Yeni parti için flaş iddia: Yeni parti AKP'de karşılık buldu

Yeni parti için flaş iddia: Yeni parti AKP'de karşılık buldu

Gazeteci Murat Yetkin’e göre AKP içinde ciddi huzursuzluk hakim. Yargı ve medyada da bu rahatsızlık baskın. Davutoğlu’nun çıkışları ise Abdullah Gül ve Ali Babacan’ın geri adım atmasına neden oluyor.

31 Mart seçimlerindeki başarısızlığın ardından AKP içindeki kimi çatlaklar daha da belirgin olmaya başladı. Bir yandan Abdullah Gül’ün, diğer yandan da Ahmet Davutoğlu’nun isimleri kurulacak yeni partinin liderliği için anılıyor. Özellikle Davutoğlu’nun geçen haftaki eleştirel tweetleri, ‘eski başbakanın kılıçları çıkardığı’ yönündeki yorumları beraberinde getirdi.

Doğrusu bunlar AKP içinden duymaya pek alışık olduğumuz argümanlar değildi. Elbette kendisinin başta Suriye politikası olmak üzere yaptığı majör dış politika hatalarından hiç bahsetmedi ama; bir kişinin hem parti başkanı hem cumhurbaşkanı olmasının yaratacağı problemlerden, devletin benimsediği aşırı güvenlikçi anlayışın yanlışlığına kadar, Davutoğlu pek çok başlıkta yaptığı eleştirilerle Erdoğan’a açıkça parmak salladı.

Bu aşamadan sonra ne olacağı merakla bekleniyor. Birçokları “AKP içinden yeni bir parti çıkarsa, bu parti AKP tabanında ne kadar etki uyandırır” diye hesap yapmaya başladı bile. Bunu şimdiden kestirmek güç olsa da, kesin olan bir şey var ki, Erdoğan’ın kurguladığı anlam örgüsü artık ayan beyan çözülüyor. Erdoğan ne kitlesinin tamamını ne de parti içindeki kadroların bütününü kendi denklemine ve siyasi hikâyesine ikna etmeyi başarabiliyor. Cumhurbaşkanı’nın beka söylemi, “Ama MHP altımızı oyuyor” homurdanmalarını susturamıyor. “Tek devlet/tek millet” gibi ifadelerle bezediği tekçi anlatı ise “İyi de Kürtleri tamamen kaybettik” fısıltılarının üstünü örtemiyor. Bunun yanında başta yargı olmak üzere devlet kadrolarındaki partizanlaşmanın yarattığı rahatsızlık da alarm seviyesinin üst sınırlarına ulaşmış durumda.

Murat Yetkin, konuyu yakından takip eden bir gazeteci. Hürriyet grubundan ayrıldıktan sonra, kendi internet sitesinde kaleme aldığı yazılarla mesele özelinde dikkat çekici analizler yapıyor. Ankara kulislerine de epey vakıf olan Yetkin Birgün gazetesinden Berkant Gültekin’in sorularını yanıtladı. Yetkin’in söyleşisi şöyle;

•Bir süredir AKP içindeki küskünlerin yeni bir parti kuracağı konuşuluyordu. 31 Mart sonuçlarının ardından bu yöndeki tartışmalar hız kazandı ve çatlak daha görünür olmaya başladı. Seçimdeki başarısızlığın bunda payı nedir?

Aslında yeni parti konusunun 31 Mart sonrası başladığı kanısında değilim; hatta belki 31 Mart’la süreç biraz yavaşladı. Ayrıca bu kişiler kendilerini küskün olarak tanımlamıyorlar. Daha önceki, ANAP veya DYP dönemlerindeki, yani 2000’ler öncesindeki Küskünler Hareketi gibi bir şey yok. Burada daha başka türlü bir şey görüyoruz. Seçimlerden önce hızlanmış bir süreç vardı. Abdullah Gül ve Ali Babacan’ın ismi ön plana çıkıyordu. Fakat Ahmet Davutoğlu’un hamlesiyle onlar sanki geri çekildi. Bu bilinçli bir şey değildi, öyle gelişti. Dolayısıyla ben doğrudan 31 Mart seçimlerinden alınan sonuçla birebir bağlantılı bir şey olarak görmüyorum. Ama seçimin de etkisi mutlaka olmuştur. Yine de tek etkinin bu olduğuna inanmıyorum.

•Yani Cumhur İttifakı 31 Mart’ta mutlak bir başarıya ulaşsaydı, yine aynı eleştiriler dile getirilecekti diyorsunuz? 

Yani o zaman belki daha ötelenirdi. Bu eleştiriler daha geri planda kalırdı. Ama şunu söylemek istiyorum: AKP içinden yeni oluşumlar çıkma senaryoları doğrudan seçim sonuçlarıyla bağlantılı gelişmeler değil. Benim izleyebildiğin kadarıyla, seçimlerden önce de bu sorunlar, şikâyetler ve rahatsızlıklar dile getiriliyordu.

BİRİNCİ SIRADA ‘ŞAHIS PARTİSİ’ ELEŞTİRİSİ VAR

•Cumhur İttifakı, yani AKP’nin MHP’yle kurduğu ilişki burada nasıl bir rol oynuyor? Davutoğlu’nun tweetlerindeki güvenlikçi politika eleştirisi, MHP’nin ağırlığına ve aynı zamanda Kürt sorununa dair bir mesaj olarak okunabilir mi?

MHP bence önemli bir etken. Genel olarak zaten AKP’nin kuruluş çizgisinden çıkması durumu var. Bana kalırsa 2014’ten itibaren, bu kesimin kendi ifadesiyle “dava partisi” olmaktan çıkıp, giderek şahıs odaklı, yani lidere bağlı bir parti haline geldiği yönündeki eleştiri, aslında birinci sırada rol oynuyor. Davutoğlu’nun manifesto olarak adlandırılan tweetlerinde, güvenlikçi politikalara doğrudan atıf var. Bunlar AKP’de karşılık da buluyor. Ama bu Davutoğlu söyledi diye karşılık bulmuyor. Zaten bu yönde bir rahatsızlık söz konusu.

Şimdi somut konuşmak gerekirse, AKP ile MHP 30 ilde yarıştı; buralarda ittifak yapmadılar. Bu illerdeki duruma hem biz gazeteciler bakıyoruz, hem de tabii ki AKP’liler bakıyor. Görünen şudur: bu illerde AKP’nin yüzde 7 kadar kaybı var, yüzde 6,5 kadar da MHP’nin kazancı var. “Altımızı oyuyorlar” söylemleri boşuna değil; belediyeler kaybediliyor. Öteki tarafta bakıyoruz, 6 şehrin belediyesi AKP’den MHP’ye geçmiş ama büyükşehirlerde hem AKP’li hem MHP’li belediyeler CHP’ye gitmiş. Böyle bir durum var ve bu dikkat çekiyor. Dolayısıyla AKP’lilerin dile getirdiği, “Bu ittifak bizden çok MHP’ye yarıyor” söylemlerinin kaynağı bu.  Davutoğlu da bunun farkında olarak bu eleştirileri yöneltiyor diye tahmin ediyorum. Bunun parti tabanında bir karşılığı var çünkü.

Tabii ki Davutoğlu’nun tweetleri Kürt sorununa ilişkin bir mesaj da içeriyor. Kaçıncı defadır Erdoğan Türkiye ittifakı diye bir şey söyledi. Bahçeli ise buna ısrarla karşı çıkıyor, “Cumhur İttifakı varken ne lüzum var” diyor. O istemiyor böyle bir şey. Bu seçimde ciddi bir şekilde kırılma yaşandı. Kimse CHP’nin adayları çok iyi şeyler vadediyor, AKP’nin adayı çok kötü şeyler vadediyor diye oy kullanmadı. Ne için oy kullanıldığı belliydi.

Erdoğan’ın koymak istediği düzen ve bu seçimler için bakarsak, Erdoğan-Bahçeli işbirliğinin savunduğu sistem geçerli olacak mı, olmayacak mı? İnsanlar bunun için oy kullandı. Ama Erdoğan şunu gördü, zamanında kendisine verilmiş Kürt seçmenin oyları, en azından ciddi bir kısmı artık verilmez oldu. Özellikle büyükşehirlerde Kürt seçmenin oyunu kaybettiğini fark etti. Bu yüzden sık sık “HDP teröristtir, CHP de terörle işbirliği yapıyor” gibi sözleri tekrarlıyor. Erdoğan’ın “Kızgın demiri soğutalım” söylemine, Bahçeli çok sert şekilde karşılık verdi. Onun bir gün sonrasında da Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi gerçekleşti. Bunlar bence hiç rastlantısal şeyler değil.

GÜL İLE DAVUTOĞLU AYNI YERDE DEĞİL

•Davutoğlu ile Gül’ün isimleri bir arada anılıyor. Bir ekip olarak, ortak hareket ediyorlarmış gibi düşünülüyor. Aralarında bir açı farkı var mı yoksa parti içindeki eleştirel kanadın iki temel temsilcisi mi bu isimler?

İkisinin de herhangi bir beyanı yok ama benim izlenimim şu: Gül ve Babacan’ın kafasında olanlarla Davutoğlu’nun kafasında olanlar aynı değil. Düşündükleri örtüşmüyor ve Davutoğlu’nun her çıkışıyla, Gül-Babacan hareketi gibi gördüğümüz yapı biraz daha erteleniyor. Yani Davutoğlu’nun her çıkışı aslında onları geciktiriyor gibi bir izlenime sahibim. 

'GÜL VE BABACAN’IN AKLINDA İKİNCİ ÖZAL HAREKETİ VAR'

•Buradaki ayrımın temelinde ne yatıyor? İdeolojik görüş ayrılıkları mı başka türden bir şey mi?

Davutoğlu’nun tweetlerinden benim anladığım, kendisi “Ya bu partiyi bana verin ya da ben gidiyorum” diyor. Hem Gül’ün hem de Babacan’ın çok dolaylı konuşmalarından yorumladığım ise onların ikinci Özal hareketi gibi bir şey tasarladığı. Yani sadece Milli Görüş kökeninden gelmeyen, liberallerin, belki hatta sosyal demokrat eğilimde iktisatçılar gibi isimlerin de yer alabileceği bir hareket düşünüyorlar. Bu daha yeni ve biraz daha muhafazakâr, dindar nitelikleri olan bir Özal hareketi gibi; AKP’den daha dindar demiyorum, ANAP’a göre söylüyorum. Yani Davutoğlu ve Gül, ne ideolojik ne de siyasi olarak uyuşuyor.

Bir de Suriye politikasından, aslında biraz haksızlıkla da, Davutoğlu sorumlu tutuluyor. Haksızlık dememin nedeni, Davutoğlu kimsenin alnına silah dayamadı Türk dış politikasının geleneksel çizgisine aykırı Suriye politikası için; o zaman Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan ise Recep Tayyip Erdoğan’dı. Fakat bugün hükümet yanlısı basına baktığımızda, çok yüksek insani, siyasi ve bütçe maliyetleriyle karaya oturmuş Suriye politikasından tamamen Davutoğlu’nu sorumlu tutuyorlar.

Bununla birlikte, Davutoğlu’nun maksimalist, “Ortadoğu bizim” şeklindeki anlayışı ve yeni Osmanlıcı diye eleştirilen bakış açısı bunun gerekçesi tabii. Benim konuştuğum birkaç kaynak, Facebook üzerinden yayınladığı uzun bildirgeye atfen, “En azından bari özeleştiri yapsaydı” dedi. Hiçbir şey olmamış, sanki her şey çok yolundaymış gibi bir tutum içinde şu an. Şu da bir gerçek; Davutoğlu istifaya zorlanmış bir genel başkandı. Bir tür saray darbesiyle gitti. Kendisi de “Mecbur kaldım istifaya” diyerek bunu söyledi zaten.

Hatta hükümet, bunu medyada vurgulanmasını engellemek istedi; gösteren gazetelerin de biraz başı belaya girdi o dönem. Ama sonuçta söyledi bunu ve gizli bir şey olarak kalmadı. Bugüne geldiğimizde ise Davutoğlu, hiç suçu yokmuş, olay sadece kendisinin tasfiyesiymiş ve eğer göreve devam etseydi Türkiye sanki bambaşka bir ülke olacakmış gibi izlenim vermek istiyor. Bu izlenim hem AKP içinde hem dışında yankı buluyor. Hiçbir oy tabanı, etkilediği kitle yok değil, var; bu da bir gerçek. Ancak bu yeni bir muhalefet hareketini ortaya çıkaracak gibi bir kitle mi? Bundan benim de tereddütlerim var.

•Peki Davutoğlu’nun aklında ne var, ne yapmaya çalışıyor?

Kendisini temize çekmeye çalışıyor. Kendince yarım kalmış bir hesabı bitirmeye çalışıyor.

SEÇİM YENİLGİSİ KAYNAKLARI KESTİ

•Görünen ve bilinen simalar dışında, yargıda, medyada ya da devletin herhangi bir kurumunda veya başkaca kademelerinde, AKP içindeki bu çatlağın bir yansıması var mı?

Medyada epey var; hem de şiddetle var. 2 Mayıs’ta Türkiye gazetesinde yayımlanan Fuat Uğur’un yazısı, artık o cenahta sanki birbirlerine karşı hasmane bir tutumun başladığını gösteriyor. Erdoğan’ın eski metin yazarı, eski milletvekili Aydın Ünal Karar gazetesinde buna sert bir karşılık verdi; işte “Pelikan Çetesi” filan diyerek. Artık isim verme aşamasına kadar gelen bir gerilim söz konusu. Bu tabii seçim sonuçlarıyla bağlantılı bir şeydir. Çünkü seçim sonuçları belediyelerin yapısını değiştiriyor ve belediyelerden medyanın bazı kesimlerinin yararlandırıldığı yönünde birtakım emareler ortaya çıkmaya başladı. Bu tabii ciddi rahatsızlığa yol açıyor bu kesimde. Bu iki boyutlu bir rahatsızlık…

Birinci boyutu şahsi; suyun başı kesilecek, kaynak kesilecek endişesi. İkincisi, son bir iki senede yapılan birtakım hamlelerle medyanın bugün yüzde 90’ı tamamen hükümete de değil, doğrudan Erdoğan’a yakın. Medya gruplarının yüzde 90 kadarı Erdoğan’ın yörüngesindeki iş adamlarının kontrolünde. Peki, ne işe yaradı? Hiçbir işe yaramıyor. Ne kimse seyrediyor bunları, ne de okuyor. Satışlar ortada, gerçek rakamları bilen biliyor. Tüm medya Erdoğan’ın ama bu bir işe yaramıyor.

Geçenlerde Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, Deutsche Welle, BBC, Sputnik gibi medya organlarını kastederek “Bunlara neden izin veriliyor?” gibilerinden sordu? Demek istiyor ki “Bizi bu yüzden kimse okumuyor.” Sanıyor ki bunlar olmazsa herkes dönüp “Salih Tuna ne demiş?” diye bakacak. İşin ikinci boyutu da bu… Sadece Davutoğlu, Gül meselesi değil yani: medyanın tek sesli hale getirilmesi, binlerce medya çalışanının işsiz kalması pahasına bir avuç paraşütle indirilmiş ismin, bir ölçüde belediye imkânlarıyla parlatılıp zenginleştirilmesi üzerine kurulu bir tezgâh işlemez hale geliyor 31 Mart seçimleriyle; özellikle de İstanbul’da.

Ekranda gerdan kırıp kahkaha atmayı, uçakta resim vermeyi marifet sayan bu kalemşorların İstanbul’da yeniden seçim talep etmelerinin önemli bir nedeni, bu çarpık sistemin devam etmesini istemeleri. Belediye CHP’ye geçtiği kesinleşirse bu tezgah bozulacak. Zaten gazetelerinin alanları ve televizyonlarının izleyenleri hızla düştüğü halde, dünyanın parasını yutuyorlar. Bu paraların nerelerden geldiği de belli; neticede milletin cebinden geliyor. Sadece belediyeler de değil tabii ki bunun kaynağı. Seçimi kaybettiklerinde bu sistemin bozulacaklarını bildikleri için, YSK üzerinde baskı kurmaya çalışıyorlar.

YARGI İÇİNDE DE BÜYÜK RAHATSIZLIK YAŞANIYOR

•Anlattığınız, medya açısından seçim sonuçlarının taravmatik boyutu. Yargı içinde AKP içindeki siyasi ayrımın uzantıları yok mu?

Yargı için de, Anayasa Mahkemesi’nin önceki başkanlarından Haşim Kılıç’ın söyledikleri önemli. “Önce ahlak ve maneviyat diye geldiler, ne ahlak kaldı ne hukuk” benzeri eleştiriler yöneltti. Aynı şekilde AYM’nin yıldönümü töreninde, mahkeme başkanı Zühtü Arslan’ın söyledikleri de kritik. Tabii görevde olması nedeniyle daha dolaylı konuştu ama sözleri bir rahatsızlığın olduğunu gösteriyordu. Bu rahatsızlığın doğrudan Davutoğlu’nun söylediklerine bağlı olduğunu söylemek haksızlık olur. Çünkü dağ gibi yığılmış dosyalarla ilgileniyor AYM. İşin o boyutları da var. Yargı içinde kayırmacılık, ehil olmayan isimlerin tekrardan göreve gelmesi gibi olaylar büyük rahatsızlık yaratıyor. Geçenlerde şöyle bir haber vardı: Kılıçdaroğlu’na saldıran kişiyi serbest bırakan savcı, Ensar Vakfı Ankara Şubesinin önceki başkanıymış; avukatlıktan savcılığa geçmiş.

Bu tür uygulamalar var. Bakın, Adalet Akademisi kaldırılmıştı. Şimdi tekrar gündeme getiriyorlar. Çünkü önüne geleni, “Bizim eleman” diye hâkim ve savcı yapmak bir yere kadar işledi. Şu anda işlemiyor artık. Emniyet’te de benzeri oluşumlar var. Daha önce Fethullahçılardan başa gelenden ders de almıyorlar. Rahatsızlık sadece AKP içinde birtakım eleştiriler yapılıyor diye değil, bunlar nedeniyle oluşuyor. Bazı şeyler doygunluk noktasına erişiyor. YSK Başkanı Sadi Güven’in, AA’nın “YSK’den bilgi gelmiyor” açıklaması üzerine 1 Nisan sabahı çıkıp, “Biz zaten bilgi vermiyorduk ki” demesiyle, bütün bilginin AKP’den geldiği anlaşıldı örneğin. YSK Başkanı bunu neden yaptı? Mekanik olarak bakanlar, “Bunlar hep hükümetin adamı, ne yaparsa hükümet için yapar” diyebilir. Ama bu adamın bir gururu da var. Bir suç isnadıyla karşılaştığında, buna cevap veriyor. Bunlar yüksek yargıç neticede. Elindeki verileri açıkladığında da, bunların İmamoğlu’nun verileriyle uyuştuğu görüldü. O andan sonra AKP’nin itirazları başladı zaten. Halbuki daha önce seçimlerin adaletli şekilde yapıldığını söylüyorlardı.

ERDOĞAN TABANINI SAĞLAM TUTMAK İSTİYOR

•Erdoğan’ın Kızılcahamam kampı kapanışında, “Dava adamı olduğunu söyleyenler neredeydiler?” sözünün muhataplarının kim olduğu belli. Peki Erdoğan neden bu kadar yüksek perdeden bu mesajı verme gereği duydu? Bu parti içi ayrılıkların derinleştiğinin bir işareti mi?

Erdoğan tabanını sağlam tutmak istiyor. Aynı zamanda durumdan rahatsız olduğunun bir işareti bu; ciddi rahatsız oluyor Erdoğan. Bu işte yüzdeler konuşuyor. Bir yandan Bahçeli çıkıp “Benim oyum yüzde 18,8” diyor. Sonra Erdoğan cevap veriyor, “Hayır senin oyun yüzde 18,81 değil, 7,5” diyor. Yani Cumhur İttifakı da tıkır tıkır işleyen bir şey değil. Erdoğan’a tek icracı yetkisi veren Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin birinci gerekçesi neydi? “Koalisyon dönemleri bitecek. Artık tek parti istikrar getirecek.” Ama bu sistemin birinci siyasal sonucu de facto koalisyonlar oldu. Yani MHP, adeta AKP’nin ayağına bir pranga vurarak, filli koalisyon ortağı haline geldi. Üstelik normal koalisyonlarda her partinin ne yapacağı bellidir. Protokol imzalanır, bakanlıklar paylaşılır. Halk da bunu böyle bilir. Şimdi öyle değil ki, davul Erdoğan’ın boynunda, tokmak Bahçeli’nin elinde. İstediği şeyi veto edebiliyor.

•Bu sistemdeki ittifak yönetimi, koalisyondan daha karmaşık bir işleyişe sahip yani…

Daha karmaşık olmasının ötesinde, Bahçeli’nin yasalar karşısında hiçbir sorumluluğu olmadan inanılmaz bir yetkisi var. Bunun da elden gitmesini istemiyor. O yüzden durmadan deyim yerindeyse Erdoğan’ın başına kakıyor. Söylenenlere göre, yargı ve emniyet mekanizmasında da kadrolaşma sağlıyor.

ERDOĞAN, MUHALEFETİ MARJİNALLEŞTİRECEK

•AKP, geçmişte ortağı olan Fetullahçı yapılanmayı terör örgütü ilan etti. Erdoğan sürecin devamında, Gül ve Davutoğlu gibi, parti içinde kendisine muhalefet eden insanları Fethullahçılara yaptığı gibi marjinalize edebilir mi?

Eder. Kızılcahamam toplantısının sonuçlarını bilmiyoruz. Erdoğan bu toplantıda alınan kararları uygulamak için YSK’nin İstanbul kararını bekliyor. Partiye de bir tırpan atacağı kesin. Ama nasıl atacağı konusunda gözü İstanbul’da. Dolayısıyla seçim iptali kararıyla atacağı tırpan, seçimin onaylanması durumunda atacağı tırpandan farklı olacak. Bence iptal kararı çıkmazsa, partiye sert girecek. Çünkü iptal kararı çıkarsa, bir ihtimal aynı teşkilatla, aynı adayla girmek zorunda.

Bu ilişkileri sürdürecek. Ama o ihtimal de elden giderse o zaman radikal bir tasfiye süreci başlayabilir. Aynı zamanda Davutoğlu ve Gül’e yönelik marjinalleştirme çalışması da zaten başlamış durumda. Adını vermeden Erdoğan konuştu, adını vererek pek çok yazar konuyu işliyor.