Doğaya, dostluğa, birliğe, dayanışmaya, demokrasiye, özgürlüğe, bağımsızlığa; KARŞI DEĞİLİM

Doğaya, dostluğa, birliğe, dayanışmaya, demokrasiye, özgürlüğe, bağımsızlığa; KARŞI DEĞİLİM

Müfit Can Saçıntı ya da nam-ı diğer Mandıra Filozofu ile geçmişten bugüne sinema dünyasını ve yeni projelerini konuştuk.

YURT Gazetesi-Gamze Medeni/ Onun adını bir zamanların popüler dizisi Çocuklar Duymasın’da Mandıra Filozofu Mustafa Ali karakteriyle duyduk. Renkli kimliğiyle, yorulmadan hayatın yaralarını saran bu vakûr adam geçmişiyle, geleceğiyle uyumlu; oyuncu, yönetmen, senarist Müfit Can Saçıntı... Geçmişten bugüne sinema dünyasından ve yeni projelerinden konuştuk. Birçok konuda samimi açıklamalar yaptı....

Sizi daha çok televizyondan tanıyan bir kitle var. Kulaktan dolma bilgileri bırakıp, hikâyenizi sizden dinleyelim mi?

İstanbul Üniversitesi’nde okurken birtakım dergilerde çalışmaya başladım. Müzik dergisinde yazdığım yazılardan dolayı TRT’den 6 ay sözleşmeli iş teklifi alınca üniversiteyi bitirmeye gerek duymadım. Sonra Levent Kırca’nın bir ilânı üzerine muhalifmizah programı ‘Olacak O Kadar’ yazar kadrosuna seçildim. Böylece televizyon-sinema senaristliğine adım atmış oldum.1996 Kanal 6’da ‘Aranan Adam’ mizah programıyla kamera karşına geçtim.  Çocuklar Duymasın’da sadece anı olması amacıyla misafir oyuncu olarak Mandıra Filozofu rolünü oynadım. Açıkçası halkımızın pek ilgi göstereceğini ummamıştım. İtiraf etmeliyim ki yanılmışım. 26 yıldır kameranın hem arkasında, hem de önündeyim.

Sizin sahnedekilerden temel bir farkınız var. Meselenin her cephesinde yer aldınız; oyuncu, senarist, yönetmen hepsinin tadı farklıdır ama en çok hangisi keyif veriyor?


Türkiye’de birçok meslek ne yazık ki ömür törpüsü, senaristlik de buna dâhil. Oyunculuğun ise şöyle bir avantajı var; direkt kamera önünde halka bir şeyleri dile getirebiliyorsunuz.

Bana kalırsa karar verme koltuğunda oturduğum için yönetmenliği seviyorum. Tabiii buradan koltuk sevdalısı gibi düşüncelere de kapılmayın! Kapitalist sistemde sinema-televizyon sektöründe elbette o kadar özgür olamıyorsun. Zaten Türkiye özgür olamadıktan sonra sen ne kadar özgür olabilirsin? Sonuç olarak sevilmeden yapılacak işler değil, güzel ama zor. Bir taraftan lâfa gelir çok kıymetlenir bir taraftan pratiğe geldiğinde kimse kıymetini bilmez. Zor koşullarda çok çabuk harcanır.

Uzun yıllardır Birol Güven ile birlikte çalışıyorsunuz. Birçok projeye birlikte imza attınız. Nasıl başladı bu işbirliği? 





26 yıldır bu sektörde kimsenin kapısını çalmadım işsiz kaldığım, süründüğüm dönemler oldu. Bir şeyler yapıyorum ama geniş kitlelere ulaşıyor mu kaygısına düştüm. Yaptığım işlerde eksik mi var diye kendimi sorguladım. Birol Güven geniş kitlelere ulaşma mahâreti olan biri. Güçlerimizi birleştirirsek yapmak istediğimiz projeleri gerçekleştiririz bu da üç beş kişi arasında kalmaz diye düşündüm. 910 yıldır da beraberiz.

AĞUSTOS YA DA EYLÜL AYINDA TEK KİŞİLİK BİR GÖSTERİ YAPMAYI DÜŞÜNÜYORUM


Yeni projeler var mı?


Ağustos ya da  Eylül ayında tek kişilik gösteriyi yapmayı düşünüyorum. Gösteri için salon bulabilecek miyim tabi bir de bu kısım var.

Mandıra Filozofu 3 geliyor mu?

Mandıra Filozofu 3 için öncelikle senaryonun içime sinmesi gerekli. Ancak çok cazip bir senaryo gelirse yapabiliriz. Ben yapmayalım desem bile o kendini yaptırır zaten. Aman bu tuttu burdan yürüyelim mantığı yok. Bu Mandıra Filozofu’nun karakterine çizgisine de yakışmaz. Birol Güven ile
içimize sinen bir proje olduğu sürece bir araya gelebiliriz. Yönetmenliğini yapacağım henüz hayal aşamasında sinema projem; 12 Eylül 1984’te geçen bir devrimcinin işkenceye direniş hikâyesi. Şu aşamada kod ismi var  ‘Kahrolsun Şey’ ( İsmi değişebilir).



'DEMOKRASİ BİR BÜTÜNDÜR PARÇALANAMAZ'


 Genel olarak geleceğimiz ve özgürlüklerimiz üzerine endişe duyuyor musunuz?


‘Vatan bir bütündür parçalanamaz’ sözünün üzerine şunu eklemek isterim, demokrasi bir bütündür parçalanamaz. Altını çiziyorum demokrasi de vatan gibidir. Türkiye’nin her yerinde herkese eşit özgürlük verilmeli, demokrasi olmalı. Doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde başka demokrasi olmaz. Benim derdim kişilerle değil, kişiler gelip geçici önemli olan kavramların fikirlerin mücadelesi. Türkiye’de kişiler üzerinden tartışmalar var o yüzden de bir yerlere varamıyoruz. Kendini tekrar eden bir kısır döngü içindeyiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün bugün daha da anlam kazanan önemli bir sözü var ‘Yurtta barış dünyada barış’ ona bir şey daha eklemek gerek bölgede barış. Barış sadece bugün değil yarın da, öbür gün de lâzım elbet.


Son zamanlarda komedi formatında film demeye bin şahit isteyen işler izliyoruz. Siz bunları izliyor musunuz, neler söyleyeceksiniz?


Sinemamız Kültür Bakanlığı’na, Kültür Müdürlüklerine, sinema zincirlerine, yapımcı patronlara bağlı.Yani meselenin en başında konuşulması gereken sinemamız özgür değil. Tarla ve iklim bu hâldeyken buradan ne yetişmesini bekleyebilirsiniz ki? İklim kötü olunca güzel meyveler de yetişmiyor böylelikle. Bu anlamda filmlere yapılan bu olumsuz eleştirileri doğru bulmuyorum. Sanatçılara, yapımcılara bu şekilde yüklenmemek gerek. Bir kısmı da halka beğendirme derdinden uzak, film vizyona nasıl girerse girsin görüşünde. Kimileri de Kültür Bakanlığına bağımlı olayım yeter ki para gelsin diyor. Bunu gücü olanlar değiştirmeli en azından kafa yorsunlar. 

Birol Güven’le yola devam mı?


Seksenler dizisinin yönetmenliğini bıraktım Mint Yapım ile de yollarımız ayrıldı. Dostluğumuz, arkadaşlığımız devam edecek sadece iş anlamında ayrılıyorum. Kendim yapmak istediğim projeler var. Artık ertelemek istemiyorum.

‘Seksenler’ nasıl doğdu? Uzun yıllardır ekranlarda, daha da devam edeceğe benziyor neden sevdik bu kadar?


Bir ara Birol Güven ile birlikte seksenli yıllarla ilgili bir sinema projesi düşünmüştük. Sonra 'Çocuklar Duymasın'da 'şekli' partisiyle ilgili bir bölüm vardı, seyirciden çok güzel tepkiler aldık. Birol bunu görünce fikrinden emin oldu ve cesaret geldi. Fakat kanal yöneticilerini iknâ etmekte güçlük çekmişti en sonunda TRT’yi iknâ edebildi. TRT’de başlayıp güzel gidince kabul etmeyen bazı yöneticiler ‘Keşke biz alsaydık’ diye pişmanlık duydular. Seksenler 5 yıldır devam ediyor 193 bölüm oldu. İçinde bulunmaktan çok memnun olduğum çok sevdiğim bir proje, bütün ekibi çok seviyorum. Devam edip etmeyeceğini bilmiyorum bunun kararını TRT veriyor. Yerime gelecek isim Mint Yapım’dan Çocuklar Duymasın’ın yönetmenliğini de yapmış Bora Tekay. Neden sevdik sorusuna gelince; eskiden kapitalizmin pençesi altında ezilmiyorduk, dostluk dayanışma vardı. İnsanlar o günleri özlüyor. 60’lı 70‘li yıllar da önemli yıllardır fakat Türkiye tarihinde 80‘li yıllar önemli bir dönemeçtir.


BAĞIMSIZ SİNEMACILAR ASLINDA BAĞIMSIZ DEĞİLLER


TÜRKİYE’DE sinema özgür değil. Sinema yapabilmenin birtakım zorlukları var. Sinemacılar Kültür Bakanlığı’na proje beğendirmek zorunda. Kültür Bakanlığı’ndan para alınarak yapılan bir işin de zaten özgür olmasını beklemiyorum. Sinema filmi çekmek istiyorum ama bu denklemi de henüz çözebilmiş değilim. Çok bilinçli bir şekilde Kültür Bakanlığı’na da başvurmayacağım. Bu ülkenin çeşitli görüşlere sahip belediyeleri var buradan hepsine sesleniyorum. Bir takım güçlerin yapıların bu duruma alternatif üretmesi lazım. Alternatif güçlerin yağı, şekeri, unu var ama helvası yok. Helva yapmaya niyeti olan da yok. Sadece şikâyet ediyorlar. Kültür Bakanlığı’ndan destek almadan birtakım derdi tasası olan filmler yapılıyor ama gösterilecek salon bulunamıyor. Sonuç olarak birtakım koltuklarda oturanlar rehavete kapılıyor. Sanatçıları bir takım koşullar altında ezdiriyorlar

Siz bu işin güldürme kısmındasınız fakat görüyoruz ki bu ülke belki son zamanlarda daha fazla olmak üzere âdeta hep ağlıyor işiniz bir hayli zor görünüyor öyle değil mi?

İşte ağlayan bir toplum olduğu için gülmeye ihtiyaç var bu anlamda işimiz zor değil. Şikâyet etmeden, insanları güldürmenin imkânlarını bulmalıyız. Halkımızı her anlamda nasıl güldürürüz derdim bu.

Biz projelerimizde halkın ömrü hayatında hiç duymadığı sıfır kilometre şeyler söylemedik öyle şeyler söyleseydik bu kadar etkili olmazdı. Halkın zaten doğasında var olan, kendi içinde yaşadığı koşullardan bahsettik.

Şöhrete giden yolu biraz anlatsanıza desem bana kızar mısınız? Nedir bu şöhretle alıp veremediğiniz?


(Kahkahalar) Bazı okullara gidiyorum. Özel okullara gitmemeye çalışıyorum. Gelecekteki meslektaşlarımıza yardımcı olmak amacıyla bir gün bir iletişim lisesine davet edildim. Bana yöneltilen tüm sorular parayla, şöhretle ilgiliydi. Yönetmen koltuğunda oturduğumuz için şöhret için kapımızı çalanlar var. Para ve şöhret amaç olunca kendi insanlığımızdan ödün vermeye başlıyoruz. Şöhret ve para bir sonuç olsun, amaç olmasın. Şöhreti parayı amaçlayarak ulaşır mısın bilmiyorum ama kendinden çok şey kaybedersin ve çok üzülürsün. Amaç iyi iş yapmak, bir derdi dile getirmek olmalı. Zaten işini iyi yaparsan para ve şöhret de kendiliğinden gelir.

Levent Kırca’nın ‘Olacak O Kadar’ skeçlerinde yazar kadrosunda yer aldınız. Levent Kırca nasıl bir adamdı?


Muhalif, demokrat, doğru, dürüst, halkın yanında söylemleri olan kimliğini biliyordum ama ne kadar  samimi işte o noktada şüphelerim vardı. Bir gün biz yazarları topladı. Kafasındaki hikâyeye skeç yazmamızı istedi. ‘Adamın biri işsiz, yoksul… Bir yılbaşı günü çocukları hediye ister. İşsiz baba oyuncakçı vitrinlerine bakarken çocukları aklına gelir, camı kırar ve oyuncakları alır. Tam çocuklarına oyuncakları götüreceği zaman polis gelir. Polis memurundan izin isteyen baba oyuncakları çocuklarına verir sonra da çocuklarına fark ettirmeden polise teslim olur.’ Ben bu hikâyeyi anlatırken birden ağlamaya başladı, yanımızda ağlamamak için dışarı çıktı.  O an dedim ki bu adam samimi bir adam. Anlattığına inanan, inandığını anlatan... Halkın dertleriyle hemhâl olmuş, ‘adam gibi adam’ sözü üç beş kişiye söylenecekse onlardan biri Levent Kırca’dır.