Başbakan hatta: Alo medya!

Yaklaşık bir yıl önce “Medyanın gerçek patronu Yalçın Akdoğan” diye yazmıştım. Başbakan Erdoğan'ın başdanışmanlarından Yalçın Akdoğan'ın, özellikle televizyonları nasıl ‘hizaya soktuğunu’ anlatmıştım.
Elbette yalanladı. “Hayatında böyle bir şey yapmadığı” gibi komik bir yalanla hem de! Ama 17 Aralık sonrası ortaya saçılan dinleme kayıtlarında ‘çok şey yaptığı’ net biçimde anlaşıldı. Genel yayın yönetmenlerini, Ankara Temsilcileri’ni, köşe yazarlarını aramış... Talimatlar iletmiş... Şikayetlerini belirtmiş... Hatta -şikayetler çerçevesinde- kimi isimlerin kovulmasını talep etmişti.
Bunları birinci ağızdan dinlediğim, örneklerine tanık olduğum için şaşırmadım.
Ancak, ne yalan söyleyeyim; Erdoğan'ın kayıtlarına çok şaşırdım.
Saflığıma verin. Bir başbakanın, bir gazete patronunu veya yöneticisin arayıp da azarladığına, yazarları işten kovdurttuğuna, inanın şaşırdım.
“Bu kadar irtifa kaybetmez” diye düşünüyordum herhalde... Kendisi arayacağına, Yalçın Akdoğan'a veya bir başka danışmanına aratır diye düşünüyordum.
Hayır. Aramış. Kimi zaman bir yazarın kovulmasını istemiş... Kimi zaman yayınlar hakkında talepte bulunmuş...
Hatta, yine inanması zor ama, Ferit Şahenk'e telefon edip, Yiğit Bulut'un NTV'de yayına çıkartılmasını bile istemiş!
 
‘TEMAS GÖREVLİLERİ’
 
Yiğit Bulut hakkındaki konuşma, bir başka gerçeği daha doğrulamış: Her gazete ve televizyonda bir ‘AKP ile temas ismi’ var.
Erdoğan, bunu çok ilginç bir soruyla ortaya koyuyor. Ferit Şahenk'le telefon görüşmesinin ardından Yalçın Akdoğan'ı arayıp “NTV'DEKİ TEMAS ŞEYSİ KİMDİ” diye soruyor.
Evet, yıllardır biliyoruz. Erdoğan'ın medya ile ilişki konusunda görevlendirdiği Hüseyin Çelik, Ömer Çelik, Yalçın Akdoğan gibi önemli isimleri her gazete ve televizyonda ‘KİMİ ARAYACAĞINI’ biliyor.
O isimler aranıyor. Haber / canlı yayın / söyleşi gibi talepler iletiliyor. Şikayetler aktarılıp gereğinin yapılması sağlanıyor.
Ancak, belli ki yetmiyor.
Arada devreye bizzat Erdoğan girip ayar veriyor. Hatta Milliyet'in patronu Erdoğan Demirören örneğinde olduğu gibi hakaretleri ve hiddetiyle karşısındakini ağlatıyor. Kimyalarını bozuyor!
 
“HANİ ŞU KADIN VAR YA...”
 
Başbakan'ın kimya bozmak konusunda sınırı, ölçüsü de yok.
Star Gazetesi yazarı Hidayet Şefkatli Tuksal'ın bir yazısı üzerine, gazetenin başındaki Mustafa Karaalioğlu'na söyledikleri, son örnek.
Birkaç gün önce çıkan kayıtlardan birine ‘kulak misafiri’ olduk. Öğrendik.
Erdoğan yazıyı beğenmemiş.
“Geçende söz ettiğim şu kadın var ya” diye lafa başlıyor... Çok ağır ifadelerle verip veriştiriyor... Ve sözlerini “Bunu niye hâlâ tutuyorsunuz” diye noktalıyor.
Hidayet Şefkatli Tuksal, kayıt üzerine dün bir açıklama yaptı. Kovulmadığını, kendi isteğiyle ayrıldığını söyledi. Doğrudur.
Yine de bu, Erdoğan'ın tavrını yok etmiyor elbette.
Hadi kendimi işin içine katmayayım ama... Hasan Cemal'den Derya Sazak'a... Can Dündar'dan Mehmet Altan'a kadar medyanın pek çok önemli ismi ‘doğrudan Erdoğan'ın isteğiyle ya da tepkisi üzerine’ kovulmadı mı? Gazetesiz, televizyonsuz, işsiz kalmadı mı?
 
“DEMEK Kİ, NEYMİŞ!”
 
Hidayet Şefkatli Tuksal, Başbakan'ı tenzih ediyor. Hatta açıklamasında şöyle diyor:
“Yakın tarihte, daha önemli bir gerekçeyle Taraf Gazetesi’nden ayrıldık; Hasan Cemal’e yakılan ağıtların hâlâ devam ettiği bir dönemdi; ancak ne hikmetse, bizim ayrılışımıza ağıt yakan kimsecikler olmadı. Demek ki neymiş: Başbakan isteğiyle köşenizden olursanız ağıt yakılacak, patron isteğiyle işinizden olursanız, es geçilecek! Timsah gözyaşları içindeki etik duyarlılık (!) medyamıza çok yakışıyor doğrusu”…
Akıl tutulması galiba tam da böyle bir şey. Bir patronun isteğiyle işten olmakla, Başbakan istedi diye köşeden olmak Tuksal'a göre aynı önemde.
Bu nasıl bir mukayesedir?.. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır?.. Hasan Cemal'in Başbakan'ın hışmına uğradığı için gönderilmesine üzülmek, nasıl ‘timsah gözyaşı’ diye nitelenebilir?..
Neyse…
Kendisine medyadan uzakta, mutluluklar dileyelim.
 
 
 
............
 
ERDOĞAN'I TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ!
 
Türk Tabipleri Birliği, milyonların duygusuna tercüman oldu. Erdoğan'ın Berkin için söyledikleri ve annesini yuhalatması üzerine bir bildiri kaleme alarak ALARM ZİLİNİ ÇALDI:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi Direnişi’nden bu yana kullandığı ayrıştırıcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı dili hekimler olarak kaygıyla izliyoruz.

Gaziantep Mitingi’nde Berkin Elvan’la ilgili söylediklerini dinlediğimizde ise, dehşete kapıldık.

Normalde; hiç kimse çocuklarını kaybetmiş iki aileyi karşı karşıya getirmeye çalışmaz.

Normalde; hiç kimse ekmek almaya giderken polis tarafından başından vurulan, 269 gün ölümle pençeleştikten sonra hayatını kaybeden 15 yaşındaki bir çocuğu terörist ilan etmez.

Normalde; hiç kimse oyun çağında öldürülen bir çocuğun mezarına konulan oyuncak misketleri ‘demir bilye’ olarak çarpıtmaz.

Normalde; hiç kimse daha iki gün önce evlâdını toprağa vermiş bir anneyi miting meydanında yuhalatmaz.

Bizler hekimiz.
İnsanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz.

Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz.

Fevkâlâde endişe duyuyoruz.

Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz.

Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz”.
Evet, normalde bunların hiç biri olmaz / olamaz. Evet, fevkalade endişelenmeliyiz. Ve durumun tespiti / teşhisi / tedavisi için Erdoğan'ı Türk hekimlerine emanet etmeliyiz.
Türkiye için çok geç olmadan!
 
................
 
İYİ Kİ DOĞDUN, ALİ İSMAİL!
 
Dün, sevgili evladımız Ali İsmail Korkmaz'ın doğum günüydü. 20 yaşına basacaktı. Abisi Gürkan Korkmaz, Twitter hesabından kardeşinin eski doğum gününden bir fotoğraf paylaştı. Ve şu notu düştü: “Olsaydın aramızda, söndürseydin mumlarını. Daha 20′ye varmadan, söndürdüler düşlerini”...
Olmadı.
Ali İsmail 20 yaşına basamadı.
O hep 19 yaşında kalacak. Ve en azından bizler ölene kadar anılarımızda, kalbimizde, göz bebeklerimizde yaşayacak.
İyi ki doğdun sevgili evladım! İyi ki yaşadın ve kısacık hayatınla hayatlarımızı zenginleştirdin.


Önceki ve Sonraki Yazılar