Hiç

Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin? ” “Hiç” demiş Hoca “hiç kimseyim.” Dudak büküp önemsemediklerini görünce sormuş: “Sen kimsin? ” “Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara. “Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca. “Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam... “Daha sonra? ..” diye üstelemiş Hoca. “Vezir” demiş adam. “Daha daha sonra ne olacaksın? ” “Bir ihtimal sadrazam olabilirim.” “Peki ondan sonra? ” Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: “Hiç.” “Daha niye kabarıyorsun be adam ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: ‘hiçlik makamı’ında!" İşin şakasını bir yana bırakırsak "Hiçlik" makamdan ziyade akım elbette! Batıda din kisvesiyle kilisenin getirdiği ağır toplumsal otoriteye karşı; Doğuda ise yine dinin getirdiği Tanrı otoritesine karşı dayanabilmek için düşünen insanların kendilerince yarattıkları bir sığınak belki de! Kimi Tanrının varlığını kimi de yokluğunu kanıtlamak için savunmuş hiçliği! Nietzsche boğulduğu geleneksel değerlerden kurtulmak için yeni değerler yaratacak modern ve üstün insandan bahsederken; Mevlana "kabul" eden ve acizliğini anlaması gereken çilekeş insandan bahsetmiş. Aslında en güzelini boynuna astığı "hiç" yazısıyla fotoğraf çektiren Neyzen Tevfik yapmış! Hepimizin boynunda asılı aslında o "hiç" yazısı! Kimimiz Tanrının, kimimiz insanın, çoğumuzda kendimizin içinde bir hiç değil miyiz? İki paragrafa ve benim sıradan aklıma sığmayacak kadar derin bir felsefe bu elbette... Sonuçta neresinden bakarsan bak "hiçlik"i dibine kadar yaşıyoruz. Nerden çıktı şimdi bu? derseniz; Hiiiççç... Sadece çevreme bakıyorum ve; Hiç bir şeye tutunamayan insanın -hiçlik-e tutunmaya çalışması trajikomik değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar