Jean-Luc Godard ve Marksist estetik anlayışın sinemayla flörtü

Jean-Luc Godard ve Marksist estetik anlayışın sinemayla flörtü

Begüm Erdoğan 'Jean-Luc Godard ve Marksist estetik anlayışın sinemayla flörtü'nü kaleme aldı. Jean-Luc Godard’ın işçi için sinema anlayışını irdelediği yazısında ünlü yönetmenin hiçbir işçinin gelip de filmlerini izlemediğinden hayıflandığını aktardı

İşçi için sinema; Jean-Luc Godard’ın sinema anlayışının temeli budur. Hoş bir de bunu söylemesinin hemen ardından, hiçbir işçinin gelip de filmlerini izlemediğinden hayıflanır kendisi. Ancak onlar uğruna film yapmayı seçmesi, ona özgün bir ses kazandırmıştır. Zira, bu tercihi sebebiyle Godard, filmlerinde gerçeğe ulaşmaya çalışır. Gerçeğe ise ancak kurmaca olan üzerinden ulaşılabileceğini söyler. Tam da ironilerin insanı, değil mi?

Marksist estetik anlayış sinemada çok rağbet görmüş bir anlayış değildir belki, ama bir Godard filminde tüm tadıyla seyirciyle buluşur. Bu fazlaca beklenmiş bir karşılaşma gibidir.

Godard, ilk dönemlerinde (hatta şimdi bile), sinemanın radikal bir sesi sayılabilir ve tek düzelik arasından itinayla sıyrılır. Sinemaya atıldığı sıralar, endüstrinin ticari sinema anlayışına kaymaya başlamasına rast gelir. Çoğunluğun kapitalist estetiği benimsemesinin bir yan etkisi olarak, bu sistemi benimsemeyen Godard, meslektaşları arasında farklı kalır, radikalleşir. Yavaş yavaş gelişen tekniğini kazanmasıyla bu durum daha da belirginleşir.

Bir yönetmen olarak takip ettiği çizginin oturmasını ve imzasını taşıyan filmler yapabilecek duruma gelmesini ise Eisenstein ve Walter Benjamin gibi aydınlara borçludur. Bu sinema aydınları, Marksist düşünce ve sanat arasındaki, ilk başta zayıf görünen ilişkinin belirlenmesine yardım etmiş ve sonraları da bu ilişkiyi geliştirmişlerdir. Özellikle Marksizm’le doğrudan bağlantısı zaten zayıf sayılabilecek olan sanatın, sinema dalında özelleştirmesi tamamen bu aydınlara ait bir çalışmadır. Onların düşünsel emekleriyle Godard’ın benimsediği görüş oluşmuştur. Bu şekilde ortaya çıkan Marksist estetik anlayış zaman içerisinde Avrupa’da da sesini duyurabilmiştir. Bunun olmasında da bu yönetmenin büyük katkısı vardır.

Jean-Luc Godard’ın çizgisini anlamak için verilebilecek en uygun örneklerden biri Vivre Sa Vivre’dir. Bu filmini, sanat görüşüne oldukça yakışır biçiminde çekmiştir. Marx’ın görüşünden beslenen ve kendi sanatında onun genişletilmiş görüşlerine yer veren Godard, filmde dördüncü duvarı yıkma tekniğini bol bol kullanmıştır. Bugün seyirciyle konuşan, sohbet tarzında bir seyir sunan Deadpool gibi karakterler var. Hatta sadece Deadpool da değil; Funny Games, Fight Club gibi pek çok filmle, sinemada dördüncü duvarın yıkılması bugün fazlaca popülerlik kazanmış bir olgu. Dolayısıyla artık garipsenmiyor. Ancak Godard’ın kuşağı için bunun oldukça radikal bir tercih olduğunu hatta bir hata olarak görüldüğünü belirtmekte yarar var. Bahsi geçen Vivre Sa Vie’nin belki de en ünlü sahnesi ise Nana’nın ve yaşlı bir adamın konuşmasıdır. Yaşam ve felsefe üzerine bir kafede tamamen rastgele bir biçimde yaptıkları bu konuşmayı içeren 11. Tablosu, bu karakteristik kullanımı kavramak için mükemmeldir. Kamera, yani göz, öğretide olduğunun aksine konuşanı gösterecek şekilde sık sık perspektif değiştirmez. Bu yüzden seyirci konuşmayı takip edebilmek için normalde (mesela La La Land gibi bir filmi izlerken)
harcayacağının üstünde bir miktar enerji harcaması gerekir. Hem figürlerin tepkileri de duyguları da açık bir biçimde seyirciyle buluşturmaktan kaçınır. Bunun önemli bir sebebidir bu teknik. Godard’ın zaten seyircinin filmden kopması, dikkatinin dağılması gibi kaygıları yoktur. Hatta karşıdakine bir sinema salonunda olduğunu hatırlatmak ister. Seyircinin tembelliğine kat’iyen göz yummaz! Hatta bunu öyle cesurca yapar ki onları ,11. Tabloda Nana’yla göz göze getirir.vivresavie83chl2 Bunun üstüne, otuz kırk saniye civarında pek de özellikli tepkiler vermeyen figürlere baktırır. Bu durumun izleyicinin filmde özdeşleşeceği bir karakter olmamasına kadar götürür. Klasik bağlamda Nana ile özdeşleşeceğini bekleyen izleyici, bu bilinçli kullanılan ve bolca rahatsızlık uyandıran montaj tekniğiyle, kendini onun yerine koyamaz,  tersine yabancılaşır.

Normal bir eser gibi klasik kurguyla başlar bu film de. Ancak sonraları, filmin içine girmeye başlayan seyirciyi köşeye sıkıştırır yönetmen. Onu, özenle seçtiği noktalarda kullandığı yadırgatma yöntemleriyle şaşkınlığa uğratır. Zekice ve yetkinlikle kullandığı bu tekniklerden çok zevk almış olmalı Godard. Zira elinde tüfeği, hazırlıksız yakaladığı küçük ördek, seyircilerini pek tatlı avlıyor.