AKP'nin işi kolay mı?

Türkiye’nin yakın geleceğine damgasını vuracak ve sonraki birkaç on yılı da belirleyecek bütün olaylar birbirine dolanmış, ayrıştırılamaz bir şekilde birbiriyle iç içe geçmiş durumda.

Nedir bu olaylar? Müzakere süreci, başkanlık sistemini getirecek ve vatandaşlık tanımını değiştirecek olan anayasa yapımı ve referandumu, yerel seçimler, devlet başkanlığı seçimleri ve genel seçimler.

Ve elbette ki bir de bu başlıklara mutlaka dâhil edilmesi gereken Türkiye’nin Ortadoğu politikaları ve Suriye meselesi.

Bu iç içe geçmişliği şu şekilde ortaya koymak mümkün:

Öcalan’la yürütülen müzakere süreci, cumartesi günü adaya giden BDP heyetinde yer alan üç vekilden ikisinin aynı zamanda Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi olmasının da bir kez daha ortaya koyduğu gibi, esas olarak yeni anayasada Kürt sorununun çözümüne dair hangi maddelerin yer alabileceği üzerine yoğunlaşmış durumda.

Yeni anayasanın öteki ve AKP açısından asıl önem taşıyan boyutunda ise başkanlık sisteminin olduğu biliniyor. Türkiye’de fiilen devam eden rejim değişikliğine ve tek adam/tek parti idaresine anayasal bir statü kazandıracak bu süreçte AKP, BDP’nin ve BDP seçmeninin desteğini almak istiyor.

Dolayısıyla da “başkanlık karşılığı Kürt sorununun çözümü” gibi bir formülün hayata geçirilmek istendiğine dair işaretler giderek güçleniyor. Buna karşın, Kürt siyasetinden sık sık “Türkiye’yi anayasal bir diktatörlüğe götürecek böylesi bir sürece destek verilmeyeceği” yönünde açıklamalar geliyor.

Yerel seçimleri de anayasa değişikliği ve Kürt sorunundan ayrıştırarak analiz etmek mümkün görünmüyor.

Kürt sorunu bağlamında, yeni anayasada yerel yönetimlerin yetkilerini arttıran, onlara adı konulmamış bir tür “özerklik” veren maddelerin yer alması mutlak bir zorunluluk. Ancak böylesi bir “özerklik” bağlamında yapılan seçimlerde AKP’nin bölgedeki seçmen tabanını kaybetmesi ve bölgeyi bütünüyle BDP’ye bırakması yüksek bir olasılık olarak karşımızda duruyor, bu olasılığın AKP’yi kara kara düşündürdüğü ise muhakkak.

Anayasa değişikliğinin gerçekleştirildiğini ve başkanlık sistemine geçildiğini varsaydığımızda da, AKP’nin ve Erdoğan’ın elinin düşünüldüğü ölçüde rahatlayacağını varsaymak manalı görünmüyor.

Çünkü Abdullah Gül’ün konumunun ne olacağı, cemaatin Erdoğan’ın başkanlığına destek verip vermeyeceği, AKP içerisinde ve tabanında başkanlık sistemine razı olmayanların ne yapacağı gibi sorular, halen yanıtlanmamış bir şekilde ortada duruyor.

Tüm bunlara dış politikada yaşanabilecek gelişmeleri de eklemek lazım.

AKP, Barzani Kürdistan’ına verdiği desteği nereye kadar götürecek, ABD’ye rağmen Irak’ın bölünmesi sürecini hızlandırmak isteyecek mi, iflas eden Suriye politikasını nereye kadar bu şekilde devam ettirecek ve en önemlisi Suriye’nin kuzeyinde fiilen ortaya çıkan Kürt özyönetim bölgesiyle nasıl bir ilişki yürütecek?

Tüm bu soruların yanıtlarını, Irak ve Suriye’de yaşanacak gelişmelerin yanı sıra, müzakerelerde varılacak nokta verecek. “Büyük Türkiye” adı altında yürütülen emperyal politikaların zorunlu kıldığı “Kürt barışı” artık bölgesel bir mesele halini almış olan Kürt sorununda belirleyici olacak.

Bütün bu iç içe geçmiş meseleler AKP’nin işinin hiç de kolay olmadığını, süreçten büyük bir yıpranma ve kan kaybıyla çıkma olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor.

Düşündürücü olan ise bu sürece müdahale edebilecek güçte ve buradan iktidara gidecek yolu açmayı hedefleyen gerçek bir muhalefet odağının mevcut olmaması. AKP’nin esas gücü de zaten kendinde değil, bu yoklukta gizli.

Önceki ve Sonraki Yazılar