MİT Tırları Davası'nda karar... 25 yıl hapis!

MİT Tırları Davası'nda karar... 25 yıl hapis!

CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında MİT'e ait TIR'ların durdurulmasıyla ilgili görüntülere ilişkin davada tutuklama kararı çıktı. Berberoğlu'na 25 yıl hapis cezası verildi.

“MİT TIR’ları görüntülerinin yayınlanması” davasında CHP milletvekili Enis Berberoğlu 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme ayrıca Berberoğlu’nun tutuklanmasına karar verdi. Mahkumiyet kararı Enis Beberoğlu’nun “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini, siyasal ve askeri casusluk maksadiyla açıklamak” suçunu işlediği gerekçesiyle verildi. Bugünkü duruşmada kararını açıklayan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi önce “Mübbet hapis” cezasına hükmetti. Mahkeme “cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri ” gözönüne alarak cezada indirim takdirini kullandı. Cezayı 25 yıla indirdi. Öte yandan Berberoğlu’yla aynı davada yargılanan Can Dündar ve Erdem Gül’ün dosyaları ayrıldı.

ÖNCE MÜEBBET SONRA İNDİRİMLE 25 YIL

Hüküm açıklanırken çevik kuvvet polisleri de duruşmada hazır bulundu. Tutuklanmasına karar verilirken Berberoğlu ile birlikte duruşmayı izleyen çok sayıdaki CHP’li vekilin yaşadığı şaşkınlık yüz ifadelerine yansıdı. Daha sonra mahkeme başkanı duruşma salonunun boşaltımasına karar verdi.

Aynı dava kapsamında yargılanan Can Dündar ve Erdem Gül hakkında ise karar vermeyen mahkeme iki sanık hakkındaki dosyayı ayırdı. Gül ve Dündar hakkıdaki yargılama devam edecek.

Mahkemenin verdiği 25 yıl hapis cezasının ardından tutuklanan CHP Milletvekili, emekli gazeteci Enis Berberoğlu'nun savunması duruşmaya damgasını vurdu.

İŞTE BERBEROĞLU'NUN SAVUNMASININ TAM METNİ

Sayın başkan ve mahkeme heyeti,
Esas hakkındaki savunmamı yapmak üzere huzurdayım.
Bana yöneltilen üç suçlama var malumunuz.
Benim açımdan aykırılığına göre sıralıyorum:
 
I. Gizli kalması gereken bilgileri açıklama:
 
İddianamede malumunuz üzere TCK 328 söz konusuydu.
 
Siyasal veya askerî casusluk
(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiil;
a) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin yararına işlenmişse,
b) Savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye sokmuşsa,
Fail, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Daha sonra, Savcılık mütaalasında suç maddesi daha da ağırlaştırıldı.
 
Gizli kalması gereken bilgileri açıklama MADDE 330. - (1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla açıklayan kimseye müebbet hapis cezası verilir.(2) Fiil, savaş zamanında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise, faile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir
 
Sayın Başkan, mahkeme heyeti,
 
33 yıl aktif gazetecilik yaptım.
Bu süre içinde bırakınız beni, çalıştığım veya yönettiğim hiçbir kurum böyle bir suçlamaya muhatap kalmadı.
Sözünü ettiğim gazete ve TV kanalları devlet sırrının ve kamu yararının ne demek olduğunu bilen ve mesleki itibarları tarihi tanıklıkla tasdikli adreslerdir.  
Yanlışlıkla dahi olsa devlete zeval vermezler.
Kamu yararını her türlü çıkarın üstünde tutarlar.
 
Ben de o kurumların her basamağında çalışmış ve sınanmış bir haberciyim adeta o kurumsal yapının eseriyim.
 
Ama Savcılık bu kadar rahat şekilde “gizli belge temini” iddiasında bulunduğu ve buradan yola çıkarak casusluk suçu ürettiğine göre….
 
Gelin bu iddiayı hukuk çerçevesinde tartışmayı bir an için bırakalım, eski mesleğimin en kadim ve evrensel metoduyla imtihan edelim.
 
Haberciliğin günlük işleyişine dönük 5N1K kuralını belki duyanınız vardır.
Bir haberde olmazsa olmaz şartlar bellidir. Önce 5 N…
Yani Ne?, Nerede, Ne zaman?, Nasıl?, Neden/Niçin?
Ve son olarak bir K yani Kim?...
 
Bir haber örneği vermek gerekirse Enis Berberoğlu (yani kim) dün gece (yani ne zaman) tartıştığı filanca kişiyi evinin kapısında (yani nerede) alacak meselesi yüzünden (yani neden/niçin) tabanca ile vurarak (yani nasıl) öldürdü (Yani haber nedir derseniz, bir cinayet vakasıdır).  
 
Şimdi gelelim Savcılığın benim temin ettiğimi ve Can Dündar’a verdiğimi iddia ettiği habere…
Tecrübeli bir gazeteci olarak Savcılığın bu iddiasını kendi gazetem veya kanalım için haberleştirmeye kalksam 5N1K kuralının önce hangi maddesine takılırım biliyor musunuz?
Daha haberin gjrişini yazarken, “Ne Zaman?” sorusunun yanıtını bulamam ve bu durumda haber içi boş bir iddianame gibi düşer.  
Bu teşbihle anlatmaya çalıştığım üzere bana yöneltilen “gizli bilgi temin” suçlamasının içi tamamen boştur.
Çünkü Can Dündar’ın imzasını taşıyan haberin gizli hiçbir yanı yoktu.
Tekrar ediyorum, sır ve gizli olması mümkün değildi, çünkü aynı bilgi daha önce defalarca ifşaa oldu ve çeşitli tarihlerde yayınlandı.
Üstelik bu gerçek sadece dikkatli gazete okurlarının değil mahkemelerin de malumuydu. Resmi evrakla kayıt altındaydı.
 
Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin mahkemenize yolladığı Can Dündar ve Erdem Gül’ün serbest bırakılmasına ilişkin kararında Aydınlık Gazetesi’nin MİT TIR’ları haberini Cumhuriyet’ten 1 yıl dört ay önce yayımladığı tespiti vardı.
 
Can ve Erdem tutuklandı, serbest kaldı, hüküm giydi, bir mahkeme daha açıldı, ben de sanık oldum…
Ve nihayet Savcılığın aklına Aydınlık Gazetesi geldi.
Aydınlık Gazetesi’nin 21 Ocak 2014 tarihli haberinin yayımlandığı dönemde de Genel Yayın Yönetmeni olan İlker Yücel 29 Eylül 2016 günü ifadeye çağrıldı. Yücel ifadesinden sonra Adliye önünde medyaya şu açıklamayı yaptı:
 
- Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kurumunu, değil Suriye politikasını eleştirdik. Haber değeri taşıdığı için yayımladık.
 
Ertesi günkü Aydınlık Gazetesi’nin birinci sayfasında İlker Yücel imzalı ve daha ayrıntıya giren bir başyazı vardı:
 
“MİT TIR'ları haberini neden yayımladık?
MİT TIR'ları haberimiz nedeniyle 'şüpheli' olarak dün ifade verdik. 
Kamu yaran varsa bedelini göze alıp 'şüpheli' olmak görevimizdir. Bu yüzden ABD'yle iş birliği halinde Suriye'yi bölme planlarını ilk günden itibaren teşhir ettik. Aydınlık arşivi, kışkırtma günlerinde 'CIA cihadı' haberleriyle doludur. 
Nasıl ABD'nin PKK'ya silah vermesine karşıysak; Türkiye'nin Suriye'yi bölmek isteyen çetelere silah vermesine de karşıyız. (…)
MİT TIR’larını durdurulduktan iki gün sonra haber yaptık. Can Dündar ise olaydan 15 ay sonra 'ilk defa kendilerinin yayımladığını' iddia ederek görüntüleri haberleştirdi. …
M. İlker Yücel”
 
Demek ki gerçek neymiş?
 
1. MİT TIR’ları haberi ve görüntüleri ilk kez Cumhuriyet’in yayınından bir yıl 4 ay önce Aydınlık Gazetesi’nde çıktı.
 
2. Aydınlık arşivleri bu gerçeği sergiliyor, Anayasa Mahkemesi aynı gerçeği teyid ediyor, kayıt altına alıyor
 
3. Yetmiyor, bu mahkemeden Can ve Erdem’e ceza çıktıktan 4 ay kadar sonra ifadeye çağrılan gazeteci haberi ilk basanın Aydınlık Gazetesi olduğunu Savcılık ifadesinde kabul ediyor, ertesi günkü başyazısında “MİT TlR'larını durdurulduktan iki gün sonra haber yaptık. Can Dündar ise olaydan 15 ay sonra 'ilk defa kendilerinin yayımladığını' iddia ederek görüntüleri haberleştirdi” diyor.
 
4. Bu kronolojik delillendirme ile yetinmedim. Medya Takip Merkezi isimli kuruluşun web sitesinde yaptığım rastgele bir aramada MİT TIR’ları ile ilgili 21 Temmuz 2014 tarihli bir basın toplantısı haberine rastladım.
 
Bir muhalefet milletvekilinin açıkladığı MİT TIR’ları görüntülerinin ertesi gün yani 22 Temmuz 2014 tarihinde 11 ayrı gazetenin sayfalarında çıkmış olduğunu kanıt olarak sundum.
 
Cumhuriyet’in haberinden bir yıl öncesine dayanan bu yayınlara ilave olarak Star Gazetesi’in 24 Ocak 2015 tarihli haberini örnek verdim.
 
5. Ama bu dava sanki bütün bunlar yaşanmamış, yazılmamış, duyulmamış gibi hala “gizli belge temini” iddiasıyla devam ediyor, savcılık hakkımda müebbed istiyor.
 
Bence bu işte çok ciddi bir yanlışlık var!
Böyle diyorum ve yanlışlığı izaha başlıyorum.
 
Bu dava her ne kadar gizli belge ve terör örgütü gerekçesiyle açılmış olsa da, maalesef aslında yargılanan demokratik siyasi muhalefettir.
 
Daha da özeline inersek, bu dava 2015 tarihinde yürürlükte olan ve bugün mecburen terk edilmiş, hatta tamamen U dönüşü yapılmış olan Suriye politikasının o tarihteki yarattığı, başa çıkılamayan sorunları örtmeye yönelik panik atak kaynaklı tepkidir.
 
Yaşananların ulusal çıkarlarla kesinlikle hiçbir alakası yoktur. Aksine bu dava tıpkı FETÖ operasyonları gibi gerçekler karşısında çökmeye mahkumdur.
 
Sayın Başkan ve mahkeme heyeti,
 
Ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor.
En az Savcılık kadar ağır ithamlarda bulunduğumun bilincindeyim.
Müsaade ederseniz bu iddialarımı tamamen açık kaynaklardan derlediğim bilgi ve hatırlatmalarla sizlere kanıtlamak arzusundayım.
 
Diyorum ki bu davada siyaset yargılanıyor.
Bu cümleyi sadece huzurunuzda bir milletvekili ve sanık olarak bulunmamdan dolayı kuracak kadar abartılı bir egom yok.
 
“Siyaset yargılanıyor” diyorsam benim gibi düşünenlerden, yani yargılanan haberin Türkiye’nin o tarihteki Suriye politikasının yanlışlığına ışık tuttuğuna inanan politikacılardan örnek vereceğim içindir…
 
Can Dündar’ın MİT TIR’ları haberi yayınlandıktan sonra, hangi siyasetçi ve lider neler demiş, birlikte hatırlayalım.
 
Örneğin MHP lideri Devlet Bahçeli 30 Mayıs 2015 günü Bayburt’ta diyor ki:
 
- 19 Ocak 2014 tarihinde alınan bir ihbar üzerine Adana'da MİT TIR'ları Cumhuriyet Savcılığı tarafından durdurulmuştu. Erdoğan aylarca buna ‘ihanet' dedi. Aylarca savcının ve askerin meşru ve hukuki tutumunu düşmanlık olarak gösterdi. Davutoğlu da Erdoğan'dan aldığı talimat ve buyruklar doğrultusunda aynı tavır içinde oldu. AKP hükümetinin tüm mensupları ağız birliği ederek TIR'larda ilaç olduğunu söylediler. Milli güvenliği ve devlet sırrını bahane gösterdiler. Türkmenlere yardım götürüldüğü yalanını söylediler. TIR'larda silah olduğu iddialarını sürekli reddettiler. Şimdi tüm gerçekler fotoğraflı bir şekilde ortaya çıkmıştır. MİT TIR'larının içinde bir şehri tümden havaya uçuracak silah ve mühimmat olduğu açıklığa kavuşmuştur. AKP'li bir genel başkan yardımcısının bu silahların Özgür Suriye Ordusuna gönderildiğini itiraf etmesine rağmen, üzerinde kimseler durmamıştır.
 
Bu arada MHP liderinin ismini vermeden işaret ettiği AKP’li Genel Başkan Yardımcısı’nın bu konudaki ifadesinin yer aldığı videosu halen Youtube’ta bulunan Yasin Aktay olduğunu kayıtlar için vurgulayayım.
 
Kastım şudur; Bahçeli’nin de doğru tespit ettiği gibi MİT TIR’larının yükü Cumhuriyet’in haberinden çok daha önce siyaset sahnesinde ve hatta AKP yönetimi nezdinde bile tartışılıyordu.
 
Bugün AKP hükümetinin başbakan yardımcılığı görevinde bulunan Tuğrul Türkeş de malum haberden üç gün sonra tartışmaya katıldı. Ve dedi ki:
 
- Burada bizi izleyenlerin huzurunda yemin ediyorum. Vallahi ve billahi o silahlar Türkmenlere gitmiyordu. Bilerek söylüyorum. İddia ederek söylüyorum. Bizim o bölgeyle irtibatımız var. Bayır-Bucak Türkmenleriyle, Halep’tekilerle irtibatımız var.  
 
Bu açıklamasından birkaç ay sonra AKP’ye katılan ve Başbakan Yardımcılığı’na getirilen Türkeş bildiğim kadarıyla bugün de bu cümlesinden geri dönmedi.
 
Milliyetçi mazileri ve devlete sadakatleri tartışma götürmeyen bu iki isme CHP, HDP ve diğer partilerin tepkilerini eklemek ve anlatmak lüzumsuz zaman kaybı olacaktır diye düşünüyorum.
 
 
Şimdi gelelim iddia makamının ikinci yanıltıcı tezine…
İkinci diyorum; siyaseti gizli belge ve casusluk bahanesi ile yargı önüne taşıma gayretini yeterince izah edebildiğimi düşünüyorum.
 
İddianamedeki ikinci yanıltıcı unsur tıpkı gizli belge olayındaki gibi zaman çelişkisi nedeniyle açık seçik ortadadır.
 
Savcılığın önünüzde bulunan fezleke ve iddianamede tekrar ettiği süreci biliyorsunuz. Sözde Ben hedef seçilmemişim ismime sözde bir delilden gelinmiş…
Nasıl mı? Savcılık diyor ki…
Can Dündar kitabında, haber kaynağı ile ilgili şu tarifi yaptı:
- “Nihayet 27 Mayıs Çarşamba günü öğleden sonra solcu bir milletvekili getirdi görüntüleri. ‘Merak ettiğin şey bu flaş diskin içinde’ dedi.”
 
Bu kitaptaki tarifi inceleyen Savcılık,  Can Dündar’ın telefon kayıtlarından o tarihte konuştuğu kişiler arasından beni şüpheli olarak seçti…Soruşturma ve kovuşturma böyle başladı.
Savcılık böyle diyor!
 
O tarihte milletvekili olmadığım gerçeğini şimdilik bir yana bırakalım.
Öncelikle kitabın yayın tarihine dikkatinizi çekmek istiyorum.
 
Can Dündar’ın kitabı 2016 nisan ayı başında piyasaya çıktı.
 
Ama Savcılık,  kitabın çıkmasından tam dört ay önce 3 Aralık 2015 tarihli Akşam Gazetesi’nde aralarında benim de bulunduğum 6 CHP’li milletvekilini haber kaynağı sıfatıyla şüpheli ilan ettiğini unutmuşa benziyor. Fark etmez Savcılık unutsa da ben unutmam.
 
Mahkemenize daha önce kanıt olarak sunduğum Akşam Gazetesi haberini bir daha hatırlatmak istiyorum.
 
Haberin birinci sayfa başlığı ve spotu şöyle:
''TIR KUMPASI 
CHP'YE UZANDI
 
Can Dündar ve Erdem Gül'ün MİT TIR'ları kumpasına yönelik görüntüleri, Zaman gazetesi muhabiri B.K' dan aldığı tespit edilmişti. Savcılık, şimdi sızmanın CHP'li bir vekil tarafından gerçekleştirdiği ihtimali üzerinde de duruyor. İkiliye destek için adliyeye gelen CHP'liler arasında bulunan vekil her an soruşturmaya dahil edilebilir.''
 
Devamını da birlikte okuyalım, zaten kısa:
 
''MİT TIR'ları kumpasında CHP parmağı mı var? 
MİT TIR'larıyla ilgili haber ve görüntülerin sızdırılmasında CHP'li bir vekilin de parmağı olduğu iddia edildi. 
Cumhuriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, casuslukla suçlanmış ve tutuklanmıştı ADLİ kaynaklardan edinilen bilgiye göre görüntülerin Zaman muhabiri B.K. tarafından servis edildiği iddiasının dışında CHP milletvekillerinden biri tarafından sızdırıldığı ihtimali üzerinde de duruluyor. Savcılık o milletvekilinin peşine düştü. Geçtiğimiz günlerde tutuklanan Cumhuriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül nöbetçi mahkemece 'silahlı terör örgütüne yardım, devletin gizli kalması gereken bilgileri açıklama, siyasal ve askeri casusluk' suçlarından tutuklanmıştı. Dündar'a destek olmak için adliyeye gelen isimler arasında CHP Genel Başkan Yardımcıları Sezgin Tanrıkulu, Enis Berberoğlu, CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, CHP'li vekiller Mahmut Tanal ve Onursal Adıgüzel de vardı''
 
Savcılığın Can Dündar’ın kitabını bahane ettiği ortadadır. Bu davaya bir CHP’li vekilin yani ana muhalefetin dahil edilmesi düşüncesi daha ilk günden itibaren yürürlüktedir.
Savcılık kaynak gösterilerek yapılan Akşam Gazetesi haberinin ne anlama geldiğini 16 Kasım 2016 tarihli duruşmada açıkça sordum.
Hala bir yanıt alabilmiş değilim. Bu sükutun ikrardan yani suçu kabullenmeden geldiği kanaatindeyim.
 
Sayın Başkan ve mahkeme heyeti,
Gizli belge iddiasını huzurunuzda çürüttüğüm inancındayım.
Can Dündar’ın bahse konu haberi gizli bir belgeye dayanmıyor.
Bunu 33 yıllık habercilik ve yayıncılık kariyeri ile neredeyse bilirkişi sayılabilecek konuma gelmiş emekli bir haberci olarak ben söylüyorum.
Anayasa Mahkemesi zaten kabul ediyor, haberi ilk yayınlayan gazetenin teyidi ve ifadesi Savcılığın önünde duruyor.
Zaten yeri gelmişken şunu da ifade edeyim:
Hiçbir şerefli Türk gazetecisi devletin güvenliğini zaafa uğratacak sırları temin etmez, haber yapmaz, basmaz.
Böyle bir girişime hiçbir gazete veya TV kanalı izin vermez.
Habercilik mesleği Savcılığın sandığı kadar ucuz ve denetimsiz değildir.
Türk basın şehitleri ve gazilerinin sayısı bu iddiama kanıttır.
Nitekim o meslek yani habercilik ve yarattığı kamuoyu sayesinde Türkiye’nin dünya kamuoyunda ağır itibar kaybına uğradığı, yüzlerce terör şehidine mal olan Suriye politikası değişebildi.
Eğer bugün hepimizin gurur duyduğu İŞİD ve PKK terörü ile eşzamanlı mücadele gecikmeli de olsa başladıysa burada yargılanan türdeki haberlerin katkısı unutulmamalıdır…
 
II. Terör örgütüne yardım:
Savcılık mütalaasında tarafıma yöneltilen bir diğer suçlama terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım ettiğim iddiasıdır.
İlgili yasa maddelerini hatırlatayım:
TCK 220/7: Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.
TCK 314/2: (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
 
Sayın Başkan ve mahkeme heyeti,
Size neden ve nasıl FETÖ’cü olmadığımı anlatarak vaktinizi harcamayacağım. Çünkü bu suçlama akla ziyandır.
Ben FETÖ üyesi veya bu örgüte yardım eden bir kişi olsam;
1. FETÖ’nün en büyük kumpas davaları olan Ergenekon ve Balyoz’a ilk günden itibaren köşemde, gazetemde muhalefet eder miydim?
2. Bu sebeple o tarihte Adliye’nin Süper Savcısı ilan edilen Zekeriya Öz tarafından uydurma Ergenekon şemasına konulur muydum?
3. FETÖ iddiasıyla kapatılan bir gazetenin manşetine “Ergenekon lobicisi” iftirası ile haber olur muydum?
4. Savcı Zekeriya Öz’ü 2008’de dava eder miydim? AKP’nin yasa değişikliği ile durdurulan bu davanın esas no’su 2008’e 1965’tir.
5. Yılların emeği neticesinde geldiğim genel yayın yönetmenliğinde FETÖ’nün kestiği vergi cezası baskısı altında yaşar mıydım?
6. 17-25 Aralık sürecinde kimilerinin yaptığı gibi her türlü yasadışı dinlemeyi satır satır yayınlamaz mıydım?
7. Bugün Hükümet adına ahkam kesen, kılıç sallayan havuz medyasının yıllarca yaptığı gibi  FETÖ’cülerle aynı başlığı atmaz mıydım?
Haydi bunları geçtim…
Terörist olsam, benden iki önceki genel yayın yönetmeni terör şehidi olan Hürriyet Gazetesi’ni beş yıl müddetle sorunsuz yönetebilir miydim?
Şemdinli’de terör örgütüne meydan okuyan o fotoğrafı verebilir miydim?
Teröristlerin hedefindeki devletin çözüm süreci projesine vesile olan söyleşi ve haberlere imza atabilir miydim?
Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan, Genelkurmay’a kadar devletin en hassas kurumlarında güvenilir bir muhatap konumumu koruyabilir miydim?
 
Mahkeme heyetinize nazikçe hatırlatmak isterim ki, benim konumumdaki kişilerin isimleri ile terör örgütleri aynı cümlede kullanıldığında, istisnasız olarak hedef diye anılırız, üye ve yardımcı suçlaması ile değil…
Dolayısıyla terörist olduğum iddiası karşısındaki isyanımı dile getirmek isterim. Enis Berberoğlu ismi ve terörist sıfatları yan yana durmaz.
 
Sayın başkan ve mahkeme heyeti,
Siyasete bildiğiniz üzere Cumhuriyet Halk Partisi saflarında atıldım.
Ve medyadan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’na seçildim.
Hem gazeteci üst kimliğim hem de hükümetin medyaya orantısız baskısı nedeniyle siyasi mesaimin neredeyse tamamı bu alana kaydı.
Defalarca izah ettiğim ve CHP Basın Birimi’nden 1 Ekim 2015 tarihinde kamuoyuna açıklandığı üzere “CHP Medyaya Baskıları İnceleme Komisyonu” kuruldu ve ben de koordinasyonu üstlendim.
Bu komisyon Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi gibi çatı kurumlarla eşgüdümlü çalıştı, medyaya baskıları kamuoyuna duyurdu, yeri geldiğinde direnişlerine ortak oldu.
Bu komisyon Hürriyet Gazetesi’nin Hükümet kışkırtması üzerine iki kez basılması sırasında olay yerindeydi. Birgün ve Yurt Gazeteleri’ne yapılan baskıya tanıktı, Cumhuriyet’e ve Sözcü’ye yapılan eziyete de karşı çıktı.
Bu sebeple, CHP’nin medya özgürlüğüne verdiği koşulsuz desteği karalamak amacıyla çalışmalarımızın sadece FETÖ suçlamasına muhatap kalan medya ile sınırlı gösterilmek istenmesi abesle iştigaldir.
Çok yakın mazide FETÖ ile siyasi ve mali ortaklık kuranların şimdi kalkıp bana ve partime çamur atmaları karşısında sessiz kalmayacağımı ve yasal haklarımı kullanacağımı yeri gelmişken ifade etmek isterim.
 
Sayın Başkan ve mahkeme heyeti,
Siyaset ve medya dünyasındaki kesişme alanındaki faaliyetlerimin her saniyesi şeffaftır ve hesap sorulmaya açıktır.
Nitekim, Savcılığın bu davanın sanıklarından Can Dündar ile 27 Mayıs 2015 günü yaptığım 21 saniyelik bir telefon konuşmasına dayarak iddianame hazırladığını görünce, mahkemenizden benim telefon kayıtlarımın, üstelik tek günlük değil üç aylık olarak incelenmesi talebinde bulundum. Ve Mahkemeniz tarafından uygun görüldü.
Bu talebim tamamen ilişki ağıma ve siyasi şeffaflığıma güvenimin eseridir. Ama aynı zamanda en güçlü savunma kanıtımdır.
Avukatım Murat Ergün, daha ayrıntılı anlatacağı için sadece kısaca özetleyeyim: Telefonumdaki trafikte sıra dışılık varsa anlaşılsın diye sadece 27 Mayıs tarihini değil, bir gün önce (26 Mayıs) ve bir gün sonrasını (28 Mayıs) taradım. HTS kayıtlarındaki 6 bin 662 sıra numaradan, 6 bin 380 numaraya kadarki toplam 118 arama ve mesajın kimlere ait olduğunu buldum çıkardım. Üç günlük telefon trafiğimin 36'sı medya mensupları ile, 52'si CHP yöneticileri ve Genel Merkez'deki ofisimle geçtiğini anladım. (Kalanı da eşim ve kızımladır.)
 
Bu telefon kayıtlarının da gösterdiği üzere, Can Dündar ile yaptığım telefon görüşmesi onlarca, yüzlerce benzeri gibi o tarihteki parti görevimle ilgilidir.
Hayatın doğal akışına uygundur.
 
Zaten o tarihte Cumhuriyet Gazetesi yöneticisi olan Can Dündar’ın da siyasetçilerle görüşmesi doğaldır. Nitekim Can Dündar’ın o gün biri eski diğeri aktif görevde iki milletvekili ile daha görüştüğü de ortadadır. Ve her ne hikmetse Savcılık tarafından görmezden gelinmektedir.

III. Siyasal ve askeri casusluk

Madde 328 - (1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir. 
(2) Fiil;

a) Türkiye ile savaş hâlinde bulunan bir devletin yararına işlenmişse,

b) Savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye sokmuşsa,

Fail, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
 
 
 
Sayın Başkan ve mahkeme heyeti,
 
Savcılığın casusluk suçlamasını anlamakta ve yorumlamakta zorlanıyorum.
Çünkü nasıl bir casussam, iddianameden aynen okuyorum;
“….27/05/2015 günü Milletvekili Kadri Enis BERBEROĞLU'nun henüz nereden ve kimden temin ettiği bilinmemekle birlikte, flash disk halinde yargılanan Can DÜNDAR'a teslim edildiği;29/05/2015 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde de yayınlandığı anlaşılmaktadır” deniliyor.
O tarihte vekil olmadığımı ve basılan haberin gizli olmadığını geçelim…
“Nasıl bir casussam” vurgusuna dönelim…
 
Çünkü Savcı’ya göre kaynağım belli değil.
Hatta gizli dedikleri bilgiyi kimden aldığım konusunda Savcılığın hiçbir bilgisi yok…Ama maşallah fikri ve zikri bol.
 
Haydi diyelim ki, casusluğun kaynağını bulamadı Savcılık.
Bari Can Dündar’a bilgiyi ve belgeyi kimin ulaştırdığı konusunda kararını verebilse…Çünkü malumunuz;
• Can Dündar ile Erdem Gül tutuklanmak üzere mahkemeye sevk edilirken denildi ki, “kaynakları gazeteci B.K”
• Birkaç ay sonra iki avukat tutuklandı, medyaya yansıyan gerekçeyi hatırlayın: Can Dündar’a MİT TIR’ları görüntülerini temin etmek ve mali çıkar karşılığında yayınlatmak.
• Son olarak ve yine birkaç ay sonra ben de aynı suç iddiası ile mahkemenizde yargılanmaya başlandım.
 
Hukukçu değilim ama aynı suçla önüne geleni itham etmenin gayri ciddi bir iş olduğunu görecek kadar bilgi ve görgüm mevcut.
 
İddianameler bilgiye dayanmayınca maalesef ileri sürülen fikirler de temelsiz, çürük gülünç kalıyor.
Mesela hangi casus elde ettiği bilgiyi gazeteye manşet atar ki?
 
Tıpkı rahmetli üstat Uğur Mumcu’nun söylediği gibi, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmamalı” …Önüne gelene suç atılmamalı.
 
 Sayın Başkan ve mahkeme heyeti,

Saydığım gerekçelerle beraatımı istemekle kalmıyorum.
Bu dava vesilesi ile bir önerimi kayıtlara geçirmek istiyorum.

Zaten bence yargısız infaz ile Adliye’de yargılanmanın farkı budur.
Ben bu dava ile ilgili fezlekem yolda iken dokunulmazlığımın kaldırılmasına karşı çıkmadım…Yargısız infaz yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin Adliyesi’nde hâkim önüne çıkmayı seçtiğimi kamuoyu önündeki her açıklamamda belirttim. Sadece iddiaların değil savunmamın da kayıt altına alınmasını, tarihe dipnot düşülmesini istedim. Ve bu amacıma ulaştım.

Savunmamı tamamlarken kayıtlar için önerimi dikkatinize sunuyorum.

Demokrasilerde malumunuz üç erk vardır.
Yürütme, yasama ve yargı…
Bir de medya dördüncü kuvvet olarak tanımlanır.
Ben bildiğiniz gibi medyadan geldim ve yasama organının üyesiyim.  
Her iki görevim sırasında da “güçler ayrılığına” itiraz eden tek bir yazımı- manşetimi veya milletvekili olarak bu yönde tek cümlemi gösteremezsiniz.
 
Aksine her zaman güçler ayrılığının savunucusu oldum, demokrasi kriterlerinde bu ölçüyü ilk sıraya yerleştirdim.
Ve fakat bugün bu davada geldiğimiz karar aşamasında;
 
1. Yargılanan belge veya terör örgütü değil mevcut siyasi iktidarın muhalefeti, özelinde bir dönemin yanlış Suriye politikasına itirazdır.
Bu açıdan bakıldığında her mahkeme neyi ve nasıl yargıladığına karar vermeli, yetki sınırları içinde kalmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Adliyesi’nde siyasi muhalefetin-örneğin Suriye politikası üzerinden-yargılanması ihtimalinin güçler ayrılığına, demokratik düzene aykırı düştüğü ortadadır.
 
2. Malumunuz üzere Yargıç ve Savcıların atamasını yapan Hâkim Savcılar Kurulu, yakın geçmişte, tek bir kişi eliyle AKP Genel Başkanı tarafından şekillendirildi.
Bu tek seçici, önce Başbakan’dı, şimdi Cumhurbaşkanı.
Üstelik bu davaya da müdahil.
Bu aktif siyasetçi ve yargının sicil amirinin davaya müdahilliğinin muhalif bir siyasetçi hakkındaki karara gölge düşürme riski aşikardır.
 
3. Dosyada elle tutulur tek bir kanıt ve tanık olmamasına karşın müebbetle yargılanıyor olmamın muhalif siyasete açık gözdağı diye algılanması doğaldır.
Bu kadar çürük bir iddianame ile ceza almamın sadece seçilme hakkı gibi hukuki değil kişisel ve kurumsal siyasi sonuçları da olacaktır.
Hiçbir mahkemenin muhalefete karşı gövde gösterisine iştirak veya ceza verme gibi bir işlevi kabul etmeyeceğine inancımı yineliyorum.    
 
Teşekkür ederim, heyetinizi saygıyla selamlarım.
Enis Berberoğlu
Emekli gazeteci, CHP milletvekili