İyi ki, doğdun be Usta!

12 Eylül darbesi henüz gerçekleşmişti. İstanbul Belediyesi’ne de zorla el konuldu.

Seçilmiş belediye başkanı CHP’li Aytekin Kotil yerine hava tümgeneral İsmail Hakkı Akansel atandı. Akansel’in hafızalarda kalan bir girişimi Fenerbahçe’ye savaş ilan etmesi ise, diğeri de Şehir Tiyatrolarının dağıtılmasıydı.

İşte hikâyemiz de sabahın erken saatlerinde Şehir Tiyatrolarına giren genç subayların çekingen bir sesle, kendilerine verilen emri tebliğ etmeleriyle başlıyordu.

“Bundan böyle Kanlı Nigâr oyununda sürekli kullanılan ‘paşam da paşam’ repliğinin yasaklanmasına…”

Şehir Tiyatroları ekibinin uzun bir aradan sonra, yeniden repertuara aldıkları Kanlı Nigâr’ın daha Temmuz ayının ilk günlerinde, 8. Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında Rumeli Hisarı’nda verdikleri 5 özel temsilde seyircinin gözdesi oldukları yeniden tescillenmişti.

Tiyatronun sanat yönetmeni dahil, oyuncuların ve ekibin hazır olduğu ortamda herkes hayretler içindeydi. Tiyatrosu, sineması halk tarafından çok sevilen, her dönem kapalı gişe oynanan Kanlı Nigâr da 12 Eylül’ün dar kafalı generallerinin hışmına uğramıştı!

Sessizliği bir oyuncunun yumuşak ama kararlı sesi bozdu: “Siz benim yatak odama izinsiz nasıl giriyorsunuz? Bu kelimelerin çıkmasına karşıyım ve ısrar ederseniz istifa ediyorum!”

Nitekim, olayı izleyen günlerde, bu protestonun sahibi Şehir Tiyatroları’ndan istifa eden tek sanatçı olacaktı.

İşte o kişi, Münir Özkul’du…

Elbette, bir gün önce tam 90 yaşına basan tiyatro ve sinema sanatımızın en görkemli oyuncularından Münir Özkul için pek çok tanımlama yapılabilir. Ama, bence ona en yakışan ‘onur’ve ‘gurur’dur. Hatta, daha ileri giderek, bu iki kavramın onun bütün oyunculuğunu da belirleyen başat duygular olduğunu iddia edebilirim.



Ben daha ölmemiştim ki…
Münir Özkul ile Kanlı Nigâr oyunu hayatının pek çok döneminde kesişmişti. Özkul’un oyunculuk hayatının ilk ödülü de gene Kanlı Nigâr ile gelmişti.

1967-68 döneminin en iyi aktörü seçilen Münir Özkul, aynı dönemde alkolü bıraktığı için de ayrıca ilgi odağıydı. Kendisiyle birlikte İsmet Ay ve Orhan Boran’ın da içkiyi bırakmaları için ısrarcı olan Özkul’un bu dileği gerçekleşmeyecekti. Belki de, onların arkalarında Münir Özkul’un yıkılmasını önleyen Suna Selen gibi bir ‘amazon’ yoktu!

20 yıldır profesyonel olarak sürdürdüğü oyunculuk kariyerinde ilk kez bir ödül kazanıyordu. Münir Özkul, ilk ödülünü aldığı ana kadar, 50’yi aşkın sinema filminde oynamış, tam 46 tiyatro oyununda sahneye çıkmıştı.

Kanlı Nigâr başta olmak üzere, Boş Çerçeve, Artık Sevmeyeceğim, Fakir Bir Kız Sevdim, Bir Millet Uyanıyor, Edi İle Büdü ve daha pek çok gişe rekoru kıran filmde, Aşk Köprüsü, Fareler ve İnsanlar, Örümcek, Ziyafet, Hamlet, Toreadorlar Valsi, Sevgili Gölge, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı gibi oyunlarda çoktan ‘seyircinin sevgilisi’ haline gelmişti.

Kanlı Nigâr’da sergilediği başarılı oyunculuk için ‘İlhan İskender Armağanı’ kazandığını öğrendiğinde kendisine ödül verilmesini beklemediğini dudaklarından dökülen şu sözcükler ifade etmişti: “Niye bana verdiler? Ben daha ölmemiştim ki…”

Bir aktör doğuyor
15 Ağustos 1925’de doğan Münir Özkul bir asker oğludur. Askerliği dönemin geleneksel anlayışı içerisinde ‘güvenli’ bir meslek olarak gören ailesi Münir’in de asker olması için bastırır. Ama, olmaz.

Otoriter yapıyla aile içinde mücadele etmeye başlayan sanatçı, karakterinin şekillenmesini hazırlayan bu dönemde aynı zamanda yönünü de bulur. Aile ısrarı ile sürdürülen okulun dışına taşan arayış, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde, sinemalarda kendisini bulmaya çalışır.

Tam 24 yaşında, epeyi maceralı konaklamaların ardından İstanbul Erkek Lisesi’nde sonlanan lise hayatını, sadece bir ‘aile içi savaş’ olarak değil, aynı zamanda Münir Özkul’un kendi yönünü belirlediği uzun erimli bir ergenleşme süreci olarak da ‘okumak’ gerekir.

Daha liseyi bitirmeden, 1940’da ülkemizin önde gelen oyun yazarlarından Sadık Şendil’in Bakırköy Halkevi’nde sahnelediği ‘Mahcuplar’ oyununda kendisini ışıklar altında bulur. Profesyonel oyunculuk kariyerinin başlamasına ise, daha 8 yıl vardır.

Ses Tiyatrosu’nda, başrolde dönemin ‘femme fatale’ oyuncusu Mürüvvet Sim’in olduğu Aşk Köprüsü, Münir Özkul’un ilk profesyonel oyunu olmuştu. Orada rol aldığı 4 oyundan sonra, dönemin gözde tiyatrolarından Küçük Sahne’ye geçti. Muhsin Ertuğrul ile birlikte ülkenin en çok ses getiren oyunlarında sahneye çıktı.

1958’den ‘62’ye kadar İstanbul ve Ankara’da pek çok tiyatro için aranılan bir oyuncuydu. Seyircinin ilgisinin farkından olan Münir Özkul, ‘63’de kendi adıyla tiyatrosunu kurdu. ‘69’da Haldun Taner’le birlikte Bizim Tiyatro’nun kuruluşuna katılan sanatçı, kısa bir süre sonra buradan ayrıldı. 1980’de İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yeniden sahneye dönen Özkul’un bu girişimi de 12 Eylül darbecileri nedeniyle kesintiye uğradı. Münir Özkul sahneye son olarak Ferhan Şensoy’un Ortaoyuncular tiyatrosunda çıkacaktı.

1968’de Arena Tiyatrosu’nda İsmail Dümbüllü’den aldığı ve tuluat tiyatrosunun zirvesini temsil eden kavuğu Münir Özkul da uzun yıllar sonra Ferhan Şensoy’a verdi. Geleneksel tiyatronun halen inatla sürdürüldüğü ve en önemli eserlerinin oynandığı Ortaoyuncular Münir Özkul’la birlikte, bir anlamda tiyatromuzun gelenekten geleceğe bağlanan mabedi olmuştu.



Münir Özkul sineması

Profesyonel oyunculuğa adımını atmasının hemen ardından, Münir Özkul’u sinemada da görürüz. İlk filmi, senaryosu Nazım Hikmet’e ait, Vedat Ar’ın yönetmenliğinde çekilen ‘Üçüncü Selim’in Gözdesi’ filmidir. Özkul, ilk filminin ardından iki yıl tarihsel dekor filmlerinde görünür.

1952’de, Burhan Felek’in senaryosunu yazdığı ve Şadan Kamil’in çektiği ‘Edi İle Büdü’ Hollywood’un dünyaca ünlü ikilisi Laurel&Hardy tiplemesinden esinlenerek yazılmış parodilerden oluşmaktadır. Dönemin usta oyuncusu Vasfi Rıza Zobu ile paylaştığı başrol bir anlamda Münir Ozkul’un oyunculuğunun onaylanması anlamına da gelir.

1955’de, Mualla Kaynak’la beraber baş rolü oynadığı ve Haldun Taner’in bir öyküsünden uyarlama ‘Tuş/Bir Aşk Hikayesi’ ise, Münir Özkul’un sinema ve tiyatro çevrelerinde oyunculuk performansının takdir edildiği film olacaktır.

Hemen ardından sürekli film setlerine çağrıldığı dönem başlar. Öyle ki, sadece 1965 yılında Münir Özkul’un rol aldığı film sayısı tamı tamına 15’dir!

1966’da, artık yavaş yavaş çevresinde bir ekip oluşturan Ertem Eğilmez’in N. Nazif Tepedelenlioğlu’nun eserinden Sadık Şendil’in uyarlamasıyla ‘Bir Millet Uyanıyor’u yeniden çekecektir ve kadro da Münir Özkul da vardır.

Ardından Sadık Şendil, Ertem Eğilmez, Sırrı Gültekin’in çekirdek kadroyu oluşturduğu ve Yeşilçam sinemasını kökten değiştirecek bir ekip oluşurken, Münir Özkul da bu ekibin ayrılmaz bir parçası haline gelir.

70’lere gelindiğinde 7 Kocalı Hürmüz, Sev Kardeşim, Oh Olsun, Mavi Boncuk gibi gişe filmleriyle epeyi pekişen ekip, önce Bizim Aile, ardından Hababam Sınıfı ile zirve yapacaktır.

Bizim Aile’de ailesini kartal gibi kanatlarının arasına alan Yaşar Usta, Hababam Sınıfı’nda eğitimi değil ama, öğrenmeyi ve öğrencileri seven okul müdürü Kel Mahmut rolleri ile unutulmaz kompozisyonlar çizen Münir Özkul artık ismiyle film çekilen star olmuştur.

Elbette, Münir Özkul ‘cemiyet habercileri’nin parlak ışıklar altında her an peşinde koşturduğu bir aktör değildir. Ama, ismini film afişinde gördüğünde duraklamaksızın sinema gişesine yürüyen seyirci için çoktan gönüllerin yıldızı olmuştur.



Onur ve gurur

Münir Özkul’u büyük oyuncu yapan unsurların başında, sıradan insanlara ait hayatı büyük bir inandırıcılıkla yansıtabilmesidir. Bu samimiyeti sahnede de ‘kendisi olmadan’ başaramazdı. Yani, bir başka deyişle, Münir Özkul’un oyunculuğu özünde kendisinden işaretler, anılar ve özlemlerle doludur.

Bu noktada Beliz Güçbilmez’in usta oyuncuya dair saptamasına yer verip bir ekleme yapmak istiyorum: “Oyunculuk eğer biraz da bütünüyle kendine ait, taklit edilemez sahne kimliği kurmazsa, Münir Özkul, yalnızca bu kimliğe sahip olduğu için değil, izleyicisinin ona olan sevgisi ve beğenisi yüzünden de değil, bu kimliği doğallıkla, kendiliğinden, belki bir parça tuluatla ürettiği için Münir Özkul’dur.”

İster Hababam Sınıfı, ister Sev Kardeşim, ister Kanlı Nigâr ya da isterse Gırgıriye veya Bir Millet Uyanıyor ya da İbiş’in Rüyası’nı izlerken, aslında hep aynı kişiyi izleriz. Bu kişi, insanlara, hayvanlara ve doğaya sevgiyle bakan, sahtekârlara, düzenbazlara karşı öfkeli, ailesinin hamisi, sevmeyi ve gülmeyi dehşetle seven, kendi halinde, kimsenin etlisi-sütlüsü ile uğraşmayan tipik Anadolu insanıdır.

Münir Özkul’u sahnede ve sinemada en doğru ifade eden iki şeyin onur ve gurur olduğunu düşünüyorum. Türk insanı için kimliğinin varoluş kavramları olan bu iki unsuru Münir Özkul sahnede ve sinemada samimiyetle taşıdığı için halk ‘bizden birisi’ olarak benimsemiş ve bağrına basmıştır. Ailenin büyüğü olarak her evde kendisine yer bulmuştur.



Münir Özkul öldü mü?
Ülkemizin en saçma sapan geleneklerinden birisi de özellikle de sevilen sanatçıların ölüm haberinin yayılmasıdır. Ne yazık ki, Münir Özkul da bu saçmalıktan payını ziyadesiyle alan sanatçılar listesinin ön sıralarındadır. Öyle ki, 1998 yılından itibaren defalarca Münir Özkul’un vefat haberinin VTR’sini hazırladığı için adamın birisi haber konusu bile olabilmektedir!

Ama, her defasında uydurma olduğu ortaya çıkan bu haberler sadece sanatçının yakınlarını üzmekle kalmaz, toplumdaki paranoyak ruh halini de tesciller. Bir siyasetçiye, askere, bilim adamına yapmadığı oyunu sevdiği sanatçıyla oynayan ‘halk’ belki de bir tür ‘ayin nöbeti’ yaşamaktadır.

Bu saplantının kaynağını elbette bilimciler araştırmalı, ama bizim söyleyebileceğimiz sadece şu olabilir: Münir Özkul yaşıyor, sadece kalbimizin, beynimizin onun için ayrılmış güzel anı köşelerinde değil, hem de kanlı canlı, hem de sevdiklerine ve hayata gülümseyerek.

İyi ki, doğdun be Usta!

Önceki ve Sonraki Yazılar