Yaş dönümünde YÖK

Yıllardır varlığı hep tartışılan ve hatta siyasi partilerin seçim vaatleri arasında kaldırılması bile gerektiği söylenen YÖK, önceki gün 33’üncü yaşını doldurmuş oldu. 12 Eylül askeri darbesinden sonra 6 Kasım 1981 tarihinde kurulan YÖK, 33’üncü yılında üniversiteler üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya hâlâ devam ediyor.
1981 yılından bugüne kadar YÖK, tam 6 başkan değiştirdi. Sırasıyla; İhsan Doğramacı, Mehmet Sağlam, Kemal Gürüz, Erdoğan Teziç, Yusuf Ziya Özcan ve en son Gökhan Çetinsaya başkanlık görevini yürüttüler. En uzun süreli görevi ise, kuruluşundan 1992 yılına kadar Prof. Dr. İhsan Doğramacı yapmıştı.

Yazımı yazdığım sıralarda, Gökhan Çetinsaya’nın görevden alındığı ve başka bir göreve atandığı haberini aldım. Çetinsaya, 11 Aralık 2011 yılından itibaren, YÖK başkanlığını yürütüyordu. Çetinsaya bir açıklamasında “Susturulmuş bir akademik camia var” diyerek dikkatleri üzerine çekmişti. Hatta “Türkiye Yükseköğretimi İçin Bir Yol Haritası” başlıklı bir raporunda yükseköğretimi yeniden yapılandırmanın bir yolunun da “YÖK’ü lağvedip kötü hatıralarıyla tarihin derinliklerine göndermek” olduğunu belirtmişti.
Başta da belirttiğim gibi YÖK, her dönemde üniversitelerin özerkliği açısından; öğrencisinden, öğretim üyelerine hatta kamuoyuna kadar birçok kesimce eleştirilmiştir. Ancak iktidara gelen hükümetler tarafından hep YÖK’ün kaldırılması lafta kalmıştır.
Peki, YÖK neden bu kadar eleştiriliyor?
Bunun en başlıca sebepleri arasında, bilimsel ve özerk olmak isteyen üniversitelerin, 12 Eylül ürünü olarak gördükleri YÖK’ün varlığını ve işleyişini antidemokratik bulmalarıdır.
Bu haksız bir eleştiri mi? Geldiğimiz noktada hiç de haksız bir eleştiri olarak karşımızda durmuyor.
Çünkü akademik özgürlüğü olmayan bir üniversitenin yeterince bilimsel çalışmaları yapması çok zordur. Bu pranga en başta Türkiye’nin gelişmesine engeldir. Ben olaya bu pencereden bakıyorum. Çünkü bir toplumun lokomotifi çağa ayak uyduran, bilimsel çalışmaları ile teknolojiye ön ayak olan üniversitelerdir. Bu, geçmişten günümüze batı ve doğu toplumlarında kısacası dünyanın her yerinde böyledir.
Ama maalesef geldiğimiz noktada bırakın YÖK’ün kaldırılmasını, yeni tasarı ile daha da güçlenmesi gündemde. Çünkü yeni YÖK tasarısı şu an Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yürürlüğe girmeyi bekliyor. Hem de çok daha geniş yetkilerle ve daha da güçlenerek belki de bir isim değişikliği ile yeni YÖK karşımızda olacak.

Yeni YÖK tasarısı ile ilgili kamuoyuna yansıyan bazı düzenlemeler gerçekten hayret verici!  Şu anki Üniversitelerarası Kurul’un, birçok yetkisi YÖK’e devredilecek. Örneğin, doktora denkliğinin verilmesi, araştırma görevlilerinin ve okutmanların atanması gibi birçok yetki YÖK’e devredilecek.
Daha önce “Vakıf üniversiteleri ve özerklik” başlıklı yazımda, vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetlerinin atamasında YÖK’ün daha etkin olacağını belirtmiştim. Önümüzdeki günlerde bunlar maalesef gerçekleşecek gibi.
Yani anlayacağınız vakıf üniversitelerine çok büyük yaptırımlar getirilmesi de yeni tasarı içerisinde yer alıyor. Hatta öyle ki öğrenci temsil konseylerinin işleyişinde bile yeni tasarı ile YÖK etkin olacak.
Kısacası, yeni tasarı ile maalesef YÖK daha geniş yetkilerle donatılacak. Keşke 21.yy dünyasında özgürlük ve bilimsellik adına üniversitelerimizin dünyada saygın yerini almasını sağlayacak düzenlemeler yapılabilseydi. Fena mı olurdu?
Not: 8 Kasım Cumartesi (bugün) 11.00-12.00 saatleri arasında Kanal Sokak’ta canlı yayın “Yarınlar” programında bu hafta CHP Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Hurşit Güneş ve YÖK Eski Başkanvekili Prof. Dr. İsa Eşme konuğum olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar