Gerici hipotez

Merkez medyanın liberal kalemleri ve muhafazakâr-islamcı yazıcılar, Gezi/Haziran Direnişi günlerinde toplumun geniş bir kesiminin nasıl olup da yaşam tarzını savunmak ve laiklik için sokağa çıktığını anlayamadı.

Oysa ortada şaşıracak bir şey yoktu. Neo liberal yağma politikalarını olduğu gibi devralan AKP Hükümeti, bir yandan sermayenin ve emperyalizmin ülkede ve bölgedeki kirli işlerini yapıyor, bir yandan da servet transferini gerçekleştiriyordu.

Halka karşı işlediği bütün bu suçları meşrulaştırmak için de ülkeyi dinselleştiriyordu.

Çünkü din maliyeti en ucuz toplumsal kontrol aracıydı. Ortalama eğitim seviyesinin 4 yıl civarında olduğu Türkiye, din istismarı için ideal bir ortam sunuyordu.

AKP, iktidar eliyle yandaş-dinci bir sermaye grubu yaratarak kurmayı hedeflediği düzenin sınıfsal ve ekonomik temelini hazırlamak istiyordu. Bu durum, kamu varlıklarının yağmalanmasına dayalı pervasız bir yolsuzluk ekonomisi demekti.

İşte bu yağma düzeni yaşam tarzlarına, insanlığın ilerici birikimine ve Cumhuriyetin kazanımlarına karşı bir saldırıyla birleşince, halkta bir öfke patlamasına yol açtı.

Güya İslamcılar (mezhepçiler) akıllarınca milletle devleti barıştırıyorlardı. Çünkü onlar, Cumhuriyetin kurulmasıyla, devletin milletin değerlerinden koparak ona yabancılaştığını ileri sürüyordu.

Dolayısıyla halkla devletin kavga halinde olduğu iddia ediyor ve bu çatışmanın ancak ülkenin şeriatla yönetilmesi sonucu bitebileceğini iddia ediyorlardı.

Onlara göre Cumhuriyet bir avuç seçkinin rejimiydi ve halka mal olmamıştı.

İşte, Gezi/Haziran direnişi, Türkiye gericiliğinin bütün tezlerini üzerine kurduğu, bu tarih ve kültür hipotezini paramparça etti.

Onlar kendi dar ideolojik/dinci programlarını milletin istekleri diye sunuyorlardı.

Oysa Cumhuriyetin kitle tabanı sandıklarından çok daha geniş ve büyüktü. Cumhuriyetle kavga eden ise millet değil, yalnızca İslamcı/mezhepçi gruplardı.

AKP’nin tek farkı, çöken merkez sağın oylarına el koymaktı. Onu da 7 Haziran seçimleri yıktı.

Önceki ve Sonraki Yazılar