Hasan Aksoy: Yolumuz düşse Arguvan'a...

Hasan Aksoy: Yolumuz düşse Arguvan'a...

Hasan Aksoy: Sizi bilmem, ama ben Börek demem, kömbe derim.. Şalvar derim, boncuk oyalı tülbent derim, Hasret derim, yani ANA derim.. Pala bıyık derim, şapka derim, Elde nasır derim, yani BABA derim.. Sizi bilmem, ama ben, Malatya demem, Malatya ışıksız, Malatya zifiri karanlık.. Ben Arguvan derim, yarim Arguvan..

Şair ve Karikatürist Hasan Aksoy'un "YOLUMUZ DÜŞSE ARGUVAN’A.." yazısının tamamı:

YOLUMUZ DÜŞSE ARGUVAN’A..

Yol çektiyse sizi, gidecekseniz Arguvan’ın bir köyüne,
Çıkmadan yola, bir gün öncesinde ana-babayı aramalısınız. Artık hafta da iki gün şehre gidip gelen minibüsün şoförüne haber etsin;
- Bizim oğlan gelecek İstanbul’dan. Onu almayı unutmayasın, diye ..
On beş saat otobüs yolculuğundan sonra varacaksın şehir otogarına. Oradan köy garajına.. Bineceksin üstü yük dolu, koltukları yıpranmış, camları perdeli köy minibüsüne.. Tavanda ki raflarda şehirden alınmış meyve, sebze, öte beri.. İlle de açık ekmek, somun kokusu.. Yaşlıdır yolcuların çoğu.. Kalın kazaklar, ceketler ve kafalarında sekizgen şapkalar.. Hoş sohbettirler, şakacıdırlar.. Geç kalanlara verip veriştirirler..

Bu ortamda, büyükşehirlerde ki tıklım tıklım toplu taşıma araçları gelir aklına.. Bir yığın mutsuz, yorgun insan topluluğu.. Kimsenin kimseyi tanımadığı, selamlaşmadığı, en küçük bir olay da gürültünün, kavganın koptuğu.. Bunlar gelir insanın aklına ve minibüste koridora konmuş gübre çuvalının üzerine yumuşak bir koltukmuş gibi çökersin..

Şoför bitmiş olan kaseti ters çevirir. Amanı bol bir Arguvan türküsü yükselir.. İlla da Erhan Yılmaz..
Belki de “ Sen gelmezsen Arguvan’a gidemem “ diyordur.. Ya da “ Gül ki güller açsın al yanağında.. “

Yol boyunca bozkır, ağaçsız tepeler, tepelerin yamaçlarında kurulu köyler karşılar seni..Yine, yazı yabanda cılız koyun sürüleri, yaylımda ki inekler şöyle bir başını kaldırır, selamlarcasına... Derken uzaktan silueti görünür köyünün..Kimi toprak damlı, kimi tuğlalı evler..
Köy meydanına varan minibüsü omuzunda pardösüleriyle babalar, dedeler karşılar.. Kimisi minibüs şoförüne verdikleri siparişleri almaya gelmiştir, kimisi de gurbetten gelen yolcusunu karşılamaya..Bazıları da, kimin kimi geldi merakıyla gelmiştir.. Belki ayaküstü birkaç kelam edebilir düşüncesiyle..

Baban da gelmiştir pardösüsü omzunda. Görünce minibüsten indiğini, gözlerinin içi güler. Ellini öpersin, oda seni yanaklarından. Bizim oralar da babalar sarılmaz çocuklarına, çocuklar da babalarına.. Öylesine, anlamsız bir mesafe işte..

Köy meydanıyla evin arası ne uzun gelir insana.. Seni gören köylüler “ hoş geldin “ diyerek seslenir kapıdan ya da toprak damlı evin üzerinden.. Ananı bekliyor bulursun kapının önünde..Görünce gözleri dolar.. Elini öptürmez, sarılır sana.. Bizim oralar da analar sarılır çocuklarına, çocuklar da analarına..

Doğup büyüdüğün, kerpiçten yapılma, sıvaları yere yer dökülmüş, insanları gibi yaşlanmış ev gülümser sana.. Giriş kapısı ahşaptır.. Ahşaptır köy evlerinin kapıları.. Kilidi bile olmaz çoğu zaman.. Şehir yerini düşünürsün, çelik kapıları, onca kilit, onca kamera.. Ve onca hırsız..

Düne kadar yerinden kalkmakta zorlanan ana baba koşturur evin içinde.. Baba sobaya odun atar, ana sofra kurmanın telaşındadır.. Belki tarhana çorbası, belki bir gün önceden yaptığı içli köfte.. Ve köftenin üzeri için eritilen tere yağının kokusu.. Ev şenlenmiştir, ev canlanmıştır..

Çocuklar çekilmiştir, torunlar çekilmiştir.. Onların yerini kediler almıştır.. Bazı evler de sekiz, on kedi beslenir.. Mırmırlar evlerin başköşesine kurulur, gerinir, tüylerini temizler, paşalar gibi yatarlar. Sahiplerinin ilgilendiği bu yabancıya ters ters, kıskançlıkla bakarlar..

Haberini duyan komşular gelir akşam oturmaya.. Kimi belini tutarak, kimi bastonuna yaslanarak.. Anılardan konuşulur, yaşlılığın kapıya konulacak mal olmadığından.. İstanbul’da yaşayan oğluyla görüşemediğini duyduğunda üzülür.. Görüşmek için dört saat yol gitmen gerektiğini anlatamazsın ona..

Ertesi sabah, erkenden kalkar, parmak ucunda yürürcesine, sessizce hazırlık yaparlar. Baba sobayı ateşler, ana sobanın üzerinde ısınan sudan çayı demler. Ana iki büklüm beliyle sen geleceksin diye bir gün öncesinde ekşili ekmek yapmıştır. Sobanın üzerinde ısıtırsın, sürersin tereyağını ve üzerine çökelek.. Dürümde budur, börekte budur, çörekte.. Hele bir de tereyağlı kömbe yaptıysa..

**
Sizi bilmem, ama ben
Börek demem, kömbe derim..
Şalvar derim, boncuk oyalı tülbent derim,
Hasret derim, yani ANA derim..
Pala bıyık derim, şapka derim,
Elde nasır derim, yani BABA derim..
Sizi bilmem, ama ben,
Malatya demem,
Malatya ışıksız, Malatya zifiri karanlık..
Ben Arguvan derim, yarim Arguvan..