İhmale gelmeyecek gerçek 'toplumsal grizu'

Grizu, kömür ocaklarında doğal sıcaklık ve basınçta açığa çıkan, büyük bölümü saf metan olan, kolayca tutuşabilen ve patlamaya yol açabilen bir gazdır.

Grizu patlamasıyla oluşan nice felaketleri hepimiz hatırlıyoruz. İnsanlar yaşamını yitirmiş ve ocaklar kullanılamaz hale gelmiştir. Bir süre sonra ocağın adı unutulur, hafızalardan silinir gider. Yeni ocaklar açılır, maden dünyası onları konuşur.

Bu felaketlerin yaşanmaması için işletmeciler, sürekli ölçüm yaparlar, tehlike sınırlarına yanaştıkça üretim durdurur ve gerekli tedbirleri alırlar. Aynı tempoda devam edecek üretim inadının sonu ise felakettir. Ne ocak kalır, ne ocakçı. İşletmeci genelde kaçar, bulunup cezalandırılamaz bile. İhtirasları inadına eklenince, nice canların, yıllarca emek verilmiş bir ocağın varlığı da son bulur.

Neden mi anlattım bunları?
Ülkemizin var oluşunda nice emekler, fedakârlıklar var. Neredeyse bir asırlık Cumhuriyetimiz bugüne gelmişken, son zamanlardaki maden benzeri oluşan, tehlikeli toplumsal sıkışmayı görebiliyor muyuz? Özellikle son dört yıldır yaşanan gelişmeler tehlikeyi işaret ederken, bu kayıtsızlık ne anlama geliyor?

Yönetenlerin ihtiraslarına karşı oluşan tepkinin Gezi’de ortaya çıkması, toplumsal grizunun ilk işaretleri değil miydi? Madenin havalandırılması gibi, demokratik hak ve özgürlüklerin, toplumun bir kesiminin de düşüncelerini dikkate alıp, basıncı tehlikeye dönüştürecek inadı, törpülememiz gerekmez miydi?
Sermayenin kömür üretme inadı gibi, dilediğini yapma inadına kapılan iktidarın, toplumsal grizunun tehlikeli boyutlara ulaşmasını görmemezlikten gelmesi, ülkenin geleceği ve içindekilerin yaşamını riske atmıyor mu?
Aradan 4 ay geçmesine rağmen beraberinde halen pek çok sorununda yanıtsız kaldığı 15 Temmuz dinci, faşist darbe girişimi bir şeylerin işareti değil mi? Türkiye'nin uzun yıllar unutamayacağı bir gece olan 15 Temmuz'da yaşananların, toplumsal ve bireysel anlamda psikolojimizde derin yaralar bıraktığı aşikardır. Toplumsal travmalarda yaraların sarılabilmesi için birliğin ve dayanışmanın güçlenmesi güvenlik zemininin yeniden yapılanmasıyla sağlanabilir.

Birleştirici duygu birliğimiz, örselenmiş durumda. Temel bir duygumuz var: Öfke. Saldırganlık ve öfke temel duygu olduğunda, şiddet kaçınılmaz olur. Gerginlik ve ayrıştırmanın yaşandığı süreç devam ederse, kişiler arasında mesafeler artabilir ve toplumun güvenlik zemini derinden sarsılabilir. Yaşam alanlarında herkes barut fıçısı gibi…

Geçtiğimiz günlerde Bağdat caddesinde bir araç kazasına tanıklık ettim. Ardından trafiğin ortasında, iki araç şoförünün birbirini öfkeyle, amansızca tartaklaması bunlara bir örnektir. Böyle pek çok örneğe tanık oluyorsunuzdur. Sizce de bu örnekler yaşadığımız toplumun ruh sağlığı açısından önemli ayrıntılar değil mi?
Siyaseti tıkayıp, çözümü başka yerde aramak toplumu germiştir.

Toplumun psikolojisi çökmüş, vatandaşın geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı varmış, kimin neyine!

Ekonomi nereye varacak? Cari açık kaç milyar dolar oldu? 
Gerçek işsizlik oranı ne kadar? 
Hiç dillendiren var mı?

Özellikle son aylarda tırmanan sıkışmanın sihirli bir değnekle yok edilemeyeceğini görerek, ayrışma ve gerginlik üreten siyaset mekanizması, bu konudaki inadına son vermelidir. Yıllar içinde belirgin derecede azalan tahammül sınırı ve dayanma gücü, travmatize olan toplumlar da yerini daha fazla güvensizliğe ve öfkeye bırakabilir ki bu da ayrımcılığın ve şiddetin daha da artmasına zemin hazırlar.

Tansiyon arttıran stratejilerle bu sıkışma devam ettiği sürece, toplumsal bir patlama yaşanmaması imkânsızdır. Öncelikle bu ateşe benzinle gidenlerin ilk kendilerinin yok olacağını görmemek için kör olmaları gerekiyor ki aksi durumda kaybettikleri akıl ve vicdan duygusu toplum üzerinde geri dönüşsüz hasarlar bırakacak.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar