Ah şu gavurlar yok mu, şu gavurlar!

“Allah birdir, ondan başka Tanrı yoktur” demiyor muyuz?
 
O zaman; Allah’ın evi kabul edilen tapınakların içinde duamızı eksik etmediğimiz Allah, aynı Allah! Yani sonuç olarak kiisenin camiden, caminin havradan (sinagogdan) bir farkı olmamalı diye düşünüyorum. Herkes, yani tüm tek Tanrılı dinlere inananlar için; Tanrı aynı Tanrı.
 
O zaman bu Tanrı’nın evinde müzik çalınıyorsa ve onu dinlemeye gidenler ayakkabı ile evden içeri girebiliyorlarsa; diğer eve neden ayakkabı ile girilemiyor? Bunun bir açıklması gerekmez mi?
 
Tanrı’nın bir evinde, her yerde resimler asılı ise, diğerinde neden asılı değil? Tanrı bir yerde yasak ederken, öbüründe neden izin vermiş? Hani tek Tanrı idi, farklılık neden ve nerden kaynaklanıyor? Ben çözemedim. Hoş, din konusunda çok bilgim yok. Ama sokaktaki bir insan gibi soruyorum bu soruları. Yoksa ‘gavur’ dedikleri Hıristiyan aleminin ‘Tanrı’sı başka mı?
 
Geçen gün Paris’in en ünlü kiliselerinden birinde; Eglise Ste-Marie Madelene’de, o muhteşem yapıda, akşamın bir saatinde nefis bir konser izledik. Harika bir orkestra ve koro eşliğinde 1,5 saat süren konserde yüzlerce kişi vardı.
 
Konsere gelenlerin hepsi, gün içinde kliseye duaya gelenlerin oturduğu sandalyelerde oturdular. Konserin biletlerini kesenler papazlardı, konserdeki koro da, kilisenin sürekli korosuydu. Biletini alıp içeri girenlere yer gösteren hanım da, kilisede çalışan bir rahibeydi. Kilise de, yüzyıllardır orada duran Tanrı’nın evi!
 
Konserden çıkınca birkaç lokma yemek için yakındaki küçük bir lokantaya gittik. Aynı bizim gibi, o lokantayı seçen birkaç kişi daha vardı. Orkestrada çalanların bir bölümü de oraya geldi, karınlarını doyurmak için ve masalar arasında bir sohbet başladı, konser hakkında konuştuk. Kilisenin akustik değerlerinin ne kadar doğru olduğunu anlattı bir müzisyen, çünkü konser sırasında hiçbir mikrofon vb kullanılmamıştı. Yoğun bir sanat sohbeti sürdü gitti gecenin bir saatine kadar. Herkes güler yüzle evine dağıldı.
 
Otobüste, eve doğru yol alırken, bu yazıyı düşünmeye başlamıştım.
 
Sultan Ahmet Camisi geldi aklıma ve tabii Ayasofya... Oralarda neden konserler verilmiyor? Haftanın her gecesi bir müzik şölenine neden konukseverlik etmiyor bu mekânlar? İlle ‘Klâsik Batı Müziği’ konserleri verilmesi gerekmiyor ki, Türkiye’nin o rengârenk müzik dünyasının sanatçıları yok mu? Klâsik Türk Müziği’nden tutun, sazlardan oluşmuş bir türkü cenneti konseri de olamaz mı? Oralar da Tanrı’nın evi değil mi?
 
Hem, içeriye ayakkabı ile girilmesinin sakıncası nedir? Sağlamından, iyisinden bir elektirik süpürgesi temizlemez mi halıları konser sonrasında? Artık ezanın CD’lerden okunduğu bir dönemde, halıların elektrik süpürgesi ile temizlenmesinin zararı ne olabilir? Üzerine basılamayacak kadar değerli halılar varsa eğer, onları korumaya almak, başka bir yöntemle sergilemek; çok mu karmaşık bir iştir? Hele hele diyanetin bunca dev bir bütçesi varken, bunları yapmak çok mu zordur?
 
Elbette aynı soruyu sinagoglar için de soruyorum, çünkü oralarda da sanatsal etkinlikler yapılmıyor bildiğim kadarıyla; oysa yalnızca İstanbul’da Yahudi Cemaati’nin nice değerli sanatçısı yok mu? Onların üretmiş olduğu ve bu topraklara ait hayli kültür değerini neden paylaşamıyoruz?
 
Yapamıyoruz, yaptırılmıyor bunların hiçbiri, çünkü bırakın Tanrı’nın evlerini sanata, kültürün değerlerine açık tutmayı, Müslümanları bile paramparça etmeye uğraşanların yönettiği bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bırakın toplumu ana değerleri üzerinden bölmeyi, un ufak etmek için uğraşanların Türkiye’sine yazık ediyoruz. Hırsızların, haramilerin cirit attığı bir ortamda yaşamaktayız.
 
Önümüzdeki mahalli seçimler işte bu yüzden çok ama çok önemli!
 
AKP İktidarı’nı Türkiye siyasi yaşamından silebilmek için, bu seçimlerde her seçmenin oy kullanması gerekli. Ancak böylece ve belki de un ufak olmaktan kurtulur ve güzel günleri özlemektense, yaratmanın yolunu bulabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar