Hitabet

Hitabet yeteneği siyasette çok önemli bir araçtır. Tarihçiler, antik Yunan'da, siyasete hevesli Atinalı genç Demostenes'in kekeme olduğu için, ağzına çakıl taşları doldurup, yıllarca hitabet temrinleri yaparak büyük bir hatip ve politikacı olduğunu anlatıyor.
Tabii bir hatibin anlatma gücü kadar, anlattığı şeyin de önemi var.
Amerikalı gazeteci John Reed  Rusya'daki 1917 Ekim Devriminin öncesini anlattığı, ''Dünyayı Sarsan On Gün'' adlı kitabında buna güzel bir örnek veriyor. Bir akşam vakti, büyük bir salonda toplanmış işçilere Bolşevik Troçki'nin yaptığı konuşmayı dinlerken, o salonun nasıl tezahüratlarla inlediğini anlattıktan sonra, ''Bundan sonra konuşacak Lenin ne talihsiz'' diye düşündüğünü söylüyor.
İsmi anons edildikten sonra, köşedeki sobanın etrafında oturan grup içinden kalkıp kürsüye yürüyen kısa boylu, kel kafalı adamın Lenin olduğunu şaşkınlıkla anladığını yazdıktan sonra,( hatırımda kaldığı kadarıyla) şöyle devam ediyor: ''O konuşmaya başladıktan sonra salon sessizliğe büründü. İşçiler O'nu büyük bir dikkatle dinlediler. O Troçki gibi büyük bir hatip değildi ama söylediği her cümle o insanların hayatlarının ta içinden geliyordu.
Atatürk'ü dinlemek nasip olmadı. İsmet Paşa'yı yaşlılık yıllarında çok dinledim. O, ''nasıl söyledi?'' diye dinlenecek bir hatip değildi, ''ne söyledi?'' diye dinlenebilirdi. Söyledi mi iyi söylerdi.
Allah için Tayyip Bey de iyi hatip. Okuduğu imam-hatip okulunun hakkını iyi veriyor. Hem imamlığı hem hatipliği iyi biliyor. Güzel Kur'an, güzel şiir okuyor.
Başbakanken salı günlerinde yaptığı grup toplantılarında, yalnızca milletvekillerine değil, takım elbiseli, bir örnek kravatlı, sakallı gençlere, Cumhurbaşkanı olduktan sonra 15 günde bir topladığı muhtarlara, seçimler sırasında yeminini unutup, illerde- ilçelerde yaptığı parti mitinglerinde yaptığı konuşmalarla kitleleri nasıl coşturduğunu -kendisine muhalif bir vatandaş olsam bile- ''gıpta'' ile izledim.
Bu duygularla, Birleşmiş Milletler'in son toplantısında konuşmasının nasıl karşılanacağını merakla bekledim. Doğrusu beklentim, 1964 yılında Küba adına konuşan Dr. Ernesto Che Guevara’nın, 1974 yılında -Birleşmiş Milletlerin tanımadığı, Filistin lideri Yaser Arafat'ın(belinde tabancası ile) tıklım tıklım salona yaptığı konuşmanın bir benzerini Tayyip Bey'in bütün dünyaya dinleteceği  yönünde idi. Kıskanacaktım ama gizliden bir kıvanç da duyacaktım.
Büyük hayal kırıklığına uğradım. Dünya Milletlerinin liderleri, temsilcileri, Türkiye'nin son zamanlarda çıkardığı en büyük hatibi dinlemediler. Salon bomboş kaldı.
Bunda hatibimizin hiç bir günahı yok.
Dışişleri örgütümüzü kınıyorum.
Hiç birinin aklına o salonda bir ''ekmek içi döner-ayran'' servisi yapmak gelmedi mi?
Tayyip Bey her New York’a geldiğinde otelinin önüne tezahürata getirdiğiniz insanları, ‘Türk Heyeti'' kimliği ile salona neden sokamadınız?
Hadi bunları yapamadınız, Tayyip Bey'le birlikte Cumhurbaşkanlığı uçağı ile getirdiğiniz bir dolu gazetecilerinizi niye salona getiremediniz?
O sıralara oturtacak güvenlikçileriniz de mi yoktu?
Teessüf ederim, bizi rezil ettiniz!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar