Haziran ve Sâbir

Coşkusu, bereketi, heyecanı ile geldi Haziran. Günlerdir bol sevgi, bol kardeşlik, bol oksijen solumaktayız ne güzel! Gerçekten bahar gelmiş, ne güzel!

Neredeyse son on yıldır hiç bu kadar rahat uyuduğumu hatırlamıyorum. Dinci kültün üstümüzdeki ağırlığı hafiflemiş gibi, tek parti faşizmi son bulumuş gibi rahat, ne güzel!

Fakat her kafadan bir ses yükseliyor yine. Sanki bu ülke daha önce hiç yönetilmemiş gibi, sanki bu ülkeyi her zaman cumhuriyet düşmanı kadrolar yönetmiş gibi, sanki bu ülke her zaman karanlıktan beslenmiş gibi.
Hayır baylar! Hayır Hanımefendiler!

Bu ülke bugünlere dünyanın aydınlığını doğru alımladığı ve özümsediği için gelebilmiştir. Sol, bu ülkeyi uzun yıllar yönetemedi belki fakat, kurucu akıl soldan, sosyal adaletten, insanlığın evrensel bilincinden beslendiği için gelebilmiştir. Ve en önemlisi, son on iki yıldır ülkeyi yönetenlerin örümcek kanına bulanmış süreyen aklını reddetiği ve o akılla amansız bir savaş verdiği için gelebilmiştir.

Dinci faşizmin özellikle son beş yıldır dayattığı yönetme biçimi, hayatlarımıza yönelmiş en büyük şiddettir, en büyük zulümdür. Zulüm altındaki insanları doların ne’liği, borsanın ne olacağı, niçin ilgilendirsin. Ülkemizde tek adam devri en azından şimdilik kapanmış ve faşist bir yönetim devrilmiştir. Baraj yıkılmış, serin su bütün yurdu ferahlatmıştır. Bundan kıymetli bir şey olamaz. Kalan her şey şimdilik teferruattır. Ülke mutlaka yöneticisini bulur ve hiç bir yönetim, bu kibir küpü zalimlerden daha kötü olamaz...

Birkaç gündür kimi medya organında “istikrar, filan” diye gürleyenler; biliniz ki dinci gericilik tarihin bütün zamanlarında kalıcı istkikrarın değil, mutlak kötülüğün ve ölümün adı olmuştur. Bu ise, hayatlarımızda asla değişmeyen ender doğrulardan biridir. Yıllardır muhaliflerin, aydınların, sanatçıların hayatlarına dayatılan zulmü birlikte yaşıyoruz. Ve bu değişmez karanlık zihniyet yüz yıl önce de sanatçıları gericilik kültü altında yok etmişti. Onlardan biri de işte, büyük Azeri Şair’i Mirze Elekber Sabir’di.
Geçen hafta yazacağıma söz verdiğim Sâbir; 30 Mayıs1862 Şamahı (Azerbaycan) doğumludur. 1962’den beri her 30 Mayıs’ta Bakü ve Şamahı kentlerinde Sâbir şiirleri okunur, onun hayatı konuşulur. On iki yıldır bizim ülkemizde de egemen hale gelen gerici aklın o zaman Azerbaycan’daki temsilcileri, bu büyük şairin hayatını cehenneme çevirmiş ve neticede yakalandığı akciğer hastalığından ölümüne sebep olmuştu. Eleştiriye hiç bir biçimde tahammül etmeyen ve her tür çağdaş haraketliliği cezalandıran dinciler, Sâbir’in yeni, aydınlanmacı, özgürlükçü düşünce ve şiir tarzını anında cezalandırmış, sekiz kız bir erkekten oluşan ailesini geçindirmek için yaptığı bütün işlerini sertlikle engellemişlerdi.

Sâbir, zengin denebilecek bir ailede doğmuş, çok dindar olan annesinin baskıları sonucu beş yaşındayken “molla mektebine” gönderilmişti. Ve ilk şiirlerini de daha beş yaşında burada yazmıştı. Şiirler, bir çocuk aklının yettiyince ‘muhalif’ şiirlerdi. Çünkü hocası, Kuran’ı öğrenmeden başka bir şey yazmasına izin vermiyor, Arapça ve Kuran öğrenmekse Sâbir’in küçük dimağına ağır geliyordu...

İlk gençlik yıllarında başlayan dünyayı ve yeni fikirleri tanıma aşkı, O’nu, dinci yobazlara karşı daha da muhalif şiirler yazmaya itti. Çevrenin baskısı ile babası, şiir yazmasına karşı çıkarak, bütün şiirlerini yaktı fakat O, belleğinde gizlediği bütün şiirlerini yeniden yazıya döktü.
Babasının ölümünden sonra erken yaşta evlenen ve geçim belası ile buluşan Sâbir’in bundan sonraki yaşamı, softalarla savaş ve bu savaşın içinden ailesine ekmek kurtarmak kavgasına dönüştü. Kuyruk yağından sabun yaparak geçimini sağlayan şairin, yaptığı sabunları gericilerin baskısı yüzünden hiç kimse almadı ve bir kızı böylece açlıktan öldü. Sâbir, 1905’te Şamahı’dan ayrılıp Bakü’ye yerleşti. “Molla Nesreddin” adlı mizah dergisinde yazmaya başlaması O’na büyük ün sağladı. Dinci yobazların baskısından hiç kurtulamadı. 1911’de dünyamızdan ayrılan büyük şairin yazdıkları, 1912’de “Hophopname” adı ile kitaplaştı. Türkçe’mizde de çok bilinen ünlü “Gorxuram” adlı şiiri, her zaman dinci gericilikle mücadelede bir fener oldu. Hani hiç bir şeyden korkmayan bir adamın, dincilerin kanlı fikrinden korkusunu anlatan şiiri...
“...Leyk, (fakat) bu gorkmamazlığım ile doğrusu/ Ay dadaş, vallahi, billahi, tallahi/ Harda müselman görürem, qorxuram!..
Bisebeb qorkmuram, (sebebsiz korkmuyorum) vechi var, (sebebi var)/ Neyləyim axır, bu yok olmuşların (ölmüşlerin)/ Fikrini qan-qan görürem, qorkuram/ Qorxuram, qorxuram, qorxuram!..” diyen şiiri.
Tıpkı bizlerin son on iki yıldır fikirlerindeki kanı görerek korktuğumuz ve bu korku ile iktidarlarını yıktığımız Türkiye gericileri gibi...


QORXURAM

Pay-i piyade düşürem çöllere,
Xar-i müğilan görürem, qorxmuram.

Seyr edirem berr ü bîyabanları,
Qul-i bîyaban görürem, qorxmuram.

Gâh oluram behrde zövreqnişin,
Dalgalı tufan görürem, qorxmuram.

Geh çıxıram sahile, her yanda min
Vehşi-yi qürran görürem, qorxmuram.

Gâh şefeqtek düşürem dağlara,
Yangılı vulkan görürem, qorxmuram.

Üz qoyuram gâh neyistanlara,
Bir sürü aslan görürem, qorxmuram.

Menzil olur gâh mene viraneler,
Cin görürem, can görürem, qorxmuram.

Xarici mülkünde de heta gezib,
Çox tuhaf insan görürem, qorxmuram.

Leyk bu qorxmazlıq ile, doğrusu,

Ay dadaş, vallahi, billahi, tallahi,
Harda müsalman görürem, qorxuram!

Bîsebeb qorxmayıram, vechi var:
Neyleyim, axır bu yox olmuşların,

Fikrini qan-qan görürem, qorxuram.
Qorxuram, qorxuram, qorxuram...

Mirze Elekber Sâbir 1907

Önceki ve Sonraki Yazılar