Mustafa Ülkü Caner

Mustafa Ülkü Caner

Kazanda kepçe var!

Türkiye kocaman muhteşem bir kazan.
Altında kocaman bir ateş yanıp durur.
Hem de güzel odun ateşi.
Koca kazanın içinde neler var neler.
Mükemmel bir türlü yemeği pişiyor.
Patates, soğan, patlıcan, her çeşit sebze…
Hem de tertemiz, hormonsuz, doğal…
Bolca da et var içinde öyle ithal falan da değil.
Doğal, Anadolu yaylasında yetişen yerli besilerden…
İçinde bir de sağlıklı zeytinyağı var ki, dünyaya bedel.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yenidünya kurulurken ülkemiz de kutuplardan birinin içinde yer aldı hızlıca.
Amerika, Kore Savaşı, Marşal “yardımları”, NATO, çok partili sisteme geçiş sancıları…
Demokrasi denemeleri, ileri- geri adımlar, darbeler, muhtıralar…
Kazan halen kaynıyor.
Ama biraz bulanmış, yorulmuş sallanıp karıştırılıp durmaktan!
Ama bu süreçte tencereye “yerli ve milli” olmayan veya zehirlenmiş kötü ürünler kondu.
Önce küçük bir kepçe daldırdılar kazana.
Taptaze parçalarımızı koparıp aldılar kazandan.
Yetmedi, uyumsuz parçalar, çürük sebze ve etler kullanıldı.
Yemeğin tadı kaçmaya başlamıştı.
Netekim, karanlık bir Eylül gecesi kocaman bir kepçe daldı kazana.
Kazanı darmadağın etti ve onarılması çok zor tahribat yaptı.
Nesiller boyu sürecek büyük kayıplara sebep oldu o lanet kepçe.
İyi kötü milenyumu aştık.
Sonra da şaştık!
Kazandaki “okunmuş, üflenmiş” bozuk etler hızla çoğaldı.
Bozuk etler revaçta tutuldukça kazandaki türlünün tadı tuzu iyice kaçtı.
Kocaman, çizgili yıldızlarla işlenmiş eldivenli kara bir çift el kaldırdı koca kepçesini acımaksızın.
Kazanı dağıtma vakti yaklaşıyordu.
Sözde milli ve yerli malı fasulyeler, patatesler hem kendilerini “okutturuyorlardı”, hem de  büyük saygı ve özlemle bakıyorlardı yaklaşan kepçeye.
Sadece bakmıyorlardı da.
Öpmek için kepçeyi tutan o kirli ama cafcaflı yıldızlı eldivenli elleri hemen sıraya giriyor, yol gösteriyor ve  elbirliği yapıyorlardı.
Sonra kara koca kepçe üst üste daldırıldı kaynayan kazana.
Etrafındaki dalkavuk zebaniler alkışlıyorlardı çılgınca.
Ama o da ne?
Kepçeye her defasında başka başka isimler kazınmış:
Ergenekon, balyoz, casusluk vs… vs …
Yetmemiş…
Kazanı devirip yemeğin tümünü dökmeye de kalkışmış!
Epey de zaiyat vermiş kazana lanet mahlûk!
Bu sefer eldivende “Hocaefendi” yazıyormuş!
Sonuçta, iyisiyle, kötüsüyle, tatlısı, ekşisiyle, sağlamıyla, çürüğüyle, azalmış bizim koca kazandaki güzelim türlü yemeğimiz.
Yani, ne olursa olsun, sonuçta biz kaybediyoruz!
Patatesimiz, domatımız, soğanımız eksiliyor kazanda.
Şimdi şu sorunun cevabını bulalım:
Kepçeyi tutan o eldivenin içindeki eller hangi kanlı mahlûkun eli?

Önceki ve Sonraki Yazılar