'Kaçak'insan ve kapitalizm…

Şu yaz günlerinde, Avrupa ülkelerine göç etmek için bindikleri şişme botlarda, derme çatma teknelerde binlercesi boğulan, binlercesi güvenlik güçlerince “kurtarılan”, denize açılmadan ya da denize açıldıktan sonra “yakalanan”, çoluk çocuk sokaklarda, parklarda kendilerini Avrupa “cennet”ine gönderecek kurtarıcı insan tacirlerini bekleyen “kaçak” göçmenlerle ilgili haber ve görüntülerden geçilmiyor. Görüntüler de, “sayılar” da dayanılmaz ölçüde acıtıcı ve alçaltıcı.

Libya ve Suriye başta olmak üzere savaş ve yokluk bölgelerinden onbinlerce insan, yeni bir yaşam kurma umuduyla, çok yüksek ölüm riski taşıyan yolculukları göze alıyor, bu yolculuklar için varlarını yoklarını veriyorlar. Çoğu öldüğü ve yolda yakalandığı için hedefe ulaşamıyor. Ulaşanların neyle karşılaştıkları ayrı bir hikaye. Göçmen ya da “yabancı” işçinin, Avrupa’da nasıl karşılandığını biliyoruz. Irkçı, faşist parti ve hareketler yabancı düşmanlığı üzerinden kitle desteği büyütüyor. İlginç ve güncel bir bilgi: Fransız polisinin kayıtlarına göre 12 bin Fransız vatandaşı genç IŞİD'li varmış. Bu bilgiyi aktaran arkadaşım bunların çok büyük çoğunluğunun Fransa’da hiçbir gelecek umudu kalmamış Arap ve Müslüman kökenli genç Fransız yurttaşları olduğunu, Fransız devleti ve hatta toplumu tarafından kabul edilmez derecelerde dışlandıklarını, horlandıklarını söyledi.

***

“Uygar” ve kapitalist Avrupa, kaçak göçmen sorununa “sınır güvenliği” açısından yaklaşıyor. Hangi sınırın, kim tarafından denetleneceğini tartışıyorlar. Göçmenlerin büyük çoğunluğu Avrupa’ya giriş kapısı olarak İtalya ve Yunanistan’ı seçiyor.

AB’nin patronu Almanya, “oralar bizim sınırımız değil, bizi ilgilendirmez” diyor. Bir kaynağa göre, bugüne dek beş yüz elli Suriyeliyi “mülteci”
olarak kabul etmişler. Komik ama gerçek! Sputnik'in 6 Ağustos tarihli haberine göre, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker,
Avrupalı ülkeler 40 bin göçmeni paylaşmada anlaşamadığı için "hayal kırıklığına” uğramış. Şimdi, ülke başına zorunlu kota düşünülüyormuş.

***

İnsanlık tarihinin üç önemli kilometre taşının, Rönesans’ın, Reformasyon’un ve Aydınlanma’nın beşiği Avrupa’nın, bencilliğin ve gericiliğin toprağına dönüşmesi, kapitalist uygarlığın geldiği yeri ayna gibi gösteriyor. Sermayenin, hiçbir sınır, engel tanımadan hareket ettiği, seyahat etmek isteyen yoksulların, emekçilerin ise “kaçak” insan muamelesi gördüğü bir dünya, insanlar arasındaki eşitsizliğin, ancak yasakla, şiddetle, savaşlarla sürdürülebilecek kadar büyüdüğünün, uçurumlaştığının anlatımıdır.

1880’e kadar, insanların herhangi bir ülkeye girip çıkması için Avrupa’da herhangi bir kontrol, yasak, hatta bugünkü anlamda “pasaport” yoktu. Pasaport, Avrupa’da esas olarak yirminci yüzyılın başlarında yaygınlaştı. Kapitalizm, sermayeyi ve sermaye ilişkilerini küreselleştirirken, emekçileri, yoksulları kendi ülke sınırlarına hapsetti. Aslında hapsetmekten daha kötüsünü yaptı: Topraklarındaki “doğal” yaşama haklarını da ellerinden aldı.

***

Yaşama, geçinme araçlarından yoksun, eğitimsiz, geleceksiz, umutsuz bırakılan insanların sayısı çığ gibi büyüyor. Avrupa’ya kaçak yollardan göç, ya da IŞİD türünden, hem bu dünyada, hem öteki alemde gelecek vaat eden cihadist vahşet örgütlerine katılım kapitalizmin yarattığı akıl almaz eşitsizliğin yarattığı iki toplumsal sonuçtur.

Mücadelede sonuçlardan çok, o sonuçlara yol açan esas nedene, eşitsizlik, adaletsizlik, şiddet kaynağı sermaye düzenine yoğunlaşmak gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar