2015'ten niçin korkuyorum?

   Türkiye bu kafayla 2015’in  altından kalkamaz.  Bu kafayla gidilirse 2015  Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en ağır kayıpların verildiği yıl olur.

2015’e şurada bir şey kalmadı.  Artık birkaç ay sonrasından söz ediyoruz.

2015 zaten mimli bir yıldı.  Hazırlıkları yıllar önce başladı.  Şimdi,  “bu kafa” dolayısıyla,  takvimlere Türkiye’nin dönüştürüleceği yıl olarak yazıldı..  Köşeye sıkıştırılacağı, aşağılanacağı, cezalandırılacağı yıl.

Paryalaşmakta dibe vuracağı yıl!

 

                                                *    *    *

Bu süreçten Türkiye ancak akıllı davranarak,  evrensel değerlerin savunuculuğunu yaparak, demokrasisi ve kültürüyle “yumuşak gücü”nü canlandırıp,  biraz da dünya kamuoyunun tribünlerine oynayarak çıkabilir.

Fazıl Say’ı dışlayarak yapamaz bunu.  Ne ilgisi var demeyin!  Çok ilgisi var!

Artık su ve elektrik kadar gerekli sayılan İnternet’i kısıtlayarak, Twitter ve Facebook’u yasaklayarak yapamaz!

Karikatüristleri hapse atmaya çalışarak yapamaz.  Dünyanın çeşitli ülkelerinden karikatüristler,  burada bir meslektaşlarının hapse atılmak istenmesini protesto etmek için en güçlü silahlarını, karikatürlerini kullanmaya karar vermişler.  O karikatürlerden bazılarını gördüm:  Dehşet şeyler!

Çağımızda bir karikatür on tanka bedeldir.  Tanklarını kullanamıyorsun, karikatürleri ise durduramıyorsun!

O karikatürlerde hedef alınan “ o kafa”yı uygar dünya savunmaz.  Uluslararası kamoyu buna izin vermez.  Mahalle baskısı denen şey oralarda da var. Savunursan ayıplanırsın!

Bu durumdan yaralanmak isteyenler ellerini ovuşturuyorlar:  “Sonunda elimize düştü, artık kurtulamaz diyorlar.”

Kurtulamaz, çünkü şu sırada Türkiye zayıf, büyük krizleri kaldırabilecek durumda değil. Halkı derinden bölünmüş, kurumları zayıflatılmış, birleştirici simgeleri aşınmış, adalete inancını yitirmiş, göz göre göre talan edilmiş bir ülkeden söz ediyoruz.    

Fikri sorulacak değil, talimat verilecek hale düşürülmüş bir ülke.

Nitekim veriliyor  da.

En ağır talimatlar 2015’te gelecektir!

 

                                            *     *     *

2015 derken,  tabii öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenlerin 1915’te Ermeni nüfusa uyguladıkları tehcirden ve onun trajik sonuçlarından söz ediyorum.  Aslında 2015 Türkiye Cumhuriyeti’nin ruhsal temellerinin atıldığı Çanakkale savaşlarının da 100. yılı ama,  orada aşılmayı bekleyen bir psikolojik set yok.  Atatürk  bu topraklarda ölmüş Johnny’ler için “Gözyaşlarınızı silin anneler, artık onlar da bizim çocuklarımızdır!” dediğinden beri yok.

Ama Ermeniler konusunda durum öyle değil.  Aradaki bariyer bir türlü aşılamıyor.  Birileri tarafından sürekli körüklenerek kuşaktan kuşağa devrediliyor.

Ben 2015’in tüm bunların nihayet aşıldığı bir duygusal  boşalma,  “katharsis”,yılı olmasını umuyor ve bu konuda en  büyük görev sanatçılara düşüyor diyordum.

Belki hala olur.  Ne bileyim, belki Fazıl Say’ın yazacağı,  Anadolu insanlarının kardeşliğine ilişkin, ortak leitmotiflerle bezeli senfoni,  Erivan ve İstanbul’da hep birlikte çalınır, birlikte göz yaşı dökülür.  Sınırlar, müzeler, kütüphaneler açılır… Kalpler açılır…

Ama yazık ki işler öyle gitmiyor.  Burada,  talimatlar dışında parmağını oynatamayacak kadar zayıf düşmüş bir yönetim var ve  zaten halkın en az yarısı onun her yaptığını kötülük olarak görüyor.

Ve dışarda,  “Nefretin dozunu düşürmeyelim, hazır bu noktaya kadar gelmişken, gündemde bir sonraki maddeye geçelim,” demekte olanlar…

Bir sonraki madde 2015’te açıkca telaffuz edilecektir.

Yapayalnız bir ülke olacak karşılarında:  AB ile yabancılaşmış, ABD ile ağız dalaşı halinde,  Birleşmiş Milletler’de karşısında “olağan şüpheliler” olarak Ermenistan ve G. Kıbrıs’ın yanı sıra  Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı, İsrail’i bulan bir Türkiye! Kobane’deki hatalarıyla,  “ilerici” dünya kamuoyunu  karşısına alan bir Türkiye…

Ve “o kafa”! 

Onun kolay kolay değişmeyeceğini biliyorum; işte bu yüzden 2015’ten korkuyorum

Önceki ve Sonraki Yazılar