8  Mart | Barış da biziz, devrim de!

8 Mart | Barış da biziz, devrim de!

Kimi zaman 'ekmek istiyoruz' diyerek, kimi zaman seçme ve seçilme hakkını talep etmek için, kimi zaman savaşı veya işgali durdurmak için, kimi zamansa taciz ve cinayetlere karşı... Kadınlar hep sokaktaydı, olmaya da devam edecekler.

Yurt ÖZEL 

Bir dokuma fabrikasında 40 bin işçi, günde 16 saat çalışmaya, karınlarını bile doyurmaya yetmeyen ücrete 'hayır' diyorlar. Ve grev... Kadınların; 40 bin kadın işçinin örgütlediği grev, o zamana kadarki en büyük kadın isyanı belki de. ABD'nin New York şehrinde hayatı durduruyor kadın işçiler. Polisler de onları durdurmaya kararlı, saldırıyorlar. Fabrikaya çekilen binlerce işçi, patronun da 'oyuna' katılmasıyla binaya kilitleniyor. O gün o fabrikada 129 işçi yanarak can veriyor. Basın tanıdık reaksiyonu gösteriyor, susuyor. Tüm bu yaşananlar işçileri durdurur sanıyorlar, yanılıyorlar. 129 kadın işçi, bu sefer 100 bin işçinin yürüyüşle gömülüyor toprağa. Hep farklı anlatılır, yangın kontaktan çıkmıştır vesaire.. Halbuki yalın gerçeği unutturma çabasından öte bir şey değildir bu. Tarih 1857, 8 Mart...

20'nci Yüzyıl başlarken dünyada değişen konjonktür, kadınları seslerini artık daha gür çıkartmaya zorluyordu. Kadınlar artık yalnızca iyi çalışma koşulları değil; seçme ve seçilme hakkı gibi daha önce hiç dillendirilmemiş talepleri sokaklarda dile getiriyorlardı. 1910'a kadar ABD'nin bazı kentlerinden yükselen bu çığlık çok geçmeden uluslararası bir boyut kazanacaktı. İlk olarak Clara Zetkin çıktı, Alman Sosyal Demokrat Partisi adına. 1910 yılında Kopenhag'da düzenlen İkinci Enternasyonal'in kadın konferansında kadınlar için bir mücadele günü belirlenmesini talep etti. Artık kadınlar, çeşitli ülkelerde her yıl aynı gün toplanacak ve işçi olmalarından gelen emek haklarının yanında bir de eşit yurttaşlık taleplerini haykıracaklardı.

'ANCAK KADINLAR POLİSE DİRENDİ'
Bu toplantı, kadınların artık daha sık eyleme geçmesine, kadın eylemlerinin tüm Avrupa'ya yayılmasını sağladı. Hemen ertesi yıl 1911'in 19 Mart'ında Avrupa'da birçok ülkede kadınlar seçme ve seçilme hakkının verilmesi için sokağa çıktı. 1911'deki bu atılım, bir gazetenin sayfalarına “İlk Uluslararası Kadınlar Günü 1911’de gerçekleştirildi. Başarısı, beklenenin çok üstündeydi. Her yerde toplantılar düzenlendi. Küçük yerleşimlerde, hatta köylerde bile salonlar öyle tıklım tıklımdı ki kadınlar toplantılara katılan erkeklerden kendilerine yer vermelerini istedi. Bugün kesinlikle çalışan kadının ne kadar militan olduğunun ilk göstergesi oldu. Erkekler evde çocuklarıyla kalırken kadınlar toplantılara koştu. Hatta o gün yaklaşık 30 bin kişinin katıldığı sokak gösterilerinde polis pankartları toplamaya karar vermişti, ancak kadınlar polise direndi“ ifadeleriyle yansımıştı. Sonraki yıl Fransa, Hollanda ve İsveç de kadınların mücadele gününü kutlamaya başladı. Yapılan gösterilerde kadınların gündeminde her an patlak vermesi muhtemel olan dünya savaşı vardı.

1913’te 8 Mart’ta düzenlenen kadınlar günü Rusya’da da kutlandı. Çarlık Rusyası'nda açık gösteri düzenlemenin neredeyse imkansızdı. Avrupa'daki özgürlük ortamının zerresi olmayan ülkede devrimciler zor şartlar altında, gizlice seslerini çıkarabiliyorlardı. Ancak birkaç yıl sonra devrim için savaşacak öncü sosyalistler, kadınlar gününün gizli etkinliklerle kutlanmasını, iki yerel işçi gazetesinde günün anlam ve önemini anlatan yazılar yayınlanmasını sağladılar. Hatta bu yazılarda Clara Zetkin’in dayanışma duygularını ilettiği ifadelere yer verdiler.



EKMEK, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK!
Tarihler 8 Mart 1917'yi gösteriyordu. Rus Çarlığı’nın en büyük sanayi şehri Petrograd’da 50 fabrikadan 87 bin kadın işçi, Bolşeviklerin desteğiyle Emekçi Kadınlar Günü'nü kutlamak için fabrikalarından çıkarak yürüyüşe geçtiler. Kadınların 'Ekmek istiyoruz' sloganıyla başlattıkları eyleme aynı gün Putilov fabrikalarında çalışan 50 bin işçi daha katıldı. Yürüyüş, toplumun farklı kesimlerinden katılımlarla çığ gibi büyüdü. Ertesi gün eylemcilerin sayısı ikiye katlanırken kitlenin öfkesi ve kararlılığı da büyüyordu. ‘Ekmek istiyoruz' sloganına 'Barış istiyoruz' ve 'Özgürlük istiyoruz' sloganları da eklendi. Çarlık hükümetinin gösterileri bastırması için gönderdiği ordu birlikleri halka ateş açmayı reddediyor ve eylemcilerle birleşiyordu. Gösterilerin büyüyerek devam ettiği 11 Mart’ta polisin halka ateş açıp onlarca kişiyi öldürmesine tepki olarak Pavlovski Alayı’na bağlı askerlerin başlattığı isyan kısa sürede diğer askeri birliklere de yayıldı. Ordu bölünmüştü. Devrimci işçiler ve askerler cephaneliklere saldırarak silahları ele geçiriyorlardı. Hareket birkaç gün içinde Moskova’ya ve diğer belli başlı Rus şehirlerine de yayıldı. Nihayet, tarihin en kanlı, en kudretli, en yıkılmaz görünen imparatorluklardan birisi, koskoca sanılan Rus Çarlığı, 12 Mart 1917 günü tarihin çöplüğüne yollandı. Rusya’da o dönem kullanılan takvime göre bu tarih 27 Şubat’a denk geliyordu, devrimin tarihe ‘Şubat Devrimi’ olarak geçmesi bundandır. Çarlığın işçilerin ve yoksulların üç günlük mücadelesi ile devrilmesinden, yani Şubat Devriminden yalnızca bir buçuk ay önce, 1917 senesinin Ocak ayının 22’sinde, Lenin sürgünde bulunduğu Zürih’te genç işçilerin düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmayı “Biz eski kuşak devrimciler, devrimi görecek kadar yaşamayabiliriz” diye bitirmişti... Öncü kadınlar Lenin'i bile mahçup etmişlerdi.

Emekçi Kadınlar Günü'nün 8 Mart'ta kutlanması kararı, Büyük Ekim Devrimi'nden sonra 1921’de Moskova’da yapılan Üçüncü Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda alındı. Bu kararla 8 Mart 1857’de yaşamını yitiren 129 kadın işçinin ve 8 Mart 1917’de Şubat Devrimi’nin fitilini ateşleyen grevleri başlatan, 'ekmek ve barış' sloganıyla sokaklara dökülen Petrogradlı dokuma işçisi kadınların anısına 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlandı. 1921'den itibaren tüm dünyaya yayılan Emekçi Kadınlar Günü'nü kapitalist devletler yarım asır boyunca görmek istemedi. Sonra formül, günün içinin ve anlamının boşaltılmasıyla bulunmuştu. Birleşmiş Milletler, 1977'de 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasına karar vermişti. Birleşmiş Milletler, bu günün neden kutlandığını bile açıklamaya cesaret edememişti.

VE TÜRKİYE...
Yirminci Yüzyıl dünyada emekçi kadınlar için böylesine hızlı başlarken Türkiye'de de hiç küçümsenmeyecek gelişmeler yaşanıyordu. İttihat ve Terakki'nin II. Abdülhamit'i tahttan indirip istibdat dönemini bitirdiği 1908'de sokağa çıkanlar arasında ilk defa kadınlar da vardı. Erkeklerle birlikte baskının yıkılışını kutluyorlar 'Yaşasın hürriyet' diye bağırıyorlardı. Tanzimat döneminden başlayarak verilen bu mücadelede kadınlar ilk kez büyük bir kazanım elde ediyorlardı. Bu Türkiye'de kadınların o güne kadar 'erkek işi' diye tarif edilen siyasete belki de ilk adım atışlarıydı. Zaten sonra bir daha da geri adım atmayacaklardı. Meşrutiyet döneminde eğitimin yaygınlaştırılması, ilk öğretimin zorunlu olması gibi uygulamalar başlatılmış, kadınlar için eğitim kurumları açılmıştı. Kız rüştiyelerinin 6 yıllık kız ilkokullarına dönüştürülmesi, kız öğretmen okullarının açılması, 12 Eylül 1914'te İstanbul'da bir kız üniversitesinin açılması dikkat çeken oluşumlardı. Kadın erkek eşitliğinin ilk yasaları arazi üzerindeki miras işlemlerinde eskiye göre kadınlara eşitlik getiren 1856 tarihli Arazi Kanunnamesi'ydi. Bununla birlikte toplumsal konulara hem duyarlılıkları hem de tepkisellikleri artan kadınlar İstanbul ve İzmir işgal edildiğinde erkeklerden önce sokaklara çıkmayı bildiler. Bununla da kalmadı, işgale karşı silah kuşanıp dağlara çıktılar, köy köy direnişe geçtiler. Tıpkı İzmir işgal edildiğinde Atina'da sokağa çıkıp 'Anadolu'nun işgaline hayır' eylemleri düzenleyen Yunan komünist kadınları gibi...

KADINLAR ARTIK YURTTAŞ
Genç Cumhuriyet, ülkeyi işgal ve yağmadan kurtaran kadınlara ödülünü onları ilk iş olarak yurttaş sayarak verdi. Bunu kadının seçme ve seçilme hakkına sahip olması izledi. Kadınlar Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün de hep yanında oldular. Karanlığa karşı Genç Cumhuriyet ile birlikte kol kola mücadele etti kadınlar.  Artık kadınlar, sokaklarda rahatça dolaşabiliyor, çeşitli meslekleri yapabiliyordu. Sokağa çıkıp üretim sürecine dahil olan kadınlar sınıf bilinciyle tanıştı. Uzun yıllar gizli toplantılarla, yasal olmayan eylemlerle günlerini kutlayan emekçi kadınlar, 60'lardan itibaren yükselen sınıf dalgasının gücünü arkasına alarak sokaklara çıktılar. Sadece 8 Mart'larda değil, 1 Mayıs'larda da yüzbinlerce kadın işçi, özellikle Türkiye Komünist Partisi ve Türkiye İşçi Partisi'nin çağrılarıyla meydanlara çıktı.

Bugün Türkiye'de kadınlar, 110 yıl önce istibdatı yıkarken bağırdıkları gibi yine özgürlük istediklerini söylüyor. Emperyalist işgale karşı direnen Anadolu kadınlarının torunları bugün, ''Keşke Yunan galip gelseydi'' diyecek kadar alçalan bu düzenin 'adam'larına karşı mücadele etmek zorunda. Yaklaşık 90 yıl önce seçme ve seçilme hakkını kazanan kadınlar, bugün yine seçimlerde yok sayılıyor. Partiler, zaten uyduruk oranlara sahip 'kadın kota'larına bile riayet etmiyor.

Kimi zaman 'ekmek istiyoruz' diyerek, kimi zaman seçme ve seçilme hakkını talep etmek için, kimi zaman savaşı veya işgali durdurmak için, kimi zamansa taciz ve cinayetlere karşı... Kadınlar hep sokaktaydı, hep de olacaklar. 8 Mart ise, bu kararlılığın yenilenmesi ve bu mücadele sırasında düşen kadın işçilerin anılması için önemli bir gün.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!