Kuzuların sessizliği ve dinsel milliyetçilik

Ülkemizde aydınların önemli bir kesimi seçmenlerin oy verme davranışlarını belirleyen en önemli etkenin ekonomi olduğunu düşüyor. Son seçim yorumlarında seçmenin istikrara oy verdiğini, aslında var olan ekonomik istikrarın devam etmesini istediği söyleniyor. Yoksullara yapılan yardımların da çok etkili olduğu söylenmekte. Şüphesiz bunlarda gerçek olan noktalar bulunmaktadır. Ancak önce bu istikrar arayışının o kadar sağlam bir şey olmadığını söylemek gerekli. Türkiye’de yönetim epeydir Suriye’ye müdahale etmek istediğini gizlemiyor. Hatta balkon konuşmasında Başbakan “Suriye ile savaş halindeyiz” bile dedi. İnsaf yani, bir savaş çıktığında bırakın ölecekleri, yaralanacakları, ekonominin bozulmayacağını kim iddia edebilir? Sanırım hiç kimse. O halde neden istikrar aradığı söylenen ülkenin yarısına yakını bu konuda hükümete uyarıda bulunmuyor? Seçimlerde bu neden bir etki yaratmıyor? Halkın önemli bir kesiminin istikrar aradığı oldukça abartmalı bir düşüncedir. İktidarın seçmenlerini dinsel milliyetçilik diyebileceğimiz bir konum içinde kendisine katı bir şekilde bağladığı söylenebilir. Nitekim balkon konuşmalarında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin başarısı şöyle tanımlanıyor:

“Gözlerini Türkiye'ye çevirmiş, gelecek haberleri takip eden, Bağdat, Kahire, Saraybosna, Bakû, Lefkoşe ve diğer tüm dost ve kardeş halkları buradan muhabbetle selamlıyorum….İnanın bugün İstanbul kadar, Saraybosna kazanmıştır. İzmir kadar Beyrut kazanmıştır. Diyarbakır kadar, Batı Şeria, Gazze kazanmıştır. Bugün Türkiye kadar, Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar kazanmıştır…Öncelikle rabbime bize böyle büyük bir zafer, anlamlı sonuç nasip ettiği için sonsuz şükranlarımı ifade ediyorum. Ya Rab ne büyüksün.”

Bu genel bir söylemdir. Örneğin Bursa Kemalpaşa’da kazanan başkan da başarısını bütün bir İslam âleminin başarısı olarak açıklamıştır. Evrensel olarak bir İslam milliyetçiliği tanımlanmaktadır. Dahası seçimi kazananlar göklerden kutsal bir görev almışlardır. Bir zamanlar bazı sol parti veya gruplar da benzer şekilde proletaryadan böyle bir yetki almış olduklarını söylerlerdi. Hâlâ söyleyenler var. Bu aşırı öz güven onlara rakiplerine her türlü zorbalığı yapma hakkını verirdi.

Bir ekonomik kriz arkasından iktidarın gücünü kaybedeceği ve daha ileri bir partinin kazanacağı da çok şüphelidir. Diğer koşullar değişmediği takdirde muhtemelen 1930’lar Almanya’sında olduğu gibi aynı kitle bu defa başka bir sağ partiyi iş başına getirecektir. Bu konuda “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı” adlı bir kitap yazmış olan Wilhelm Reich’ın eserleri bugün tekrar tekrar okunmalı. Bu dinsel milliyetçilik nasıl ortaya çıkıyor? Aslında bu evrensel olarak dört beş bin yıldır vardı. Dinler devletin ortaya çıkmasından bu yana dönüştürülerek güçlülerce baskı ve sömürü aracı olarak kullanıldı. Cinsel baskı ile el ele yürüdü. Buyurgan ataerkil aile oluşturuldu. Buyurgan kültürü içselleştirmiş kitleler cinsel özgürlükten, özgür düşünceden ölesiye korkmaya başladılar.

Her türlü baskıya karşın insan gene de özgürlük ve baskıdan kurtulma konusunda güçleri içinde barındırıyor. Nazi Almanya’sında bu yüzden faşist partinin adı Alman Ulusal Sosyalist İşçi Partisi idi. Parti kendini toplumcu ve işçilerin örgütü olarak gösterme derdinde idi. Gezi olayında meydanlara çıkan gençler alanlara şüphesiz ki sadece ağaçları korumak için çıkmamışlardır. İki cinsin birbirinden ayrılmak istenmesine karşı duyulan öfke baharla birlikte bu direnişi yaratmıştır. Kuzuları sessiz yapan etmenler iyi incelenmeli.



Önceki ve Sonraki Yazılar