Süleyman Karan

Süleyman Karan

Hey... Hâlâ buralardayız... Bir gece ansızın gelebiliriz!

   Bugün Gezi Direnişi’nin üçüncü yılı, en azından ben Gezi’nin 31 Mayıs’ta başladığını düşünenlerdenim.Yani Taksim Gezi Parkı’ndaki ‘birkaç ağaç’ onun sadece bir vesilesiydi, oradaki çadırlar da öyle... Gezi Direnişi ya da Gezi Ayaklanması veyahut bu faşistimsi ne idüğü belirsizlerin deyişiyle Gezi Kalkışması’nın temel sebebi ise iktidarı ele geçirmiş siyasal İslamcı çetenin, iktidar sarhoşluğu ve çirkinliğinin had safhaya çıkmasından kaynaklı bir tiksintiydi. Nefret diyemiyorum, nefrette nefret nesnesine karşı bile bir ölçüde saygı vardır, bu sebeple tiksinti demeyi tercih ediyorum.
Hadsizlere haddini bildirdik ya!   Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu isimlerine ‘iki sarhoş’ diyecek kadar hadsizleşmek, Anadolu’da en büyük Alevi katliamını gerçekleştiren Osmanlı’nın eli kanlı padişahının adını üçüncü köprüye vermeye kalkışmak, Kadıköy vapurundan inen kadınların etek boyunu eleştirmek gibi bir edepsizlik yapmak ve daha sayabileceğiniz onlarca rezilce demeç, sabır taşını çatlattı bu ülkenin onurlu insanlarının...    Ben 31 Mayıs’ta bu tiksintiyle iki polis barikatını aşıp Taksim Meydanı’nda 12 saat boyunca yaşlısı genci, Kürdü, Türkü turistiyle birlikte gaza, copa, yumruğa, tekmeye karşı direnirken, o tiksintiyle, bu güzelim yurdu, bu mülevves faşizan din bezirganlarına bırakmamak için direndik. O gece şafak sökerken Teşvikiye’de, 500 kişi Harbiye-Maçka dönüp duran yürüyüşe katılan herkeste de aynı duygu vardı. Bu bir yurt ve onur savunmasıydı. Bu ülkenin hiçbir zaman görmediği bir bayağılığa, bir soysuzluğa, teokratik bölücülüğe başkaldırı... Düşüklük, ahlaksızlık, halk düşmanlığı ve yolsuzluğa karşı bir ulusal kurtuluş ruhu demek daha doğru olabilir. Ve böyle devam etti, ta ki korkudan kudurmuş faşizan iktidarın silahlı saldırısıyla bitirilene kadar... Kendine özgü bir başkaldırı ruhu    Dünya tarihinin gördüğü sayılı halk ayaklanmalarından biriydi Gezi... Ancak bir yandan da bir o kadar farklı... Zira sınıfsal bir analizini yapmak pek mümkün değildi (Paris Komünü’nde kalmış kendinden menkul solcu aydınların hayal ürünü analizlerini boşverin). Bir çevreci ayaklanmaya indirgemek de mümkün değildi, o öne çıkan unsurlardan biriydi sadece... Merkezin taşraya karşı direnişi de değildi, zira sanırım bir ya da iki il dışında tüm yurtta Gezi eylemleri oldu... Yani henüz analizi yapılabilmiş toplumsal bir olgudan söz edemiyoruz, sadece nostaljisini yapıyoruz. Tek bildiğimiz müthiş heterojen bir kitlenin bir araya gelmiş olmasına karşın hiç şiddete yönelmemek gibi bir tarzı benimsemiş olmasıydı. Ki iktidarın zorlamasıyla polis çocukların gözlerini çıkarır, katlederken bile...  Şu sıralar kozasında...    Gezi’den üç yıl sonra, bugün Gezi’yi sahiplenen bir tek sosyalistler kalmış gibi.. O sebeple ki Taksim Dayanışması’nın organize ettiği Abbasağa’daki şenlik oldukça sönüktü. Bu yazıyı yazdıktan sonra akşam katılacağım Şişli Dayanışması’nın yürüyüşüne de büyük olasılıkla 20-30 kişi katılır. Yarın Gezi Parkı’nda Taksim Dayanışması’nın basın açıklamasına polis ‘orantısızın orantısızı güç kullanarak saldıracak’ bundan da eminim. Sonrasında ise İstiklal yine gaza boğulacak. Olay öyle bitecek...   
Bakiye bu değil, göreceksiniz!   Ama... Aslında Gezi’nin bakiyesi bu değil... Ne olduğunu bilmiyoruz ama bir şeyler değiştiğini biliyoruz. Yüzlerce sivil inisiyatif, büyük laflar etmeden, halk adına değil kendileri için, bir şeyler yapıyor, iğneyle kuyu kazıyor, ama kuyular her yerde çoğalıyor. Cerattepe’de, Soma’da, Validebağ’da ve daha pek çok yerde örneklerini gördük, duymadığımız görmediğimiz yüzlercesi daha var. Ve artık en azından Gezi’ye katılan sessiz çoğunluğun bir bölümü, halk adına, sınıf adına değil, kendisi için bir dönüşüm, bir devrimin peşinde... Bir bölümü suskun bekliyor, bir bölümü dediğimiz gibi iğneyle kuyu kazıyor, bir bölümü ‘Ne yapmalı, nasıl yapmalı?’ diye tartışıyor. Tabii herkes bir arayışta değil, bir bölümü de sadece nostaljik ağlaklıkla, ağıt yakıyor. Bazıları hâlâ ahir zaman peygamberi formatında ukalaca ‘halka yol gösteriyor’ ama tabii pek alıcısı yok... Durum şimdilik bu, ortada Gezi’den bir fiziki bakiye kalmamış gibi görünüyor, ama Gezi’nin hayaleti yurdun semalarında dolaşıyor ve bir yerde, bir anda yeniden ete kemiğe bürünecek. İşte bu yüzden şimdi yaklaşık 10 bin kişinin giydiği Gezi tişörtlerini gören polisler şöyle bir dikeliyor, o yüzden tepeden tırnağa siyasal islamcı faşistler Gezi lafını duydular mı korkuyla titreyip, korkularınıbastırmak için ağızlarından köpük saça saça bağırıp çağırıyor. İşte onun için 10 binlerce polis bugün İstanbul’u ve büyükşehirleri terörize edecek. Bu toprakların onurlu ruhu       Hiç enseyi karartmaya gerek yok, ‘Gezi’yi sahiplenen bir avuç insan kaldık’ diye karamsarlık tohumları saçmaya da... Böylesi durumlarda, karşınızdakine bakacaksınız. Onlar Gezi’den bu kadar korkuyor, çünkü Türkiye semalarında dolaşan bu ruhu görüyorlar. Bizim görememizin sebebi onun içimizde olması... Yani Gezi’nin bakiyesi falan yok, bildiğiniz Gezi ruhu var... Ona kısaca bu toprakların ‘onurlu ruhu’ diyoruz. Sınıf tanımıyor, etnisite tanımıyor, din tanımıyor, cinsiyet tanımıyor, sınır tanımıyor, önyargı tanımıyor. Evrimden süzülüp gelen insanlık onuru deniyor buna... Tüm onursuzlar adını duyduğu anda bir titreme geliyor. Titresinler... Zira bir gece ansızın gelebiliriz!

Önceki ve Sonraki Yazılar