Onu yeme bunu ye! Yok, onu değil bunu iç!

Bir canımız var o da emanet. Yarın öbür gün teslim ettiğimizde bedenimize bu kadar kötü davrandığımız için Tanrı’nın hepimizi bir güzel köteklemesi gerekecek. Şu yiyip içtiklerimize bakın. Ağır metal içeren sular, katkı maddeli ekmekler, zehir dolu hazır gıdalar… Küflenmesin, rafta uzun kalsın diye yediklerimize katılan bir sürü kimyasal yüzünden heba olmuş bir metabolizmayı stres içinde yaşayarak sona doğru sürüklüyoruz.

“Yahu bir yoğurt marketteki dolapta bozulmadan nasıl 3 hafta kalıyor?” diye bir Allah’ın kulu çıkıp neden sağlıklı ürün hakkını savunmuyor? Mehmet Efendi, Ayşe Teyze sade vatandaş olan tüketiciler... Biyolog veya ziraat mühendisi değiliz, tarım politikasını saptayan biz değiliz, uzun vadede vücutta tahribat yapan, karaciğerimize dayak atan, böbreklerimizi harabeye çeviren, sinir sistemimizi, bağışıklık sistemimizi perişan eden işleri biz nereden bilelim? Bunu devletin kendisi, politika olarak belirlemeli. Yanlış yapana da tokadı atmalı!

Hadi diyelim insanoğlu tarih boyunca haris, paragöz, bencil idi. Onca salgın hastalıklardan geçti, iyiyi kötüyü “bilimle” saptadı sağlıklı, doğal olana karar verdi.

Sonra? Sonra birileri çıkıp tekrar daha “çabuk” satıp daha çok para kazanmaya karar verdi. Hormonu bastı domateslere, balkabağı kadar domateslerimiz oldu. Hem de bir haftada büyüdüler! Biri mısırlara karides geni aşıladı mısırlar hiç çürümeden durabiliyorlar. Başkası, genetiği değiştirilmiş soyayı yoğurup kıyma diye yedirdi herkese. “Anne köftesi”(!) niyetine çalışan anneler alıp, çocuklarına yedirdi. Doğal ürünlerin kıymeti kalmadı. GDO tek sunulan yiyecek tarzına dönüştü.

Ne zaman ki bedene yaptığı zarardan herkesin haberi oldu, kıyamet koptu! Şimdi yine doğal ürün peşindeyiz ama bu sefer en pahalısı en doğal olanı! Şu doğayı acıtarak kurcalamaktan insan ne zaman vazgeçecek? Marketlerde bazı ürünlerin üzerinde “organik” yazmaya başladı. Organik tavuk! Organik yumurta!! Yahu bu tavuk zaten Allah’ın tavuğu değil mi? Diğerleri plastik mi” sorusu insanı çok tedirgin ediyor.

Bir anne rafların önünde dolaşırken canından bezmiş halde, üzerindeki sorumluluğu “organik” yazanlara iki misli para ödeyerek atmaya çalışıyor. Stres altında büyütülmüş (!) tavuk 5 lira, organik tavuk 17 lira! Yuh!

“Ben bu filmi daha önce de seyretmiştim” diyenlere, acı kısırdöngüyü hatırlatan tıp tarihine bakalım mı?

M.Ö. 2000 -Al bu otu ye.
M.S. 1000 -O ot kötü, gel bu duayı oku.
M.S. 1250 -O dua batıl inanç, al bu iksiri iç.
M.S. 1500 -O iksirin ne faydası var, al bu hapı yut.
M.S. 1750 -O hap etkisiz, al bu antibiyotiği iç.
M.S. 2000 -O antibiyotik kimyasal, al bu otu ye!

Döndük mü başa?

Kardeşim yeni nesil kimyasal deposu oldu! Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde aynı tedirginlik var. İnsanın sağlıklı gıdaya ulaşma hakkını savunmak, çevre  ve Tüketici Haklarını Koruma derneklerinin değil, bizi idare edenlerin zorunlu işi olmalı. Ciddi denetimi, kötüyü ifşa etmesi ve hiçbir firmayı da kayırmaması gerekir!

Hepimizin balkona kendi domatesini ekmesi, organik tavuğunu yetiştirmek için kümes kurası var… Korkuyoruz bir sabah uyandığımızda sırtımızdan kanat veya ayağımızdan altıncı parmak çıkacak diye! Balın bile sahtesi yapılıyorsa arılar niye yaratılmış ki? Doğaya bu kadar hain davranan başka yaratık yok!

Yüzyıllar öncesinin ilkel “kendin ek, kendin biç, kendin ye” klan yaşamına dönüyorsak modern insan geçen onca zamanda af buyurun da neyi başarmış oluyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar