Yaşmut: Polisiye roman zordur

Yaşmut: Polisiye roman zordur

Çağatay Yaşmut, ‘Doktor Ceyda’yı kim öldürdü?’ kitabıyla beşinci kez polisiye okurları ile buluştu. Kısa öykülerden oluşan kitaptaki farklı hikayelerden ‘Editör Cinayetleri’ ilginç kurgusuyla dikkat çekiyor.

RÖPORTAJ: SİBEL KÖKLÜ

Kısa polisiye hikayelerden oluşan ‘Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü?’ kitabından önce dört romanı yayınlandı Çağatay Yaşmut’un… İlk romanı 2008 yılında yazdığı ‘Beyoğlu Çıkmazı’. Ardından ‘Şarkılar Susunca’, ‘Beni Yavaş Öldür’ ve ‘Kadıköy Cinayetleri’ geldi. ‘Kadıköy Cinayetleri’ 2012’de Dünya Kitap Altın Sayfa Polisiye Ödülü’ne layık görüldü. Yeni çıkan kitabını görünce, bir polisiye yazarı olarak fırsatı kaçırmadım ve kitapla ilgili merak ettiklerimi Çağatay’a sordum…

Yeni kitabı yazma sürecinde neler yaşadın? Biraz anlatır mısın?

Yeni romanımın çalışmaları biraz uzun sürünce sıkılıp, 221B Dergisi’ne kısa polisiye öyküler yazmaya başladım. Başkahramanım yine Komiser Galip’ti. Fakat öykülere kendimi öyle kaptırdım ki, romanı unutup peş peşe yedi uzun öykü yazdım. Kitap böyle doğdu.

Bu kitap ustalık dönemi eserin diyebilir miyiz?

Hem diyebiliriz hem diyemeyiz. İlk kitabımla karşılaştırdığımda, elbette çok yol kat ettiğimi söyleyebilirim. İlk yazmaya başladığımdan bu yana dokuz yıl geçmiş. Bu zaman zarfında hayata bakışım değişti. Ama bir yandan da önümde uzun bir yol var. Yazmak sonsuz bir deniz ve insan kendini sürekli geliştirmek zorunda olan eksik bir varlık. Varoluşçu pencereden bakarsak, özüme tamamlamayı henüz bitiremedim. Bu bağ- lamda, her bir sonraki yazacağım roman bir öncekine göre ustalık eserimdir diyebiliriz.

Yeni kitap sürükleyici, kolay okunan bir kitap, akıcı bir dili var, okuyucuyu yormuyor... Bu konuda özel bir çaban var mı?

Polisiyenin dilinin yalın ve akıcı olması gerektiğine inanıyorum. Bu tarz yazmayı ilk romanımdan beri sürdürüyorum. Bu üslubu seviyorum. Anlatmak istediklerimi söz oyunları yapmadan, yalın bir dille yazmaya çalışıyorum. Cambazlık yapmıyorum. Ne kadar rahat okunursanız; anlaşılmanız ve kurduğunuz sahnelerin zihinlerde yer etmesi de o kadar kolay ve başarılı olur.

Ancak kitapta çok da kolay cinayet işleniyor, bu sefer elin biraz daha alışmış-hızlanmış diyebilir miyiz? Bir yazar olarak, cinayet yazmakta zorlanıyor musun?

Elim hep hızlıydı zaten. Tamam, kabul ediyorum bu hikayelerimdeki cinayetler biraz daha kanlı ve kolay işleniyor ama gerçekte de öyle değil mi? Artık çok kolay cinayet işlenmiyor mu? Bu coğrafyada yaşadığımıza göre hepimizin ölümün çabuk, hızlı ve saçma geldiğine alışmış olmamız gerekiyor.

Mesele cinayetin kolay, hızlı, kanlı, kansız yazılışı değildir. Romanda birini istediğiniz gibi öldürürsünüz. Kurmaca dünyanın patronu sizsinizdir. Asıl mesele, o cinayetin arkasındaki katili ve katilleri iyi saklayarak okuru gizemli bir dünyaya davet etmek, merakını her daim yüksek tutmak için serüven boyunca muammayı hiç eksik etmemektir. Polisiye romanın zorluğu da buradadır.

İlk hikayen ‘Editör Cinayetleri’ ilginç geldi bana. Sonuçta bir yazar adayı kitabını basmayan editörleri öldürüyor. Bu bir mesaj mı?

Keşke mesaj olarak alsalar da biraz ödleri kopsa! Bundan sonra yayınevlerine gelen yeni yazar dosyalarını bıkkınlıkla ve angarya bir görevmiş gibi önyargılı (tabi ki bütün editörleri kastetmiyorum) değil de, daha bir titizlikle ve iştahla okuyacaklarını hayal etmek istiyorum. Çok mu şey istiyorum acaba?

Hikayesini anlattığın insanlar sıradan insanlar, günlük hayattaki şiddet seni nasıl etkiliyor?

Özellikle günümüzde kalabalık şehirlerde şiddet sıradan insanların başvurduğu bir yöntem haline geldi. İnsanlar evde, apartmanda, sokakta, trafikte, iş yerinde hep birbirlerine hırlıyorlar, mobbing uyguluyorlar. Dört bir yanımız şiddet ağıyla örüldü. Her şeye çabuk öfkeleniyoruz. Empatiden eser yok. Ben kurmaca dünyamda ne kadar çok şiddetin içindeysem, günlük hayatımda bir o kadar şiddetten uzak durmaya gayret ediyorum. İki insanın sesini yükselterek tartışmasına bile tahammül edemiyorum. Böyle ortamlardan hemen uzaklaşıyorum.

‘Karanlık Kadıköy’ hikayesi başta olmak üzere, çok iyi bildiğin yerleri, mekanları anlatıyorsun. Bir yazarın doğduğu, bildiği, yaşadığı yerler ile yazdığı yerler arasında paralellik kurması kaçınılmaz mıdır, avantaj mıdır? Bu konudaki düşüncelerin?

Bu hem yazar hem de okur için bir avantaj. Bu sayede ihtiyaç duyulan sahicilik duygusu yazarın yarattığı kurmaca dünyasına geçmiş oluyor. Polisiye romanın temel iskeletini oluşturan o çevrenin kriminal yapısı ve atmosferi iyi tasvir ediliyor. O karanlık sokaklar, o tekinsiz mekanlar, o işlenen suçlar, o tehlikeli suçlular ancak çevreyi iyi tanıyan bir yazarın kaleminde hayat bulur.

‘Karanlık Kadıköy’ hikayesinde derin devlet ilişkilerine değiniyorsun, buzdağının görünen yüzünü gözler önüne serdikten suyun altında kalan kısmını muallakta bırakıyorsun, neden?

Sonucu okura bıraktım, taraf olmak istemedim. Sadece olan biteni gözler önüne seriyorum. Yorum yapmayı okura bırakıyorum. Bir yazarın olayları yorumlayıp bir teşhis koymak ve çözümler üretmek gibi bir görevi olduğuna inanmıyorum. Ben bir siyaset uzmanı, bir sosyolog, bir psikolog ya da bir araştırmacı yazar değilim. Sadece çevresini iyi takip eden duyarlı bir yazarım.