Elif Doğan Şentürk

Elif Doğan Şentürk

İlk adım

Yıl 16 Mayıs 1919... Bir vapur İstanbul’dan Samsun’a hareket ediyordu. Vapurda tam 48 kişi vardı. Bunların 23’ü rütbeli ve 25’i ise er ve erbaşlardan oluşuyordu.
Ancak biri vardı ki kafası sürekli meşguldü.
Hatta bir ara; çatık kaşlarının altını süsleyen mavi gözleriyle uzaklara bakarken, kıpırdayan dudaklarından 3 kelime çıkmıştı: “Geldikleri gibi Gidecekler”
“Keşke Yunan kazansaydı” diyecek kadar alçalan bir güruhun dediği gibi, bu adam bir elit değil Selanikli bir yetimdi. Cepheden cepheye savrulan iyi bir asker, ancak Osmanlı’nın geleceğiyle ilgili sürekli planlar yapan, yazılar yazan hatta yıkılacağını defalarca arkadaşlarıyla paylaşan bir idealistti.
Üç gün süren meşakkatli yolculuktan sonra karaya “İLK ADIM” atıldığında o “nereden ve nasıl geleceğini bilmediği, güneşli güzel günlere” olan mutlak inancıyla, yaktığı sigaranın dumanına bakarken, milletin kaderini planlamaya başlamıştı bile.
Bir şeye çok inanıyordu; “milletin bu kötü kaderini yine milletin azim ve karalılığı kurtaracaktı. Bu milletin vatan için neler yapabileceğini Çanakkale’de görmüştü.
Yeryüzünde hiçbir komutan yoktur ki “ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” desin ve hiçbir millet yoktur ki bu emri harfiyen yerine getirsin. O bunu görmüştü.
Bir şeye daha inanıyordu: Milletin iradesine dayanmayan, baskıcı, despotik krallık, padişahlık gibi yönetim şekilleri yeniçağın ihtiyaçlarını karşılamıyor ve tek tek yıkılıp gidiyorlardı.
Onun için de milli irade, kurtuluş savaşının sadece cephelerinde değil karar süreçlerinde de tecelli etmeliydi.
Nitekim Erzurum, Sivas kongreleri Amasya Tamimi bu düşüncenin en somut örnekleridir.
Birinci meclisin kulağının dibinde toplar patlarken, mebuslar savaşın seyriyle ilgili tartışmalar yapıyor ve kararlar alıyorlardı.
Peki, biz 24 Haziran’da neyi oylayacağız?
Cephelerden süzülüp gelen ve en temel unsuru milli irade olan cumhuriyeti tek adamın iradesine verelim mi, vermeyelim mi?
İşte bunu oylayacağız.
Eğer Atatürk isteseydi kral, padişah ya da herhangi bir despotik yönetimin tek adamı olamaz mıydı? Bal gibi olurdu.
Ama o milletin söz, yetki ve karar sahibi olması gerektiğine inandı hayatı boyunca.
Ne krallar, ne padişahlar ne de onların yönettiği ülkeler kaldı. Hepsi teker teker yıkılıp gitti.
İşte bu yüzden iradenize sahip çıkın. Kime oy verirseniz verin ama mutlaka iradenize sahip çıkın.
Birde şu notu düşelim;
Eğer isteseydi, kendisi için dünyanın en görkemli köşkünü yaptırıp içine en görkemli tahtını kuramaz mıydı? Bal gibi kurardı.
Ama o milletin gönlüne taht kurmayı tercih etti. Milletin gönlündeki taht o kadar güçlü ki; denemedikleri yöntem, etmedikleri hakaret, çarpıtmadıkları tarih kalmadı. Okul kitaplarından, anma günlerinden, televizyon programlarından, gazetelerden, kazanılmış zaferlerden adını çıkardılar ama milletin gönlünden çıkaramadılar.
Bu pervasızların, çabalarının beyhude olduğunu, dönemin İngiltere Başbakanı Lloyd George en iyi şekilde özetlemiş:
“İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki Küçük Asya’da çıktı. Hem de bize karşı... Elden ne gelebilirdi?”
Ve bugün 19 Mayıs.
19 Mayıs 1919 Milli Mücadele’nin fitilinin ateşlendiği tarih. O gün o kadar önemliydi ki Atatürk için, 19 Mayıs’ı doğum günü olarak kabul etti. Sonrasında ise 19 Mayıs’ı milli bayram ilan etti. Maalesef çok sevdiği günü o bayramı bir kez kutlayabildi... Atamızın bize bıraktığı mirası yine stadyumlarda kuleler oluşturarak, kartonlarla Atatürk yazarak, bembeyaz etekleriyle kızlarımızın ellerinde Türk bayraklarıyla coşkuyla kutlayacağız... O günler yakındır “Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar”...

Önceki ve Sonraki Yazılar