Süleyman Karan

Süleyman Karan

İfadesiz kalan onurunu da kaybeder

Perşembe günü, Türkiye’nin ‘postmodern Galile davası’ olmaya aday bir duruşmaya gittim. Bu halka açık bir duruşma, yani herkes gidebiliyor. Türkiye gibi pek çok yargı sürecinin karartıldığı bir ülkede, garip gelebilir sizlere ama hiç öyle değil... Zira bu davanın halka açık olmasının sebebi, gericiliğin gövde gösterisine olanak yaratmak, bir linç kampanyası düzenlemeye zemin hazırlamak.

Özgürlüğe sahip çıkan azınlık

Sözünü ettiğim dava, IŞİD’in aşağılık eylemlerinden birinin ardından gelişen olayların bir sonucu... Geçen yıl 7 Ocak’ta Parist’te Charlie Hebdo adlı mizah dergsinin merkezine yapılan baskınla öldürülen gazeteci ve karikatüristleri hatırlayacaksınız. Büyük olasılıkla aklınızda kalan görüntü, bir IŞİD teröristinin yere düşmüş polis memurunu, adamcağız vurma diye yalvarırken öldürmesiydi. Diğer cinayetleri göremedik, zira katliam binanın içinde gerçekleşti. Sonuç itibarıyla, köktendinci terörizmin kabarık kurban listesine bir grup ateist, anarşist sanatçı da eklenmiş oldu.

Bu olayın hemen ardından, Türkiye’de yine iki kutup arasında ciddi bir tartışma baş gösterdi. Son yıllarda hızla artan IŞİD destekçileri bayram yaparken, insanlık mirasına sahip çıkan, evrensel değerlere inanan binlerce insan ise pek çok anma töreni düzenledi.

Medya da her zamanki gibi üçe bölündü; durumu idare eden sözde ana akım medya, ‘çok çirkin karikatürler çiziyorlardı, Müslümanlar’ı incitiyorlardı, ama tabii ki teröre karşıyız’ gibi, omurgasız ve ahlaksızca açıklamalar yaptılar. Yandaş medya ise bu olaydan çok incindi ve katliama uğrayanları pas geçip, Müslümanlar’ın incindiği üzerinden demagoji yaparak, her zamanki gibi nalıncı keseri işlevini yerine getirdi. Kalan bir avuç gazete ise, gerek köktendinci terörü lanetledi gerekse ifade özgürlüğünün ne denli önemli bir insan hakkı olduğunu vurguladı.

Korkunun ilkesizliği

Katliamın ardından Charlie Hebdo, dünyada sadece iki gazeteye, bir İtalyan gazetesi ve Türkiye’den de Cumhuriyet’e, katlim sonrası çıkacak ilk sayısını birebir basma hakkı tanıdı. Kapağa kadar her şeyi birebir basma hakkını, Cumhuriyet’in o zamanki genel yayın yönetmeni son anda aldığı bir kararla, biraz otosansüre tâbi tuttu ve kapağı basmama kararı aldı. Bunun üzerine gazetenin iki yazarı, Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya ise, her namuslu aydının yapması gerekeni yaparak kapağa köşelerine taşıdılar. Bundan sonrası tam bir rezaletti!..

Öncelikle o gece, keyfi bir biçimde gazetenin o dönemdeki genel yayın yönetmeninin ‘Cumhuriyet halkın dini değerlerine saygılı olduğu için Charlie Hebdo’nun kapağını basmamıştır’ minvalinde yaptığı açıklaması ve devamında “İki köşe yazarımız kendi köşelerinde bunu kendi istekleriyle kullanmıştır” açıklaması, iki yazarı hedef tahtası yaptı.

Seçim öncesiydi, kurnaz ve her türlü provokasyonu yapmaya meyilli İhvan zihniyeti, hiç vakit kaybetmeden meydanlarda her iki yazarı ve gazeteyi hedef gösterdiler. Köktendinci terör yuvalarıyla bağlantılı yobaz çeteleri Cumhuriyet’i bombalamak, yakmak, iki yazarı öldürmekle ilgili tehditlerini bizzat gazetenin önüne gelerek, bağırıp çağırarak ve pankartlarla dünyaya ilan ettiler.

Bu sırada bizim sözde aydın ve laik geçinen ana medyadaki kanaat önderleri ise tam anlamıyla ‘düşük’ bir profil çizdiler. ‘Düşük’ derken, bildiğiniz halk dilindeki düşük, yani ahlaken zayıf ve ikiyüzlü!..

‘Düşük profilli’ sözde aydınlar

CNNTürk ekranlarındaki rezil geceyi hiç unutmaşyacağım. Hepsi de ifade özgürlüğünü bir kenara atmış, bu iki yazarı, karikatürü ve Charlie Hebdo’yu lanetliyor, ağzından köpük saça saça ortada dolaşan ve meslektaşlarını linç etmeye kalkan sürüyü ‘ikna etmeye’ çalışıyordu. Yani tam da ifade özgürlüğü ve temel insan hakları için mücadele etmek yerine, bu ‘düşük pofil’liler, meslektaşlarının canının bağışlanmasını rica etmek gibi bir hadsizlik ve saçmalık içindeydiler. Bunu birgün basın tarihi yazacaktır mutlaka... Bunlar ise hiçbir zaman utanmayacaktır, çünkü utanmak için onur gibi bir etmen gerekli ve o onlarda mikron seviyesinde!

Her neyse hikâye böyleydi ve ifade özgürlüğü mücadelesinde bu yurdun cesur ve onurlu insanlarının dışında destek görmemek ve sürekli ölüm tehdidiyle yaşamak nasıl bir şeydir görmüş olduk. Bunu daha önce Turan Dursun ve birçok aydın yaşamıştı ve görünen o ki daha uzun süre yaşayacak. Peki şaşırdık mı? Tabii ki de hayır... Şaşırmıyoruz hiçbir şeye... Şaşmadığımız sadece bu olmayacak bu hayatta o kesin... Binlerce yıldır süren, aydınlık ile karanlık arasındaki savaşta, ışığın peşinden giden hep çok küçük bir azınlıktır. Ve bizler azınlıkta kalmaktan hiç de korkmuyoruz.

Davada iki yazarın, özellikle de Ceyda Karan'ın savunmasını okumanızı öneririm. Bu savunma, ifade özgürlüğü için mücadelenin hiçbir zaman sonlanmayacağının bir simgesi olacak. Ve emin olun “Azınlıktayız” dediysek, o kadar da değil. Bu ülkede milyonlarca onurlu insan, evrensel değerlere sahip çıkan binlerce aydın var. Siz siz olun, ‘düşük profil’ sergilemeyin. Herkes bir gün ölecek ama bazıları onuruyla ölecek. En azından hayatınızı özgürce yaşamak için onurunuza ve doğrularınıza sahip çıkın! Az yaşasanız da öz yaşarsınız!

Önceki ve Sonraki Yazılar