YSK üyeleri FETÖ ile mi tehdit edildi?

YSK üyeleri FETÖ ile mi tehdit edildi?

CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, 16 Nisan’ın sonucunu belirleyen mühürsüz pusulalarla ilgili çok çarpıcı iddialarda bulundu. Eren Erdem YSK üyelerinin mühürsüz pusulalarla ilgili kararı alırken “Referandumu iptal etseydik hepimiz FETÖ’den cezaevine girecektik” noktasında bir baskı gördüklerini öne sürdü.

CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, Gazeteduvar'dan İrfan Aktan'a verdiği söyleşide birbirinden çarpıcı iddiaları dile getirdi. Erdem "YSK’ya dair kulislerde konuşulan bir mesele var. İtiraz istemini reddeden hakimlerin tamamı cezaevi ile hukuk arasında tercih yapmak durumunda kaldığını yakın çevrelerindeki insanlara ifade etmişler." diyerek şöyle devam etti: “Referandumu iptal etseydik hepimiz FETÖ’den cezaevine girecektik” noktasında bir baskıyla karar almışlar. Çevrelerindeki insanlara bunu aktarmışlar ben de çeşitli yollardan duydum. Duyumlarıma güvenirim. Duyumlara dayalı olarak daha önce söylediklerimin çoğu da çıkmıştır. Cumhurbaşkanı, AYM Başkanı Zühtü Aslan’la görüştü biliyorsunuz. Bu açık bir tehdittir. Yani YSK için geçerli olan AYM için de geçerli olabilir. AYM kararında da Anayasa’ya uygunluktan ziyade FETÖ’cülük damgası yiyip cezaevine girme korkusu belirleyici olacaktır. Anayasa paketi ele alınırken zaten genel başkanımız “AYM kararlarına güvenmiyoruz” demişti. Bunun üzerine biz AYM’ye götürmemiştik paketi.

CHP AİHM'E NEDEN GİDECEK?

Eren Erdem CHP'nin iç hukuk yollarını tüketip AİHM gideceklerini belirterek; "AİHM iptal kararı veremez ama en azından meşruiyet tartışması daha da büyüyecek. 16 Nisan akşamı bütün sandıkları takip eden operasyon merkezindeydim. Çok net bir şekilde ifade ediyorum ki, 16 Nisan’da “Hayır” çıktı. Bakın “Kürtler Evet oyu verdi” şeklinde beni rahatsız eden bir algı yaratılıyor. Kürtler Evet oyu filan vermedi, Kürtlerin oyları çalındı." dedi.

OYLA BÖYLE ÇALINDI

CHP'li Eren Erdem 16 Nisan referandumunda oyların çalındığını iddia ederek "Saat 16’da çoğunluğu Güneydoğu’dan 31 ilin sandığı açıldı fakat saat 17:20’ye kadarki sayım esnasında içeriye kimse alınmadı. 17:20’de YSK bir SMS atarak herkesin sayımı izleyebileceği bilgisini paylaştı ama o ana kadar atı çalan zaten Üsküdar’ı geçmişti. Yani o 1 saat 20 dakika boyunca Kürt oyları manipüle edildi. Sayımlar sadece AKP’lilerin görevli olduğu alanlarda yapıldı. Tüm Güneydoğu’da hiçbir müşahit içeri alınmadı o 1 saat 20 dakika boyunca. Diyarbakır ve diğer yerlerde Evet beklentinin üstünde çıktı. Ben Diyarbakır’da yüzde 25’i geçememesini bekliyordum ama yüzde 33 civarında Evet çıktı. Manipüle edildi yani. Hayır oylarının çok fazla olduğu görüldü ve mühürsüz oyların çoğunluğunun da Evet olduğu tespit edildi. Buna dayanarak YSK, AKP’li üye tarafından ikaz edildi. YSK da alelacele karar aldı. Bizim hesabımıza göre 2,5 milyon oy manipüle edildi. Yani çalındı. Dolayısıyla bu referandumun sonucu yüzde 51.8 Hayır, yüzde 48.2 de Evet’tir. Ki kendi veritabanımızda da biz bu rakama ulaştık." dedi.

'16 NİSAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN YAŞADIĞI EN AĞIR DARBELERDEN BİRİ OLMUŞTUR'

Eren Erdem; "Bu bir operasyondu. 16 Nisan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yaşadığı en ağır darbelerden biri olmuştur. 16 Nisan darbesi, demokrasiyi rafa kaldırma adına devletin, tüm kurumlarına seferberlik ilan ederek halka karşı gerçekleştirdiği sivil bir darbedir. Hırsızlık yaparak, çalarak bu sonuç ortaya çıkmıştır. Ayrıca referandum öncesinde HDP’li milletvekilleri cezaevine kondu. HDP’nin eş genel başkanları cezaevinde. Bir siyasi partinin kampanya yapmasını, siyaset üretmesini engelliyorsunuz. Bunun üzerinden nasıl bir meşruiyet çerçevesi çizebilirsiniz ki! Bölgeye giderken bunun büyük boşluğunu gördük. HDP özellikle yüksek oy aldığı bölgelerde kampanya örgütleyemedi. Bütün belediyelerine kayyum atanmış. Siz bir milyar dolara yakın bir bütçeyle sahaya çıkıyorsunuz ve karşınızdaki muhalefetin kampanya yürütmesini engelliyorsunuz. Bu zaten başlı başına bir skandaldır. HDP’nin genel başkanları cezaevlerindeyken yürütülen bir kampanya başka bir skandaldır. Bu skandalın altında da Tayyip Erdoğan’ın imzası vardır." ifadelerini kullandı.

‘KILIÇDAROĞLU 16 NİSAN AKŞAMI İÇ SAVAŞ ORTAMINI ENGELLEDİ’

Eren Erdem 16 Nisan akşamı CHP liderinin iç savaşı engellediğini iddia ederek; "CHP Genel Başkanı o akşam öyle konuşmasaydı, Türkiye çok tehlikeli bir iç savaşın içine girebilirdi. Çünkü bütün kitle öfkeli, herkes olağanüstü ajite olmuş, adeta CHP liderinden bir işaret bekliyordu. Cumhurbaşkanı “yüzde 50’yi zor tutuyorum” diyordu ya, Kemal Bey yüzde 50’yi tuttu. Tutmasaydı, sonu gelmez ve tarif edilemez acılarla yoğrulacak büyük bir kaos ortamı ortaya çıkacaktı. Kemal Bey bir kaos ve iç savaş ortamının oluşmasını engellemiştir." dedi.

Eren Erdem'in Gazeteduvar'dan İrfan Aktan'a verdiği röportaj bir kısmı ise şu şekilde:

Parti sözcünüz Selin Sayek Böke, sine-i millete dönmek dahil tüm seçeneklerin masada olduğunu ifade etti ama hemen sonra yine partiniz, böyle bir seçeneğin gündeminde olmadığını açıkladı. 17 Nisan itibariyle herhangi bir stratejiniz, ortak kararınız yok muydu?

CHP’nin 95 yıllık kurumsal yapısı kemikleşmiştir. Hatta parti bürokrasisi diye eleştiri aldığı dönemler olmuştur. Bu kurumsallık içinde CHP’nin karar organları var. Biz şu ana kadar karar organlarında herhangi bir süreç tartışması yapmış değiliz. Bu hafta bizim bütün karar organlarımız toplanacak. Cumartesi günü kapalı grup toplantımız, önümüzdeki hafta içi de PM toplantımız olacak. Orada meseleler tartışılacak. Oralardan çıkacak kararlar bağlayıcıdır. Partinin en üst karar organı PM’dir. Selin hanım orada “her türlü yaptırımın içine o da girer bu da girer” diyor. O bir kanaat ortaya koyuyor ve o kanaat bütün yaptırımların masaya yatırılacağı mesajını vermeye dönüktür.

‘SİNE-İ MİLLET ERKEN SEÇİME GÖTÜRMEZ’

Taban sine-i millet diyor. Siz niye bu çağrıya yanıt vermiyorsunuz?

Sine-i millet ne anlama geliyor?

Yeni bir seçim…

Hayır, yeni bir erken seçimi gerektirecek bir istifa sayımız yok. CHP bugün grup olarak istifa ettiği zaman Türkiye erken seçime değil ara seçime giriyor. Yani CHP milletvekillerinden boşalan yerlere seçim yapılacak. Boşalan yerlere seçim yapılacağı zaman bu, AKP’nin yaklaşık 450 milletvekiliyle Meclis’te olması anlamına gelir. Türkiye’nin erken bir seçim tartışması süreci içine girmesi adına böyle bir şeyin yapılması makul mü, değil.

HDP de sine-i millet kararı alsa?

CHP ve HDP’nin istifası, sayısal olarak yine erken seçime götürmez. Şu anda hükümet, karşısında yüzde 52’lik bir yapı olduğunu görüyor ve bunu ne yaparsam dağıtabilirim diye hesap ediyor.

Nasıl bir hesap yapıyor?

Bu yüzde 52’lik yapıyı sokağa çekersem içine provokatör sokarım, yaktırırım, vurdururum, kırdırımım ve bu yapıyı marjinalize ederim, 2019’da da başkanlığı alırken sıkıntı yaşamam, diye düşünüyor. Ama şu anda Tayyip Erdoğan kan-ter içinde. Çünkü 2019 için karşısında yüzde 52’lik bir blok olacak. Doğru bir stratejiyle bu blok onu 2019 seçimlerinde yenecek.

Doğru strateji nedir sizce?

CHP özellikle bu dönem, Türkiye’nin birleştirici gücü olmalı. Biz, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin bütün kritik sorunlarını masaya yatıran, çözüm önerileri üreten bir siyasi eksenle hareket etmeliyiz. Zaten şu an temel tartışmalarımızın başında bu geliyor. Bu eksende siyaseti derinleştirirsek, özellikle de Kürt sorununun çözümü adına reel, somut bir politik hat geliştirmeyi başarırsak -ki bunu yapma potansiyelimiz var- yüzde 49’luk bloğu hareket ettirecek bir sinerji üretebiliriz.

Az önce yüzde 52 diyordunuz…

Kağıt üstünde yüzde 49 ama gerçekte yüzde 52… Bu süreçte Meclis’teki katılımı sembolik düzeye indirip, önümüzdeki süreçte 120 milletvekilinin sahada olduğu, görülmemiş bir performansla köylerde, kasabalarda, kırsalda dolaştığı bir siyaset tarzıyla bu işi çok rahat kotarabiliriz.

Ama artık seçmen, oy versek de hilelerle baş edemiyoruz diyor. Sandığa dair güvensizlik, önümüzdeki seçimlere katılımı ciddi oranda düşürebilir…

Ne kadar hırsızlık yaparsanız yapın, halkın baskın gücünü faşizmle, cebirle kıramazsınız. Toplumsal uzlaşmayı tesis etmeyen hiçbir hükümet meşru değildir, yaşayamaz da. Bizim demokratik, legal, meşru siyaset yolları dışında bir tartışma üretme olanağımız söz konusu değildir. Sine-i millet denen süreç, CHP’nin parlamentodan istifa edip sokak hareketlerinin öncüsü olması anlamına gelmiyor mu?

Evet…

Peki biz şu an yüzde 52’nin öfkesi üzerinden, sokakta kontrol dahi edilemez bir sürecin oluşmasını nasıl engelleyebiliriz? Devletin bunu istemediğini kim söyleyebilir bize? Devlet şu an bu yüzde 52’yi dağıtmak istiyor. Bunun yolu da onu kriminalize etmektir…

’16 NİSAN KAYBEDİLMEDİ KAZANILDI’

Dolayısıyla siz referandum akşamından beri başta İstanbul olmak üzere muhtelif bölgelerde yapılan protesto gösterilerini tasvip etmiyor musunuz?

Ben hepsini onaylıyorum. Gezi direnişi, Türkiye tarihinin gördüğü en meşru, en demokratik direniştir. Ama hükümet Gezi direnişinde bir toplumsal hareketi sokakta nasıl yenebileceğini öğrenmiştir. Onu provoke etmenin yollarını, araya ajanlar sokup, onları eylemci kılığına büründürüp orayı provoke ederek toplum vicdanında o hareketi soyutlamayı öğrenmiştir. Ve çocukları öldürecek kadar gözü dönmüştür… Bakın, referandum kaybedilmiş değil, kazanılmıştır. Yüzde 52’lik bir blok, her yönüyle Erdoğan’ın karşısında olağanüstü yüksek bir potansiyel güçtür. Erdoğan hiçbir zaman rahat hareket edemeyecektir. Bizim bu bloğu bir arada tutmanın yollarını aramamız gerekiyor. Bunu yaptığımız zaman Türkiye’yi demokratikleştirebiliriz.

Ama o blok da çok heterojen. Kürtler, sosyalistler, sosyal demokratlar, milliyetçiler var. Böylesi bir blok nasıl orta vadede ortak hareket edebilir, varlığı nasıl sürdürülebilir?

Türkiye’nin milliyetçi hinterlandının ana kaygısı bölünmedir. Kürt sorununun mustaribi olan Kürt vatandaşlarımız, çok açık şekilde bölünme taraftarı değildir. Birincil talepleri de eşitlik yurttaşlıktır. Bunun kadar doğal ve makul talebi eğer biz problem olarak değerlendiriyorsak, gerçek manada memleketimizi seven kişiler değilizdir. Milliyetçilik, toplumdaki eşit yurttaşlık talebini görmezden gelmek değildir. Tam tersine, o talebi ülkenin bekası, bir arada yaşam koşullarının gelişmesi için meşru ve legal görmektir. Özellikle vatansever, memleketperver siyasetçilerin parlamento çatısı altında bir arada yaşam kriteriyle, konuşulabilecek her türlü çözüme ortak olabileceği kanaatindeyim. Ülkesini seven bunu yapar. Ama biz kalkar da eşit yurttaşlığı savunan çok geniş Kürt realitesine rağmen bir tutum izlediğimiz zaman, onun şiddetle, silahla yakınlaşmasının önünü açmış oluruz. Bu realiteyi görmeden siyaset yapan hiçkimse milliyetçi olamaz. Dolayısıyla bu dönem, herkesin geçmişten gelen tabularını sırtından atıp yepyeni bir lisan ve üslup geliştirmesi gerekiyor. Bütünleştirici, birleştirici, barışçıl bir lisan.

‘CHP’YLE KÜRTLER ARASINDA MESAFE OLUŞTURMAYA ÇALIŞACAKLAR’

Milliyetçi tabandan istediği oyu alamayan Erdoğan ve AKP’nin de 2019 öncesinde bu lisana başvurmayacağı ne malum?

Gidelim Sur’a, Nusaybin’e, Cizre’ye bakalım. Oradaki acıların, toplamda Erdoğan’ın bir seçim stratejisi uğruna gerçekleştiğinin Kürtler farkında. Kürtlerin temel beklentisi şudur: Erdoğan dışında bu meseleye el atan, çözüm iradesi geliştirebilen alternatif bir siyasal anlayış. En büyük beklentileri de CHP’dendir.

Ama Kürtler CHP’ye çok tepkililer…

Çünkü “biz esas sizden bu işin çözümünü beklerken, bu konuya duyarsız kalmanıza tepkiliyiz” diyorlar. Dünyanın her yerinde bu tür sorunların çözüm adresi sosyal demokratlardır. Sosyal demokratlar, farklılıklardan doğan sorunları çözme işini meslek edinmişlerdir. Ben bir sosyal demokrat olarak Kürt sorununu çözmeyi kendime amaç edinmek durumundayım. Dolayısıyla bu dönemde sosyal demokrat hassasiyet CHP tarafından ortaya konursa, Erdoğan’ın Kürtlerle ilgili seçime dönük demagojik söyleminin çökeceği kanaatindeyim. O yüzden de hükümet, CHP’yle Kürtler arasında mesafe oluşturmaya çalışacaktır. Bunu her şekilde deneyecek, zorlayacaktır. Benim bölgeye gitmemden çok rahatsızlık duydular. Hakkâri’de bana, şehir dışında bir miting alanı verdiler. Otobüs yok, binlerce insan yürüyerek benim mitingime geldi. Bu benim cazibemden değil, CHP’nin artık bu misyonu üstlenmesi gerektiği mesajını iletme isteklerindendir.

CHP bu mesajı alacak bir yapıda mı sizce?

CHP 7 Haziran’da eşit yurttaşlık vurgularını yaptı. Toplumun talep ve beklentilerini karşılamada eksik kalmış olabilir. Ama özellikle Kemal Bey’in bir arada yaşam ekseninde bir iradeyi temsil ettiğini biliyorum. Hükümetin, Kemal Bey’in Alevi kimliğine dönük saldırılarının temelinde bu yatıyor.

Sizce muhalefet şöyle bir dilemmayla mı karşı karşıya: Ya iç çatışmaya sebebiyet verecek sert muhalefet veya tepkisizlik… Bunun orta bir yolu yok mu?

Grup toplantısında Kemal Bey son derece sert bir tepki ortaya koymuştur. O tepki doğal olarak toplumdaki talepleri de kapsıyor. CHP bütün hukuk yollarını zorluyor, zorlayacak. Meşruiyet tartışması sonuna kadar devam edecek. Biz bu anayasayı hiçbir zaman tanımayacağız. Parlamento içinde de dışında da bunu tanımayıp irademizi ortaya koyacağız. O yüzde 52’nin namusunu korumak adına demokratik alanda, hukuk içinde her şeyi yapacağız. Bunun içine protestolar da giriyor. Protesto hakkını da savunacağız, gerektiğinde protestolar da yapacağız. Fakat şu noktayı da doğru hesaplamak lazım: Evet bloğu, bütün kampanyayı Kılıçdaroğlu üzerine kurdu. Bunun karşısında sadece bu anayasanın içeriğini anlatarak sonuç almaya çalışan bir Kılıçdaroğlu vardı.

‘EZİCİ HAYIR ÇIKSA MÜHÜRSÜZ OYLAR İPTAL GEREKÇESİ YAPILACAKTI’

Sonuç aldığını düşünüyor musunuz?

Sandık başındaki manipülasyonlar dışında başarılı oldu. Seçim sürecinde tek bir yerde Hayır afişi görebildiniz mi? Milyar dolarlık bütçenin karşısında, sadece birkaç televizyonda, birkaç dakikalık süreyi değerlendiren siyasi bir figürün yaratmış olduğu dip dalgası sonuç yarattı.

Sandık başındaki manipülasyonları neden önleyemediniz peki?

CHP sandıkların tamamının başındaydı. Ama şu bir realite ki, bizi çökerten yegâne sorun Güneydoğu’daki manipülasyon oldu. Bunun da kaynağı, HDP milletvekillerinin cezaevinde olmasıdır. Örgütsel olarak motivasyonu çökmüş bir siyasi hareket elbette örgütlü olarak hareket edemedi. Bir de belediyelere atanan kayyumlar, bölgedeki kırılgan, politize olmamış aşiretlere ihaleler vermeye başladılar. Devlet bütün gücünü seferber etti ve karşısında sadece kendi imkânlarıyla çalışma yürüten bir halk vardı.

Mühürsüz pusulaların çoğunun Kürt bölgesinden çıktığı iddiasına ne diyorsunuz?

Evet böyle bir genel kanaat var.

Mühürsüz pusula meselesi nedir tam olarak?

Darphane diyelim 100 milyar lira basması gerekirken 200 milyar para basıyor. 100 milyarını mühürlüyor, geri kalan mühürsüzü de piyasaya sürüyor ve siz bu mühürsüz olan, bütçede olmayan parayı geçerli sayıyorsunuz… Mühürsüz oy budur. Bir hırsızlıktır. Ayrıca geçersiz sayılan 867 bin civarındaki oyların büyük çoğunluğu da Hayır’dır… Engellenemez biçimde baskın bir Hayır çıksaydı, yani yüzde 56-57 gibi bir Hayır çıksaydı, bu sefer mühürsüz pusulaları seçimin iptaline gerekçe olarak kullanacaklardı. Dolayısıyla burada iki yönlü bir strateji yürütüldü. Mühürsüz pusulalarla Evet oyları artırıldı ama buna rağmen ezici bir Hayır çıksaydı, bu sefer yine mühürsüz pusulalar gerekçe gösterilerek seçim iptal edilecekti. Hükümet başından beri işi, bütün devlet kurumlarıyla beraber bir darbe gerçekleştirme zemininde yürüttü.

‘ERDOĞAN İKTİDARININ SONUNU HAZIRLADI’

Şekli, biçimi, yöntemi ne olursa olsun ortaya çıkan sonuç bizi yine başa götürüyor: Atı alan Üsküdar’ı geçti mi? Bundan sonra ne olacak?

Bu seçim dünyanın bir çok yerinde gayrimeşru görülecek. Toplumun çığ gibi büyüyen tepkisi, AGİT raporu ortada. Bu, Erdoğan’ı içinden çıkılmaz bir yönetim kriziyle baş başa bırakacaktır. Aslında Erdoğan bu anayasayla kendi iktidarının sonunu hazırlamıştır. Ama sonuç itibariyle artık kontrol Erdoğan’da değildir. Bakın, hemen Amerika’ya övgüler dizmeye başladılar. Çünkü Amerika artık Türkiye siyasetinde daha belirleyici bir güç haline gelmiştir. Ya Amerika’yla uzlaşırsınız ya da Amerika sizi bir şekilde alabora eder zeminine gelinmiş. Dolayısıyla tek bir kişinin eline bu kadar yetkilerin verilmesinin ağır sonuç ve bedellerini siyasi olarak Erdoğan göğüsleyecektir. Şunu görüyorum ki, Türkiye bir veya iki yıl içinde yeni bir anayasa tartışmasına gebedir. 2019’un temel sloganı “yeniden demokrasi” olacaktır. İktidar, Türkiye’deki temel meseleleri çözme kredisini tüketmiştir. Erdoğan Kürt meselesini nasıl çözecek? Ne kadar daha insan ölecek? Öldürerek mi çözülecek? Peki Erdoğan Türkiye’nin turizm meselesini düzeltmek için uluslararası ilişkileri nasıl onaracak? Avrupa’yla ilişkileri onaracak kapasitesi, potansiyeli var mı? Kolaydır “dış mihrak” geyiği yapmak. Ama iş ekonomik olarak farklı bir zeminine geldiği zaman, sonuçlarını toplumun tamamı yaşıyor. Yatırımları nasıl artıracaksın? Dünyanın tüm ülkeleriyle kavgalıyız.

2019’daki başkanlık seçiminde Hayır blokunun ortak bir aday çıkarma ihtimali var mı?

Bir kere şu an bunları konuşurken, referandum sonuçlarını kabullenmiş bir noktadan konuşmuyoruz. 2019’a kadar bu sonuçları tanımama eksenindeki siyasetimizi sürdüreceğiz. Bu aynı zamanda protesto etme hakkını da kapsıyor. Ama devletin arzu ettiği zemine çekilmeyecek, demokratik-barışçıl bir hatta… Gelelim sorunuza: Türkiye’nin yüzde 52’lik Hayır bloğu kendi adayını belirleyecek durumdadır. Çünkü şu an milliyetçisinden Kürdüne, sosyal demokratından liberaline, insanlar bu sonuçtan rahatsızdır. Bu süreçte Hayır için bütünlüklü bir mücadele yürütülmüştür, o gün geldiğinde de bütünlüklü bir mücadele sağlanabilir. Türkiye, en kötü ihtimalle 2019’da Erdoğan’ı sandıkta yenebilecek bir figür yaratacaktır. Bunun için de uzlaşma ve mutabakat zemini vardır. Ortaya çıkacak figürün yüzde 52’lik Hayır bloku kadar Evet diyenleri de kucaklayabilecek bir potansiyelde olması gerekiyor. Türkiye’ye barış ve uzlaşma getirecek bir figüre ihtiyacımız var.

Sizce insanlar artık sokağa çıkıp protesto gösterileri düzenlememeli midir?

Çıkmalıdır ama çok dikkatli olmalıdır. Çıkmalıdır ama aklında, devletin onlarla ilgili bir planı olduğunu bilmelidir. Çıkmalıdır ama birlikte mücadele ettiği Kürdü, milliyetçiyi, sosyalisti, liberali birbirinden ayrıştıracak provokasyonlarla karşı karşıya kalabileceği gerçeğini bilerek temkinli, dikkatli davranmalıdır. Duygusallıktan ziyade politik ve stratejik hareket etmelidir. Aksi halde biz, yüzde 52’nin içindeki Kürdü yahut milliyetçiyi, sosyalisti kaybedersek, bu blok darmadağın olur. Bu işten faşistler kazanır. Darbe yaparak devleti ele geçirmeye çalışan yapı kazanır. Kitleler sokağa çıkacak, protesto hakkını kullanacak, biz de kullanacağız. Ama ben sokağa çıkmayı şöyle yapacağım: Kapı kapı gezerek, köy köy dolaşarak, temas edemediğimiz yerlere giderek onlara bu işi anlatacağız. Ben önümüzdeki iki yılı böyle geçireceğim. Gerekirse evime hiç girmeyeceğim. Kırsaldan, Hakkâri’den, Şemdinli’den, Şırnak’tan, Van’dan, Bitlis’ten çıkmayacağım gerekirse. 52’nin 60’a, 70’e çıkması adına bunu yapacağız. Sine-i millet böyle olmalı.

‘KEMAL BEY’İN KAFASINDA SOKAĞA DÖKÜLMEK YOK’

Kılıçdaroğlu da aynı fikirde mi?

Ben referandumdan sonra Kemal Bey’le konuştum. Kendisi önümüzdeki günlerde, referandum sürecinde gittiği her yere tekrar gidecek. Önümüzdeki günlerde Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı, İlçe Başkanları Toplantısı yaparak bu seferberlik halini başlatmış olacağız. Meclis’te nisbi temsil ama ekseriyetle tüm partinin sokaklara dökülerek -dökülmekten kastım kapı kapı dolaşmak- çalışmalar üretmesi fikrinin PM’de de onaylanacağını düşünüyorum. Aynı zamanda başta Kürt meselesi olmak üzere temel sorunlara dair yeni bir söylem üretecek politik bir zemin oluşturmalıyız. Tüm bunlar Kemal Bey’in de kafasındaki meseleler. Yani parlamentodan çıkıp sokağa dökülmek, toplumsal beklenti bazında söylüyorum, Kemal Bey’in kafasında yok. Twitter’da “CHP Meclis’ten çekil” diye bir başlık açıldı. Şimdi bu çekilişin boyutu ve şekli ne olacak? Bu ucu açıktır. Bu kime yarar sağlar, hesap etmeliyiz. Derdimiz bağcıyı dövmek değil, üzüm yemektir. Yani bu işi, toplumun hasar almadan atlatmasını sağlayacak geniş bir cepheyi kurmaktır. CHP bunu yapmak zorundadır. Bu farkındalık şu an partimizin bütün yönetsel kademelerinde söz konusudur.

Sonuçta size göre referandum maçı sonlandı mı? Önünüzdeki maçlara mı bakacaksınız?

Bu maç henüz bitmemiştir. 90. dakika gelmemiştir. Bu maçın bittiğini düşünerek bizim sahadan çekilmemizi istiyorlar ki, boş kaleye gol atsınlar. Sahayı bırakmayacağız ve direnmeye devam edeceğiz. Hücum oynayacağız, atak futbol oynayacağız. Karşı tarafın da seyircileri de bunun farkına vararak bizim trübünlerimize geçecektir. İşte o tribün gücü maçın galibini belirleyecektir. Bundan şüphe duymuyorum. Biz büyüğüz, güçlüyüz ve ortaya çıkan bu sonucu hiçbir biçimde tanımıyoruz. Dağılması zor olan blok Hayır bloğudur, dağılması kolay olan blok ise Evet bloğudur. Devlet Bahçeli bile danışmanların açıklamaları üzerinden neredeyse son dakika kopup ayrılacaktı. Dolayısıyla Hayır bloğunu dağıtmaya çalışacaklar. Çünkü bunun bir de 2019’u var.

CHP’de bir de genel başkanlık tartışması var. Tabanda Kılıçdaroğlu’nun bırakmasını isteyen kesimler var. Parti içinde bu tartışma yürütülüyor mu?

Genel başkanlık tartışması yürüten kamuoyu, deminden beri çizdiğimiz yeni duruma göre meseleyi ele almalıdır. Geniş mutabakatın desteğini alabilecek, geniş mutabakata liderlik edebilecek bir noktadan meseleye bakılmalıdır. Kemal Bey ve CHP çözüm sürecinde kafatasçı, ırkçı, faşist, Kürt düşmanı olarak değerlendirildi. Çözüm bozulduktan sonra CHP bir anda PKK ile anılmaya başlandı. Şu anda CHP Kürt kamuoyunun tepkisini alıyor ama Kürtlerde bir beklenti de yaratıyor. Kürtlerin CHP’den hiç beklentisinin olmadığı dönemler var. Ama şu anda Kürt kamuoyunun CHP’ye tepkisi, beklentilerinden kaynaklanıyor. Belli bir demokratik çerçeve, politikaların bazı noktalarda yenilenmesi ve bu beklentinin sağlanması Kemal Bey döneminde sağlandı. Aynı zamanda Kemal Bey’in vitrini oluşturma süreci Türkiyeli milliyetçi-muhafazakâr kesimi de belli ölçüde tatmin ediyor. Bu çok önemli bir siyaset tarzıdır. Kamuoyunun bakması gereken nokta bu olmalı. Geniş mutabakatı örebilecek bir siyasi figür önümüzdeki dönemin yıldızı olacaktır. Bu geniş mutabakatı büyük ölçüde gerçekleştirmiş olan figür de Kemal Bey’dir. Kemal Bey, toplumun, beklentilerinden dolayı tepki gösterdiği bir insandır.

Ama belli ki o beklentileri karşılamıyor Kılıçdaroğlu. O beklentiler karşılanmadan CHP’ye yeni bir genel başkan tartışması da devam edecek…

Benim gözlemim, partinin bu beklentileri çok kapsamlı bir şekilde karşılayacak bir çerçeve çizeceği yönündedir. Bu konjonktürde, bu siyasi iklimde bırakın bir kişiyi, dünya tarihinin en önemli isimlerini diriltip bir partiye genel başkan yapsanız, sonuç alamayabilirsiniz. Bu, genel başkanlık düzeyinde değerlendirilecek bir mesele değil, sizin parti olarak ortaya koyacağınız politikalarla alakalıdır. Eğer politikalarınız 52’lik bloğu daha da büyütecek ivmeye sahipse, partinin başında kimin olduğunun önemi yoktur. Şahsen diyorum ki, bu ivme Kemal Bey döneminde yakalanmıştır.