Şükrü Sina Gürel

Şükrü Sina Gürel

Hayaller ve gerçekler

Hayaller olmadan yaratıcılık olmaz. Elbette yeniyi, iyiyi ve doğruyu önce hayal edeceğiz ki, bunlara ulaşmanın yollarını araştırıp, bulabilelim. Ancak, yaratıcılığımızın ürün ve sonuçlarını ortaya koyma, gerçekleştirme safhasına geldiğimizde, gerçeklere dayanmamız, gerçekleri hesaba katmamız gereklidir. Yoksa hayal kurmakla yetinmek zorunda kalırız. Bu da ne karın doyurur, ne de geleceğimizi güvenceye alır!
AKP Genel Başkanının, yasanın koyduğu seçim yasaklarını hiçe sayarak, devletin uçağı ve helikopteriyle ulaştığı Yenikapı mitinginde “Kanal İstanbul” hayalinin görseli vardı. Artık bilgisayar teknolojisi o kadar ilerledi ki, görsellerde yeryüzü cennetleri yaratabiliyorsunuz. Öyle yapmışlar… Ancak, çiçekler ve kuşlar ile kanalda süzülen gemicikler dışında kalan görüntüler hayali bir “imar” faaliyetinden, yeni “kupon arsalar”ın hayali “değerlendirilmesinden” ibaret. Yalnız, “kesyapıştır”ın ölçüsü biraz kaçmış: Yandaş ve ortaklar için yeni Boğaz oluştururken neden Çin işi-Japon işi binalar da manzaraya yerleştirilivermiş, anlamak zor!
AKP mitinginde hayaller-ölçüsü biraz kaçmış da olsa- vardı. Ama gerçekler?
 Geçtiğimiz günlerde Kanal İstanbul projesinin uygulanamaz olduğunu, çünkü Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre, uluslararası bir suyolu olan Türk Boğazlarından “geçiş serbestisi” ilkesinin bir süreye bağlanmadan uygulanan ve uygulanması gereken bir kalıcı ilke olduğunu, bu köşede belirtmeye çalışmıştım. Yani, Kanal İstanbul’u yapsanız bile, kimseyi, hiçbir gemiyi, buradan geçmeye mecbur edemezsiniz. Çünkü Boğaz’ı, savaş veya yakın savaş tehlikesi tehdidi halleri dışında, ticaret gemilerine kapatamazsınız. Kanal İstanbul, bir Süveyş veya Panama Kanalı gibi, alternatifsiz bir geçiş yolu olamayacağı için, devlete –veya işleten şirkete- hiç gelir sağlamayacaktır.
Ama gerçekçi olalım, AKP iktidarlarının köprüler ve tünellerin yapımında kullandığı yöntemi kullanabilirsiniz: Yani, “yap-işlet-devret” yöntemiyle Kanal’ı yaptırır ve yapan şirkete “gelir garantisi” verebilirsiniz. Böylece devleti, milleti gelir getiren değil, devasa bir maliyeti ve zararı olan bir işe ortak eder, birilerini de çok zengin edersiniz. Kanal’ın etrafında oluşacak arsa spekülasyonundan ve “imar” faaliyetinden yandaş ve ortakları zengin etmek de cabası!
Osmanlı Devleti önceleri Galata Bankerlerinden aldığı borçla idare ediyordu. İlk kez 1854’de Kırım Savaşı ile birlikte dış borç almaya başladı. 1860’lar ise, Osmanlı’nın he gelir garantisi, hem de çevresindeki doğal kaynakları işleme ayrıcalığı vererek yabancı şirketlere demiryolları yaptırdığı yıllar oldu. 1875 yılında Osmanlı Devleti aldığı dış borçların faizini bile ödeyemez durum gelince, resmen iflas etti. 1882 ise, yabancılar Düyun-u Umumiye İdaresi ile Osmanlı Devleti’nin bütün gelirlerine el koyarak, verdikleri borcun tahsilatını yapmaya başladıkları yıl oldu. Aynı yıl, artık Osmanlı’nın çöküşünün yakınlaştığı görüldüğü için İngilizler -1878’de devraldıkları Kıbrıs’ın ardındanMısır’ı işgal ettiler…
Geçmişi bilmeden bugünü anlayamayız. Bütün gerçekliğiyle bugünü anlamadan da, geleceğimizi kuramayız.
Evet, hayal gücümüzün kek ve tatar böreğinin ötesine geçmesi iyi de, geleceği hayallerle değil, gerçeklerle kurabileceğimizi unutmamız gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar