Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

Kaybolan bavulun hikâyesi

İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Brüksel’e doğru havalanıyoruz. Yıllardır gecikmelerin yaşandığı uçak yolculuklarını bildiğimden bu kez tam saatinde kalkmak doğrusu şaşkınlık verici. Atatürk Havalimanı eski günlerin aksine kalabalık değil. Ekonomik kriz anlaşılan seyahat sektörünü de vurmuş. İnanılmaz gibi gelecek ama pasaport kontuarından tam bir dakikada geçiyorum.

Eski günlerde tek bir koltuğu bile yolcusuz olmayan Brüksel uçağı üçte bir dolu. Üç saat 45 dakikalık yolculuktan sonra Brüksel Havalimanı’na iniyoruz. Tam pasaport kuyruğunda bir tanıdık yaklaşıyor. Sohbet ederken sıra bana geliyor. Pasaport polisi genç, güzel bir hanım. Brüksel’e geliş nedenimi soruyor. Biraz arkadaşları görmek, biraz da toplantılara katılmak diyorum.

Polis hanım bu sefer de nerede kalacağımı soruyor. Otelin adını, adresini veriyorum. Derken dönüş biletimi görmek istiyor. Onu da gösteriyorum. Bütün bunlar olurken arkada kuyruk uzadıkça uzuyor. Sonunda hanım kızımız pasaporta lütfen giriş damgasını vuruyor. Ben damgayı alıyorum ya hemen soruyorum: “Neden bu kadar çok sorguya çektiniz? Bende teröriste benzer bir hal var mı?”

Hanım kızımız gülüyor. “Yok, öyle değil. Ben stajyerim. Burada alıştırma yapıyorum.” Hoppalaa. Alıştırma yapmak için bula bula beni bulmuş. Her neyse. Dışarıda bavulumu aldıktan sonra otele varıyorum. Amacım bir an önce odama yerleşmek ve arkadaşlarla bir araya gelmek. Ama o da ne? Benimkine neredeyse tıpa tıp benzeyen bu bavul bana ait değil. Üzerine muhtemelen Rus vatandaşı olan bir Slav ismi var.

Zaten kilitli olan bavulu kapıp aşağı iniyorum. Bizim arkadaşlar beni bekliyor. Yanlarında tanımadığım birisi var. Tanışıyoruz. Grande Place bölgesinde Amigo Otel’in sahibi İzmir kökenli Haluk Şahin. Başıma geleni öğrenince beni havaalanına götürmekte ısrar ediyor.

Havaalanında hemen kayıp eşya bürosuna başvuruyor, olanı anlatıyoruz. Orada güvenlik görevlisi olduğunu tahmin ettiğim iki kişi bavulu alıp X-ray cihazına koyuyorlar. Sonra da ”Bu bavul toksik (tehlikeli). Bize teslim ettiğiniz için teşekkür ederiz. Siz şimdi gidin ve kendi bavulunuzu bulun” diyorlar.

Neyse ki benim bavul gelen bagaj kemerinde dönüp duruyor. Kaptığım gibi çıkışa yöneliyorum. Bu sefer de iki gümrük polisi beni durduruyor: “Bir dakika. İstanbul’dan geliyorsunuz değil mi? Bavulda içki, sigara var mı?” İşte orada patlama noktasına geliyorum. “Sadece içkiyle sigara mı? Uyuşturucu da var.”

Polisler bana pis pis bakıyor ama X-ray cihazı bavulun temiz olduğunu gösterince bir şey yapamıyorlar. Ben de kendimi dışarı atıp Haluk Bey ile birlikte otele dönüyorum.

Burada anlatmak istediğim şu: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yurt dışında zaten kötü olan imajı son yıllarda iyice kötüleşmiş. Gümrük polisinin İstanbul’dan geldiğime göre bavulumda kartonlarla sigara ve şişelerce içki olmasından şüphelenmesi, pasaport polisi hanım kızın staj alıştırmasında beni kobay olarak seçmesi Batılının Türk’e bakış açısının birer göstergesi. Zaten Brüksel’de yaşayan tanıdıklar da benzer izlenimler anlattılar.

Üzgünüm. Dost acı söyler ama böyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar