Berkin de, Burak da benim kardeşimdir!

Bugün şöyleydi, böyleydi diye analiz yapmak, hatta birilerine kızmak bile hiç geçmiyor içimden. Zaten rafine bir acının analizi nasıl yapılabilir ki? Bugün izninizle, sadece son gelişmelere dair içimden taşan duygularımı yansıtmak istiyorum.
 
Dahası, bu lafı ajitatif ya da ortalığı yatıştırıcı bir laf olarak söylemiyorum. Samimi olarak buna inanıyorum. Bu toprakların insanı ve hayatlarının baharındaki iki genç de kardeşimiz olmayacaklar da, ne olacaklardı ki zaten? Ülkede kez daha gözü dönmüş bir kin ve nefret dalgasının yerleştirilmesini isteyenler varsa, onları ayrı saflara koyabilirler. Bir diğerini ötekileştirerek bunu başarmak isteyebilirler. Bu topraklar bir kez daha böylesi bir senaryo yaşamayacak, yaşamamalı. Biz buna izin vermeyeceğiz.
 
Bilemiyorum; benimde mensubu bulunduğum kuşak bu noktada çok acılar çekti. Çok cenazeler, çok musalla taşları gördü. Herkesin birbirini düşman bellediği; silahın, kurşunun, ölümün o günkü koşullarda adeta normalleştiği süreçler yaşadık . Kendimizi sadece sıkılı yumruklarımızla, en öfkeli cümlelerle tarif etmemiz istendi. Ölüm sıradan bir olgu haline getirildi. Sonuçta, bu ölümleri stoklayanlar kucağımıza bir ‘darbe’ bıraktı.
 
Annelerin babaların çocuklarını pencerelerde yollarını gözlediği, eşikten içeri adım atınca derin bir oh çektikleri ama bunu belli etmemeye çalıştıkları dönemlerden geçtik. Bu toplumun en parlak, en zeki, en gelecek vadeden gençleri bir bir toprağa düştü. Sonunda, birtakım yarasalar onların kanları üzerinden nemalandılar. Şimdi ne olacak? Çocukları iki dakikalığına bile olsa sokağa, kapı önüne çıkamayacak mı?
 
İşte son günlerde, tekrar o günlere dönmekte olduğumuza dair tedirgin edici bir duygu yerleşti içime. Sanki yeniden bir ‘Mini 12 Eylül öncesi atmosferi’ yaşar gibiyiz, lakin farkındayım; çok şükür ki, o dönemlerdeki gibi yaygın bir kamplaşma, silahlanma yok. Lakin böyle giderse olmayacağının da garantisi yok. Çünkü tekrar birbirimize kalın hatlı öfkeler, yatıştırılmaz kinler duymaya başladık. Hele bir de bunları örgütleyen ve her dönem pusuda birileri çıkarsa, hepten yandık!
 
Üstelik bizler, tüm toplum olarak bunun bir tuzak olduğunu yıllar sonra, ancak iş işten geçince fark edebiliyoruz, maalesef. Bu konuda arızalı işleyen bir bağışıklık sistemimiz var. Jetonlar bazen düşmüyor. Sigortalarımız, alarm sistemlerimiz acilen çalışmalı!
 
Aynı nedenle; tekrar genç ölümleriyle karşılaşmak, duymak, görmek müthiş tedirgin ediyor beni. Bu nedenle, hassasiyetim tavan yapmış durumda. Benzer uğursuz, lanet bir sürecin bir kez daha yaşanmasını; o sarmala tekrar girilmesini istemiyorum. Berkin ve Burak benim için onun simgesi oluyorlar öncelikle. Ülkem adına cidden korkuyorum.
 
O yüzden, benim için artık ‘senin ölün’, ‘benim ölüm’ diye bir şey yok. Bu kısır, kaos çağırıcı, şiddeti yücelten, dar bakışı reddedeli çok oldu. Olaylara çok daha geniş perspektiften bakmasını öğrendik sanırım. Artık ölen her genç ‘benim ölüm’ oluyor anında.
 
Berkin ve Burak’ın babalarının itidalli duruş çabalarından öğreneceğimiz çok şey var. İnanıyorum ki -bazı şartlarda çok zor olsa da- sakinliğimizi korumak, oyunu bozacak tek panzehirdir. Yoksa ölülerimizi tekrar sınıflamaya başlarsak, biz bu işin altından kalkamayız. Lamı cimi yok, bu oyunu bozmak zorundayız arkadaş!
 
O bakımdan; siyasetçiler, derin odaklar, kan pazarlamacıları, kin kusan ağızlar, nefret örgütleyicileri vb, her kimseniz ve nerelere tünemişseniz; çekin ellerinizi genç kardeşlerimin üzerinden! Onların hayatları, bedenleri, gelecekleri üzerinden siyaset geliştirmeyin.
 
Biz inatla “Berkin de, Burak da bizimdir” dedikçe, siz hiçleşeceksiniz!..  

Önceki ve Sonraki Yazılar