Keser döner sap döner!

Olayı, ‘basın özgürlüğüne müdahale’ ve ‘hukuksuzluk’ olarak nitelendirebiliriz. Adına, ister usulsüzlük, ister haksızlık, ister keyfi davranış, ister ahlaksızlık deyin… Ne derseniz deyin, yapılanları açıklamak mümkün değil. Türk demokrasisine yakışmayan bir uygulama ve bir davranış biçimi. Bütün dünyaya rezil olduk. Ebleh bir bakış açısı ve bir aklı- evvel zihniyet, tüm karizmamızı iki paralık etti!

Koza grubu ya da patronu veya diğer kurumsal kimlikleri hiç umurumda değil. Ben o kurumlarda çalışan meslektaşlarımın durumlarıyla ilgiliyim… Bu arkadaşlarım mesleki etik ve ‘olmazsa olmaz’ değerlerimiz ‘cumhuriyet - demokrasi- sistem-basın özgürlüğü-hukuk- adalet- yargı- vicdan’ gibi kavramlara, bugüne kadar nasıl baktıklarıdır benim önemsediğim. Ve bu bağlamda bugünkü bağırış çağırışlarındaki haklılık payını irdelemektir yapmak istediğim.

***

Haklıdırlar… Çünkü devleti yöneten siyaset kurumu, keyfi bir davranışla yayın organlarına el koydu!
Haklıdırlar… Polis marifetiyle yapılan uygulamanın hukukla bağdaştırılması mümkün değildir.
Haklıdırlar… Yıllardır birlikte hareket ettikleri siyasi kadrolar, kamuoyunu yönlendiren en önemli gücü ellerinden aldı…

***

Haksızdırlar…  Çünkü, bir tarihler bu siyasi kadro ile canciğer kuzu sarması olup iktidarın nimetlerini paylaştılar…
Haksızdırlar… Ergenekon ve Balyoz davalarındaki mağdurları yargılanmadan suçlu ilan ettiler…
Haksızdırlar… Hukuka ve adalete sadece kendi pencerelerinden baktılar ve hukukun bir gün kendilerine de gerekeceğini unuttular…

***

Olayın bir başka boyutu… Bunu da kendimden örnek vereceğim…
Hani bugün; hukuk, adalet ve demokrasiden söz ediyor ya bu arkadaşlar… Hemen, fikir ve düşünce özgürlüğü havarisi kesiliyorlar ya… Gerçekten öyle mi acaba?
Yıl 2005’in son ayları… Ben Posta Gazetesi’nden ayrılmış ve işsizdim. Bir vesile ile Bugün Gazetesi’inde haftada üç gün yazı yazmaya başladım. O tarihlerde, Selahattin Sadıkoğlu’ydu genel yayın yönetmeni… Sadıkoğlu eski dostumdu, 1980’li yıllarda Güneş Gazetesi’nde birlikte çalışmıştık. Mütedeyyin bir insandı. Ama keyfe keder gazetenin başında değildi. Gazete, hem Fetullah Gülen hem de AKP iktidarı ile sarmaş dolaş bir yapı içerisindeydi.
Merhum Toktamış Hoca (Ateş) da orada yazıyordu. Benim de siyasi kimliğim bakış açım biliniyordu.
Uzatmayayım, Bugün Gazetesi ile ancak üç ay yürüyebildik. ‘28 Şubat süreci’ ile ilgili yazdığım bir yazı üzerine, işime son verdiler. O yazıda değindiğim, ‘Türkiye’de laiklik ve cumhuriyet değerlerinin tehlikeye düşmesi halinde 28 şubatların desteklenmesi gerektiği’ sonucunu çıkardılar. Ve gazetenin İnsan Kaynakları’ndaki bir görevlinin telefonuyla bana “Artık yazma” dediler. Şeklen ve ahlaken de doğru değildi. Kültürümüze ve geleneklerimize de uymuyordu. Acaba o zaman fikir ve düşünce özgürlüğü yok muydu? Ben onlar gibi düşünmek zorunda mıydım?

***

Neyse… Onları daha fazla üzmek istemiyorum. Umarım gerçeği görmüşlerdir… İki lafım da Akın İpek’e…
Merak ediyorum; siz niye medya alanına girdiniz? Ne gazetecilik, ne televizyonculuk… Geçmişinizde yok, geleneğinizde yok… Baktınız, halk olan bitenden habersiz, dolayısıyla “Halkın haber alma hakkına hizmet etmek gerekir” diye yüce bir düşünceyle mi bu sektöre yatırım yaptınız?
Doğru söyleyin Sayın İpek! Siz de diğer sermaye grupları gibi, gazetece ve televizyonunuzu siyaset ilişkisinde baskı aracı olarak kullanmak için bu sektöre girdiniz değil mi?

Hiç endişeniz olmasın! Eninde sonunda adalet yerini bulacaktır. Ancak unutmamalıyız ki; keser döner sap döner, bir gün de hesap döner!

Önceki ve Sonraki Yazılar