farsça dillerini, okur-yazar olmak üzere çok iyi öğrenmiştir. Küçük yaşta olmasına rağmen Kurtuluş Savaşı’nda aktif görev almış ve kendine bağlı tüm Alevi-Kızılbaş Seyyîd Ocaklarını harekete geçirmiştir. Özellikle Adana bölgesinin Fransız işgalinden kurtarılmasında da oluşturduğu milis kuvvetleriyle Milli Mücadeleye güç vermiştir.

1946 yılına gelindiğinde ise Hüseyin Doğan Dede, hayatı boyunca, kendi isteği dışında yaptığı tek ve istisnasız bir alana yani siyasete, halktan gelen yoğun baskılara dayanamayarak girmek durumunda kalmıştır. Dede, 1946 yılında gerçekleştirilen milletvekili seçimlerinde bağımsız aday olmuş ancak seçilecek kadar oy almasına karşın, seçim sisteminin o günkü şartlarından dolayı milletvekilliğini kazanamamıştır. 14 Mayıs 1950’de gerçekleştirilen genel seçimlerde CHP’den Malatya milletvekili olarak meclise girmiş ve 9. dönemdeki mecliste Malatya’yı temsil etmiştir.

Dede, 1954 – 1965 yılları arasında aktif siyasetten uzak kalmayı tercih etmiştir. 1965 seçimlerine girildiği dönemde Hüseyin Doğan Dede halktan gelen yoğun istek üzerine tekrar Milletvekili adayı olmuş ve seçildiği 1965 - 1969 yılları arasında bu kez de Adalet Partisi’nde (AP) milletvekilliği görevini yürütmüştür. 

1970’ten sonraki dönemlerde siyaseti tamamen bırakmış ve dönemin olumsuz şartlarından dolayı 1975 yılından sonra yaşadığı şehir olan Malatya’dan İstanbul’a göç etmiştir. İstanbul’a gitmiş olmasına rağmen, vefat ettiği 3 Mayıs 1983 tarihine kadar Malatya’yı sık sık ziyaret etmiş ve talipleriyle olan bağını koparmamayı başarabilmiştir. 3 Mayıs 1983’te Hakk’a yürüyen Hüseyin Doğan Dede’nin nâ’şının Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmesine karşı çıkan başta Balıyan
köyleri olmak üzere Malatya’daki talipleri, nâ’şı alarak Kırlangıç Köyü’ne getirmiş ve 6 Mayıs 1983 Cuma günü nâ’şı buraya defnetmişlerdir...

Hüseyin Doğan Dede’yi anlamak ve bizlere emanet ettiği ‘Hoşgörü Elbisesi’ni üzerimizden çıkarmamak adına bir kaç söz söyleyip yazımı sonlandırmak istiyorum:

Yanı başımızda savaşların yaşandığı ve ölümler üzerine medeniyet kurmaya çalışanların kol gezdiği bir coğrafyanın ortasında ‘hoşgörü’ye ve ‘barış’a olan özlemimiz gün geçtikçe artmaktadır. Dünyaya nasıl baktığımızla yaptıklarımızın doğru orantılı olduğunu hepimiz bilmekteyiz ve Anadolu’nun dünyaya güzel bakan insanların coğrafyası olduğunu unutmamalıyız. Hüseyin Doğan Dede’nin yaşadığı dönemde 600’den fazla Ermeni ailenin de yaşadığı, Alevi-Sünni yurttaşların içi içe olduğu bir Malatya’da, Hüseyin Doğan Dede sevgi ile inşa ettiği evinde hoşgörü sofrasında herkese kucak açabilmişti...

Tarihler değişse de, “Ete-kemiğe bürünen, Yunus donunda görünen” o tarihte ki isimlerden biri de hiç şüphesiz ki Hüseyin Doğan Dede’nin biz zati kendisiydi... Dede, insanlara sevgiyle yaklaşmasını ve taşıdığı Evlâd-ı Resûl olma sorumluğunu hiçbir zaman unutmamıştır. O Hüseyin Doğan Dede ki harman zamanı geldiğinde, hasat ettiği buğdayını evine taşımadan önce, Alevi-Sünni ayrımı yapmadan ihtiyacı olan herkese rızkından pay verebilmiş bir barış elçisidir.
Çünkü Hüseyin Doğan Dede, Hakk’tan gelen rızkın insanlığı bütünleştirmede sadece bir araç olduğunu çok iyi biliyordu...

Dede’nin ısrarla taliplerine söylediği en büyük nasihatiyse; “Sırtınızda yükte taşısanız, aman ha, çocuklarınızı muhakkak okutun” olmuştur. Dede’nin bu nasihatinin en büyük ispatını da Akçadağ Köy Enstitüsü’nün (öğretmen okulunun) (1940) kurulmasına sunduğu büyük katkılarında görebilmekteyiz.

Hüseyin Doğan Dede’de diğer Anadolu Erenleri gibi ‘GÖNÜL KIRMAMAYI’ hayatı boyunca en büyük ibadet sayan bir gönül eri olabilmiştir...

16. yüzyılın halk ozanı Pir Sultan Abdal ise bir nefesinde bizlere şöyle seslenmektedir: Muhammed dinidir bizim dinimiz, Tarikat altında geçer yolumuz, Cibril-i emindir hem rehberimiz, Biz mü’miniz mürşidimiz Ali’dir. Ne mutlu ki özünü bir Mürşîde teslim edenlere, ne mutlu ki mürşîdlerin tacı olan Hazreti Peygamber’e ümmet (evlat) olabilenlere ve ne mutlu ki Ali hırkası giyinmiş olan Hüseyin Doğan Dede’nin maneviyatına ulaşabilenlere... Ruhun şâd olsun (Mürşîdim) Doğan Dede...