CHP’li Canpolat’tan İBB Başkanı Uysal’a yanıt!

CHP’li Canpolat’tan İBB Başkanı Uysal’a yanıt!

CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat’tan İBB Başkanı Mevlüt Uysal’ın "Ne kadar yüksek bedellerle satılmış, rantçı insanların oturduğu yer varsa, oralarda AKP'ye az oy çıkıyor” şeklindeki sözlerine tokat gibi yanıt geldi.

CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat, “Uysal’a tavsiyem; İstanbul’da rantın yüksek olduğu yerleri tespit edeceğine İBB’nin yetki ve sorumluluklarını öğrenmesi makamının hakkını verebilmesi açısından daha faydalı olur. 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’na göre Büyükşehirlerde imar planı yetkisi Büyükşehir Belediyesi’ne ait. İşinize gelince her türlü yetkiyi kötüye kullanan da sizsiniz, işinize gelmeyince yetkilerinizi unutan da” dedi.

CHP’li Canpolat, BirGün gazetesinde “Post-truth Çağında Türkiye: İftiralar, itiraflar ve İstanbul’un gerçekleri” başlığıyla yayımlanan bugünkü yazısında AKP iktidarının İstanbul’a hangi yöntemleri kullanarak nasıl ihanet ettiğini madde madde açıkladı. 

İktidar partisi mensuplarının halktan gerçekleri gizlediğini söyleyen Canpolat “İstanbul’u şantiye olarak gören bu rantiyecilere karşı her yerde ve her şartta gerçekleri söylemek yalnızca biz siyasetçilerin değil tüm İstanbulluların görevi ve sorumluluğudur. Gerçeklerin değil de iftiraların, mesnetsiz iddiaların, duyguların pompalandığı bir siyasi anlayışın ve onun medyasının iktidar olduğu bu post-truth çağında ancak gerçekleri hep birlikte korkmadan, sinmeden söylemeye devam edersek kazanabiliriz. Yapmamız gereken tek bir şey var, o da her yerde ve her durumda doğruları söylemek. George Orwell’ın dediği gibi “Evrensel kandırmaca dünyasında, doğruyu söylemek devrimsel bir harekettir” dedi. 

Canpolat, İstanbul’a hangi yöntemlerle nasıl ihanet edildiğini şöyle sıraladı:  

“Belediye, hazine ya da TMSF arsalarında adrese teslim satışlar yapıyorlar ve hemen ardından bu arsalar için yüksek imar artışları sağlanıyor. 

Vatandaşın sahip olduğu arsaya verilmeyen imar artışı, arsa el değiştirdikten sonra yeni sahibine (iktidar yandaşlarına) misli ile veriliyor. İmar planlarında yapılan düzenlemeler yeni bir sermaye sınıfı yaratmak için araç ve silah olarak kullanılıyor. 

Koruma Kurullarının yetkisi ve yapısı değiştiriliyor ve İstanbul’un değerlerine aykırı imar artışları denetlenemez hale getiriliyor. 

Yeşil alanlar önce ‘cami alanı, belediye hizmet alanı, sosyal kültürel tesis alanı’ gibi masum gerekçelerle parsele dönüştürülüyor. Sonra da bu alanlardan bazılarıyla ilgili yukarıdaki gerekçelere uygun ihtiyaç olmadığı açıklanıyor. Daha sonra ise bu alanlar ‘kaynak yaratma’ gerekçesiyle ‘akaryakıt, turizm, ticaret ya da konut’ alanına çevrilerek satılıyor. 

Kent yaşamının konforu olarak nitelendirilebilecek sosyal donatı alanları (otoparklar, spor alanları, sosyal kültürel tesis alanları) ‘turizm, ticaret, konut ya da akaryakıt istasyonu’ alanına çevriliyor ve satılıyor. 

Kamu malı statüsündeki ‘sosyal kültürel tesis’ alanları önce plan değişiklikleriyle ‘özel sosyal kültürel tesis alanı’na çevriliyor. Daha sonra da belirli vakıflara peşkeş çekiliyor.”

CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat’ın BirGün gazetesinde yayımlanan yazısının tamamı:  

“Post-truth” Çağında Türkiye: İftiralar, itiraflar ve İstanbul’un gerçekleri

Son yıllarda dünyada sık kullanılan ve çok tartışılan bir kavram var: Post-truth. ‘Hakikat sonrası’ olarak Türkçe’ye çevrilen post-truth kavramı, kamuoyunda bir konuyla ilgili mesnetsiz iddiaların ve kişisel kanaatlerin, somut bilgi ve belgelerle kanıtlanabilir gerçeklerden daha etkili olması durumunu ifade ediyor. 

Özellikle ABD’deki başkanlık seçimleri ve Avrupa’da yükselen popülist sağ siyaset ile birlikte dünya kamuoyunun gündemine giren post-truth kavramı bize biraz yabancı gelse de mesele tanıdık. Üstelik örnek vermek ve anlamak için de o kadar uzaklara gitmeye gerek yok. Çünkü dünya hakikat sonrası çağı tartışırken bizler bu tartışmalardan habersiz bu çağın en çetin sınavlarını veriyoruz. 

İktidar partisi mensupları her gün sabahtan akşama kadar gerçeklerin, somut yaşanan olayların üzerini örtüp kendi yarattıkları bir hayal dünyasını anlatıyor. Gerçeği gizleme yöntemlerinden ilki bu. Gezi Direnişi sırasında Dolar 1,92 TL oldu diye yeri göğü inletip toplumsal muhalefeti nasıl karalamaya çalıştıklarını herkes hatırlayacaktır. Doların 3,95 – 4 TL arasında gidip geldiği bugünlerde ise Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin açıklaması ibretlik bir post-truth örneği: “Ekonomimiz iyi durumda. Coşmuş olan bir ekonomimiz var… Büyüme rakamları açıklandığında Türkiye dünyada bir numara olacak.” 

AKP iktidarının bir diğer manipülatif söylem üretme şekli de ne yapıyorsa, nasıl davranıyorsa tam tersi bir şekilde açıklamalar yapmak. Buna da OHAL şartlarında Türkiye’nin yarı açık cezaevine dönmesi gerçeği üzerinden bir örnek verelim. Geçen hafta bir panelde Sayın Altan Öymen çok güzel ifade etmişti bu durumu; “Eskiden faili meçhul suçlar vardı, bugün suçu meçhul failler var.” Hakikaten durum tam da böyleyken Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rıza Sarraf davasıyla ilgili şunları söyledi: “Bazı şeyler uydurularak insanlar tutuklanırsa, vatandaşına sahip çıkamayan ülke konumuna düşersiniz.” Sanki “Bazı şeyler uydurularak tutuklanan” ve aylarca cezaevinde yatan ya da yatmaya devam eden dostlarımız, yoldaşlarımız hiç yokmuş; onlar bu ülkenin vatandaşı değilmiş gibi. 

Yukarıda iki başlıkta toplamaya çalıştığım tamamen duygulara yönelik gerçek dışı söylem üretme biçimiyle ilgili örnekler bir köşe yazısının değil bir kitabın konusu olabilecek kadar çok. Zaten her gün onlarca iktidar yanlısı gazete ve televizyon tarafından gerçeklerin değil gerçekmiş gibi sunulan yalanların nasıl pompalandığına şahitlik ediyoruz. İşin ilginç tarafıysa iktidardakiler artık birbirlerini dahi yalanlar pozisyona düşmeye başladı. O kadar alışmışlar ki gerçeği eğip bükmeye, içlerinden biri doğruyu söylese diğeri hemen ertesi gün çıkıp onu yalanlıyor.

‘Yalan atalım, nasılsa birileri inanır’ mantığı

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, 21 Ekim’de yaptığı bir konuşmada “İstanbul’a ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum’” demişti. Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Mehmet Özhaseki ise bu açıklamadan 3 gün sonra Erdoğan’ı yalanladı: “İstanbul’a en büyük ihaneti CHP yaptı.” Yandaş medya da bu piyese ortak olmakta geç kalmadı elbette. Onlar da İstanbul’daki kent suçlarını CHP’ye yüklemeye, “Yalan atalım, nasılsa inanan birileri çıkar” deyip hakikati kirletme yarışına girdi. İlerleyen günlerde de bu itiraflar ve iftiralar birbirini izledi. Sonra da bir bir istifalar gelmeye başladı. Bugün İstanbul dahil olmak üzere Türkiye’nin yarısı oy vermediği belediye başkanı tarafından yönetiliyor. Burada itirafların ve iftiraların konusu İstanbul olduğu için üzeri örtülemeyecek kadar açık ve net gerçekleri paylaşmakta, hatırlatmakta fayda var. 

Yaklaşık 16 asır boyunca Roma’ya, Bizans’a ve Osmanlı’ya başkentlik yapmış; 300 bin yıl önceye kadar uzanan bir tarihe sahip İstanbul, 1994’ten beri AKP zihniyetinin idaresi altında. Bugünkü İstanbul, tam 23 senedir aynı anlayışın esiri ve eseri. Bu güzel kenti gelişigüzel yöneten iktidar partisi seçilmiş belediye başkanını, yaptıklarının hesabını vermeden istifa ettirip ıskartaya ayırdı. Atanmış ve geçici İBB Başkanı Mevlüt Uysal da “görevi” gereği ilk günden gerçek ötesi açıklamalar yapmaya başladı. Sayın Uysal, İBB Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada en fazla gökdelenin bulunduğu, imar rantı yüksek olan ilçelerde CHP’nin AKP’ye göre daha fazla oy aldığını belirterek aklı sıra bizleri suçlamaya çalıştı. 

Sayın Başkan Uysal’a tavsiyem; İstanbul’da rantın yüksek olduğu yerleri tespit edeceğine İBB’nin yetki ve sorumluluklarını öğrenmesi makamının hakkını verebilmesi açısından daha faydalı olur. Çünkü büyükşehirlerde imar planı yetkisi Büyükşehir Belediyesi’ne ait. Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile bazı merkezi idarelerin de plan yapma yetkisi var.

5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7/b maddesine göre; Büyükşehir Belediye sınırları içinde 1/5000 ile 1/25000 arasındaki her ölçekteki imar planlarını yapma ve yaptırma yetkisi Büyükşehir Belediyesi’nin görevidir. Kentin yerleşim biçimine, bölgelerin ve arsaların (konut, sanayi, turizm) fonksiyonlarına, yapı yoğunluğuna bu planlarda karar verilir. İlçe belediyelerinin yukarıdaki planlara uygun olarak yapacağı 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarını onaylama yetkisi de Büyükşehir belediyesine aittir. Büyükşehir Belediyesi, ayrıca kendi hizmetleri için, 1/1000 ölçekli imar planını yapar, onaylar ve inşaat ruhsatı verebilir. Bunlar geçerli kanunların somut ve net maddeleri. İşinize gelince her türlü yetkiyi kötüye kullanan da sizsiniz, işinize gelmeyince yetkilerinizi unutan da.Geçtiğimiz hafta düzenlediğim basın toplantısında da açıkladığım gerçek şu ki; 1994’e kadar yani Sayın Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu tarihe kadar İstanbul’da gökdelen sayısı 4 idi. Bugün İstanbul’un 121 gökdeleni var. Suç da belli fail de. Bugün dikey yapılaşmaya yönelik özeleştiri yapan iktidar partisi mensupları yine bir yalanlar silsilesiyle gerçek emelleri için temel atma telaşında. Yalanla hüküm süren bu beylerin gerçekle olan ilgisi yalnızca toplumu yalanlarına inandırma sürecinden ibaret. Bu meselede de betona boğdukları İstanbul’da rant alanları azaldığı için yatay mimari adı altında İstanbul’un akciğerleri Kuzey Ormanları’nı ve 3. Köprü çevresini imara açmayı amaçlıyorlar. Bu da İstanbul’un mevcut tüm sorunların ikiye hatta üçe katlanması yani İstanbul’un sonu demek. 

İstanbul’a nasıl ihanet edildiğini, bu ihanetlerin hangi yalanlarla gizlendiğini herkesin çok iyi bilmesi gerekiyor. Çünkü İstanbul’u şantiye olarak gören bu rantiyecilere karşı her yerde ve her şartta gerçekleri söylemek yalnızca biz siyasetçilerin değil tüm İstanbulluların görevi ve sorumluluğu.

İhanetin belgesi var

Bir zamanlar “Rüşvetin belgesi olur mu?” sözü meşhurdu. Bugün “İhanetin belgesi olur mu?” diye soranlara “Evet binlercesi var” diyoruz. AKP’nin İstanbul’a ihanet ederken kullandığı yöntemlerden bazıları;

Belediye, hazine ya da TMSF arsalarında adrese teslim satışlar yapıyorlar ve hemen ardından bu arsalar için yüksek imar artışları sağlanıyor. 

Vatandaşın sahip olduğu arsaya verilmeyen imar artışı, arsa el değiştirdikten sonra yeni sahibine (iktidar yandaşlarına) misli ile veriliyor. İmar planlarında yapılan düzenlemeler yeni bir sermaye sınıfı yaratmak için araç ve silah olarak kullanılıyor.

Koruma Kurullarının yetkisi ve yapısı değiştiriliyor ve İstanbul’un değerlerine aykırı imar artışları denetlenemez hale getiriliyor. 

Yeşil alanlar önce “cami alanı, belediye hizmet alanı, sosyal kültürel tesis alanı” gibi masum gerekçelerle parsele dönüştürülüyor. Sonra da bu alanlardan bazılarıyla ilgili yukarıdaki gerekçelere uygun ihtiyaç olmadığı açıklanıyor. Daha sonra ise bu alanlar “kaynak yaratma” gerekçesiyle “akaryakıt, turizm, ticaret ya da konut” alanına çevrilerek satılıyor. 

Kent yaşamının konforu olarak nitelendirilebilecek sosyal donatı alanları (otoparklar, spor alanları, sosyal kültürel tesis alanları) “turizm, ticaret, konut ya da akaryakıt istasyonu” alanına çevriliyor ve satılıyor. 

Kamu malı statüsündeki “sosyal kültürel tesis” alanları önce plan değişiklikleriyle “özel sosyal kültürel tesis alanı”na çevriliyor. Daha sonra da belirli vakıflara peşkeş çekiliyor. 

Bu 6 maddenin her biriyle ilgili yüzlerce örnek göstermek mümkün. İlerleyen günlerde İstanbul’un parsel parsel kimlere peşkeş çekildiğini kamuoyuyla paylaşmaya devam edeceğiz. Bundan önce Sayın Erdoğan’a ihaneti itiraf ettiği için teşekkür etmek istiyorum. Biz mesajı aldık. Gereğini yapacağız. İstanbul’daki 496 deprem toplanma alanın 450’sini imara açan, kentsel dönüşüm adı altında vatandaşları yerinden yurdundan edip müteahhitlerin insafına terk eden, yeşil alanları betonlaştıran, imar artışlarıyla İstanbul’u nefes alınamaz hale getiren, Kuzey Ormanları’nı talan eden, kentin siluetini yok eden bu anlayıştan hakkımız olanı geri alacağız.

Gerçeklerin değil de iftiraların, mesnetsiz iddiaların, duyguların pompalandığı bir siyasi anlayışın ve onun medyasının iktidar olduğu bu post-truth çağında ancak gerçekleri hep birlikte korkmadan, sinmeden söylemeye devam edersek kazanabiliriz. Çünkü artık güneş balçıkla sıvanamayacak duruma geldi. Yapmamız gereken tek bir şey var, o da her yerde ve her durumda doğruları söylemek. George Orwell’ın dediği gibi “Evrensel kandırmaca dünyasında, doğruyu söylemek devrimsel bir harekettir.”