Kapital, Yunanistan ve bitmeyen kavga

Yordam Yayınevi, muazzam bir iş başararak Karl Marx’ın başyapıtı Kapital’i Almanca aslından dilimize kazandırdı, Kapital artık eksiksiz bir şekilde Türkçede.

Böylesi bir eseri bir köşe yazısına sığdırmak elbette mümkün değil ama “Kapital’in önemi nedir” sorusuna şöyle bir yanıt verilebileceğini düşünüyorum: “Kapital, yazıldığı zamana kadar ‘doğal’ olduğu iddia edilen insan ilişkilerinin ve onların sonuçlarının doğal değil, bizzat insan eliyle inşa edilen ilişki biçimleri olduğunu, dolayısıyla bu ilişkilerinin sonuçlarının da doğal olmadığını ortaya koymuştur.”

Açmaya çalışalım: Marx’a gelene kadar, sömürü, açlık, zenginlik, yoksulluk vs. “ezelden beri devam eden”, yani “doğal” olan, bu nedenle de sonsuza kadar devam edecek olan şeyler olarak sunulmuştur; yani “böyle gelmiş böyle gidecek”tir.

Marx, Kapital’de “burjuva iktisatçılarının bakış açısı” dediği bu bakış açısını şu cümlelerle açıklar: “Evvel zaman içinde, bir tarafta çalışkan, akıllı ve her şeyden önce de tutumlu bir seçkinler grubu, diğer tarafta tembel, ellerine geçen her şeyi ve daha fazlasını har vurup harman savuran bir serseriler grubu vardı. (…) Böylece birinciler zenginlik biriktirdi ve ikincilerin elinde sonunda kendi derilerinden başka satacakları bir şey kalmadı.”

Marx bunu dindeki “ilk günah” hikâyesine benzetir ve saçmalığından söz eder. İşte Kapital, bu saçmalığı ortaya koymak için yazılmış binlerce sayfanın toplamıdır: Zenginlik de yoksulluk da açlık da sömürü de doğal değildir. Adına kapitalizm denilen sistem, köylülerin ellerinden topraklarının zorla alınmasıyla, mülksüzleştirilmeleriyle, sömürgelerdeki zenginliklerin Avrupa kıtasına aktarılmasıyla, çocuk ve kadın işçilerin kölelik koşullarında çalıştırılmalarıyla inşa edilmiştir.

Marx’ın “burjuva iktisatçıları” dediklerinin benzerleri günümüzde de varlar ve görev başındalar.

Bu zat-ı muhteremlere bakarsanız, bir tarafta “çalışkan Alman halkı”, diğer tarafta ise “tembel Yunan halkı” var. Yunan halkı tembel olduğu için çalışkan Alman halkının tasarruflarını borç olarak alıyor, sonra onlarla uzo içip sirtaki oynuyor, iş geri ödemeye gelince de borcun üzerine yatıyor.
Peki durum gerçekten de böyle mi?

Tembel Yunan çalışkan Alman’ı dolandırıp parasını almış, şimdi de ödemiyor mu?

Hayır, elbette ki öyle değil. Birincisi, “Almanya’nın parası” denilen paralar, Alman burjuvazisinin Alman emekçilerini sömürerek elde ettiği kârlardan oluşuyor, yani “sermaye birikimi”ne tekabül ediyor. Biriken sermayenin “fazla”sı, değerlenmesi amacıyla borç olarak finansal dolaşıma sokuluyor.

İkincisi, IMF ve AB bu borçları “babasının hayrına” vermiyor; borç, Yunanistan gibi ülkelere küresel kapitalizmin özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek istihdam gibi emek aleyhine ve yoksullaştırıcı yapısal uyum programlarını hayata geçirmesi için veriliyor.

Ve üçüncüsü, bu paralar Yunan halkının cebine gitmiyor, verilen borçlarla Yunan sermayesi, bankaları, finans kuruluşları semiriyor ve ortada bir borç varsa, borcun doğrudan muhatabı da onlar, yani Yunan zenginleri.

Dolayısıyla, bugün küresel kapitalizm “borç” üzerinde yükseliyor, hükmünü borçlandırma mekanizmaları üzerinden icra ediyor; tam da bu nedenle, kendisine yönelik herhangi bir başkaldırı ihtimalini daha doğmadan boğmak, Yunan halkının diğer halklara “kötü örnek” olmasını engellemek istiyor.

Velhasıl, “kapital”le emeğin kavgası, Kapital’in yazıldığı zamanlardan günümüze, devam ediyor; tembellik masalını uyduranlar da, bu masalın ipliğini pazara çıkaranlar da kendi sınıfının yanında duruyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar