Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

Köşeciler gazeteciliğin nasıl canına okur?

Son haftalarda basın sektöründe tanık olduğumuz olaylara baktıkça 48 yıldır yaptığım mesleğimi sorgulamaya başladım. Neredeydik, nerelere geldik. Gazeteciliğin ilkelerini, ahlaki unsurlarını hepten mi unuttuk?

Gelişmiş, uygar ülkelerin basın ve medyasında yaşı kaç olursa olsun “muhabir” yani haberi veren baş tacı edilirken ülkemiz medyasında muhabirin ismi okunmuyor. Varsa yoksa köşe yazarları ya da kimilerinin taktığı isimle “köşeciler”. Bu “köşeciler”in bir kısmı magazin dünyasında ikinci sınıf bile sayılamayacak şarkıcı bozuntularının erkek kapma kavgasını ballandıra ballandıra yazılarında anlatırken kimileri de şirketlerin promosyon gezilerinde ürün ya da etkinlik anlatma yarışında.

Bu noktada çok doğru bir çıkış yapan Hürriyet gazetesinin okur temsilcisi, kadim arkadaşım Faruk Bildirici kolları sıvamış. Kendi gazetesinde gazetecilik etiğine uymayacak biçimde ürün ya da eğlence mekanı tanıtımı yapan “köşecileri” uyarıyor. Dinleyen kim? Bir de o köşelerden Bildirici’yle hafiften dalga geçme ya da meydan okuma sesleri duyuluyor. Algıladığıma göre Faruk Bildici’ye “Sen de kim oluyorsun? Bizim bu gazetede dokunulmazlığımız var. Elleyemezsin” mesajı veriliyor. Da nereye kadar?

Mesleğini kişisel çıkarları için kullanan gazeteciler tarih boyunca bir dönem saltanat sürmüş- ler, sonra da kaybolup gitmişlerdir. Adlarını hatırlayan bile olmamıştır. Anlayan anlar, isim vermek istemem. Türk basın tarihi bunun örnekleriyle dolu. Oysa mesleğini doğru dürüst, ilkelerine uygun yapan gazeteci her zaman hatırlarda. Batı’dan örnek. ABD’de Başkan Nixon’ın istifasına yol açan Watergate skandalını patlatan Washington Post’tan Carl Bernstein ve Bob Woodward isimli iki muhabiri hala hatırlamıyor muyuz? Ya da Vietnam Savaşı’nda Mai Lai katliamını ortaya çıkaranları?

Acaba ne zaman gazeteci olduğumuzu hatırlayacak ve meslek ilkelerine göre çalışacağız? “Haber atlatma” heyecanımız vardı. O heyecan hangi ara söndü de bugünlere, ürün tanıtımı ya da şarkıcı kavgalarını yazılarda konu etme noktasına geldik?

Ya da başka bir örnek: Paraşütle bir gazetenin tepesine oturtuluveren, gazetesini batma noktasına getirip kendisinin başı servis edilen karmaşık bir olay yüzünden belaya giren bir isim daha sonra yurt dışına kaçıp yabancı ülkelerde el üstünde tutulabiliyor. Ya da yurt dışına kaçtığı halde hala gazetesine yazı yazmaya devam eden bir gazeteci?

Nasıl karmaşık ilişkilerdir bunlar? Medya patronları, yöneticileri gazete tirajlarının artmamasından yakınıyor. Bakıyoruz. 1980’li yıllarda Türkiye nüfusu 45-50 milyonken günlük gazete satışları dört milyon. Gelmişiz 2017’nin neredeyse 80 milyonu bulan Türkiye nüfusuna, günlük gazete satışları hala dört milyon. Eh, sizler bu kafalarla gider köşecilerinizi insanları afyonlamaya yönelik motive ederseniz olacağı budur.

Üzgünüm, ama yazmak zorundayım. Bu vizyonsuzluk, bu çıkarcı, sözüm ona gazeteclik anlayışıyla Türkiye’de medya ve basın elbirliğiyle ölüme mahkum edilmiştir. Daha vakit çok geç- meden takkeler öne konulup neler yapılabiliri düşünseler iyi olur. Aksi halde gazeteciler olarak yok olmaya doğru koşar adım gidiyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar