Gıdalar ve kanser

İzmir’in bir köyünde, yakından tanıdığım köylülerin anlattığı ilginç bir olay var: “Bir baba ve oğlu yeni tarım ilaçlarının içilse bile insanı öldürmeyeceği konusunda diğerleri ile kahvede iddialaşıyor. Sonunda bir miktar tarım ilacı içerek savlarını kanıtlamak istiyorlar. Sonuç: baba ölüyor, oğlu ise zorlukla kurtarılıyor”.

Yeni tarım ilaçlarının eskilerine göre çok zararsız olduğu düşüncesi, ne yazık ki köylüler arasında yaygın bir kanıdır. Hatta, bilinçli diye düşündüğüm ziraat mühendisi arkadaşlarımdan bile buna inanan var. Güney illerimizden birinde, çevre derneği başkanı bir köylünün bile böyle düşündüğünü hayretle görmüştüm. Köylülerimizin önemli bir kısmı, tarım ilaçlarının atılması sırasında hemen ölüme yol açmaması nedeniyle, onları insanlar için zararsız görme eğilimindeler.

Sağlık Bakanlığı, Dünya Kanser Günü nedeniyle bir basın bildirisi yayınlamış.  Bildiride “Kanser oluşumunda etkisi olan kötü beslenme, sedanter yaşam (fazla oturma), tütün ve alkol kullanımı ile güneş ışığının zararlı etkilerine maruz kalma gibi çevresel etkenlerin kontrol altına alınması, kanser görülme sıklığını azaltacaktır” deniyor. Şunu da eklemişler: “Kanser önleme çalışmalarında tütün ve obezite ile mücadele devam edecektir”. Besleme konusunun neredeyse sadece obeziteye indirgenmesi çok yanlış.

Gazetelerde de, Dünya Kanser Günü nedeniyle, “Kırmızı eti azaltın, sebze, meyveyi daha çok tüketin” denmekte. İyi de; nasıl sebze ve meyve? Zararlı kimyasallarla ilaçlanmış ve yoğun kimyasal gübreler kullanılmış sebze ve meyveler konusuna pek değinen yok. Aslında kanserle mücadelede bir numaralı kurum ‘Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ olmalıdır. Oysa onların ‘Kanser Günü’ ile ilgili bir duyurularına rastlamadım. Hatta; bakanlığın televizyonda yayınlanan kamu spotlarında, gıda ile ilgili olarak “Merak etmeyin, her şey kontrol altında” denilmekte. Hâlbuki bazı çalışmalar olmakla birlikte, bunlar son derecede yetersiz. Bazı meşhur hekimlerimiz de “Kurtlu kiraz yiyin” mesajını veriyor. Bir kirazın kurtlu olması, ilaç atılmadığını göstermez. Hatta, kurtları fark edip, hasattan çok kısa bir süre önce ilaç atmış da olabilirler. Kiraz zararlılarına karşı ‘organik mücadele’ yapmanın mümkün olduğunu, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Prof. Dr. Serdar Tezcan ve arkadaşları ortaya koydular.

Kanser konusunda Türkiye’de epeyce mistik bir bakış açısı yaygın. Olayın karmaşıklığını sezenler “Ne yapsan boş, kaderdir” noktasına geliyorlar. Yakınlarımızda temiz gıdalar tüketip de kanser olanlar var. Ama şu sorular sorulmuyor: Organik gıda tüketimine ne zaman başladınız? Çevrenizdeki hava kirli mi? İşinizde veya evinizde zararlı kimyasallarla karşılaşıyor musunuz? Kadercilik insanları rahatlatıyor olabilir ancak sonuçları çok fena.

Bir de şu iddia ediliyor: “Eskiden yaşam kısa idi, şimdi uzadı; haliyle kanser de arttı”. Bu düşünce çok yanlış. Çünkü çok genç yaşlarda kanser olaylarının görülme sıklığı arttı. Önce kafaları değiştirmek gerekiyor. Bir de dikkatimi çeken bir olay var: Kansere yakalananların önemli bir kısmının akıllarına ancak o zaman organik ürün tüketmek geliyor. Bazen çok geç kalınmış oluyor.

Sağlık Bakanlığı’nın kanserle mücadeleyi sigara ve obeziteye yoğunlaştırması çok yetersiz. Aynı anda zararlı tarım ilaçları ve kimyasal gübrelerden arınmak gerekiyor. Tabii sigara ve alkolle mücadele zamanın ruhuna çok uygun olabilir. Tarım ilaçları, kimyasal gübreler ve şirket tohumlarının ise arkasında güçlü yabancı şirketler var. Sağlık Bakanlığı, bildirisinde çok doğru olarak “Kanser sadece bir sağlık sorunu değildir. Sosyal ve ekonomik yönleri de olan insan haklarını etkileyebilen bir sorundur” demiş. İyi de, zararlı tarım ilaçlarından uzak, ‘ekolojik gıdalar’ yemek her vatandaşın hakkı değil mi? Durum buraya geldiğinde, organik ürünlerin Türkiye toplumu için değil de, daha çok ihracat amacıyla üretileceğine dair bazı hedeflerle karşılaşıyoruz. Organik üretimde verimin düşeceği gibi çok doğru olmayan iddialar hep endüstriyel tarımı güçlendirmekte. Organik üretim konudaki desteklerin ise yeterli bir gelişme sağlamadığı zaten biliniyor. Olayı ticaret olarak değil de, bir insan hakkı olarak görmek gerekiyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar