Mustafa Ülkü Caner

Mustafa Ülkü Caner

Laiklik, diyanet, kargaşa

Ne tesadüf(!)
“İslami” tarikat ve hatta terör örgütlerinin tümü Amerika-İsrail-İngiltere ve diğer bazı emperyal güçlerin patentiyle üretilip ve sevk ve idare ediliyor.
Dini ayrışmalar ve özellikle İslam dünyasındaki mezhep ve anlayış farklılıkları böl, parçala yönet ve yok et politikaları için çok verimli ortam sağlıyor.
Bu olayları gördükçe insan Atatürk’ün laikliğe ilişkin devrimlerinin değerini daha iyi anlıyor.
Türkiye ‘de Din İşleri, Osmanlı dönemi de dâhil, hep bir kamu hizmeti olarak görülmüştür.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra genç Türkiye Cumhuriyeti’nin niçin devlet işlerini dini işlerden ayırdığı, halifeliği kaldırdığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurduğu daha iyi görülüyor.
Ama maalesef 12 Eylül 1980 faşist Evren darbesinden sonra hızlanan müthiş bir gerileme dönemi mi yaşanıyor yine?
Traji komik olaylarla “süsleniyor” bu irtica dönüşümü.
Vatandaşın vergileri ile yayın hayatında var olan kamu kurumu TRT nin bir “öteki gündem” programı yayınlandı geçenlerde.
Adı lazım değil, bir üniversite öğretim görevlisi, Nuh Tufanı esnasında Hz. Nuh’un kendisine inanmayan ve gemiye binmeyen oğlunu ikna etmek için cep telefonu ile görüştüğünü savunmuş.
Zaten Nuh’un gemisi nükleer enerjiyle çalışıyormuş(!)
Hem de İstanbul Üniversitesi gibi ciddi bir yerde deniz bilimleri bölümünde “hoca” olan bir, ne desem de hakaret etmesem, bir şey işte…
Bir de telefonun hangi marka ve hangi şebeke üzerinden, hangi tarife ile konuştuğunu söylemiş olsaydı da, tam olarak aydınlatılsaydık(!)
Nasıl ölçtüyse “400 metre dalgalar” arasında oğlunu yüzlerce kilometre uzaktan gemiye  “uçan bir cisimle” getirecek…
Aklımız ve olgun davranışımız son yıllarda ne kadar da zorlanıyor!
Bu garip deli saçması gibi gelen iddialarına laf ettiğimiz için bu “bilim adamı” üniversite hocası bir de bize kızar, dava açmaya kalkar.
Vallahi açsın!
25 yıllık avukatım.
Hayatımdaki en komik duruşmaları yaşamış olurum.
Davanın sonucu ne olur (?) derseniz…
Bak işte bunu kestirmek bile çok zor.
Maalesef , adalet durumumuz bu!!!
Öte taraftan gerçeklik üstü hikâyelere kendince “bilimsel” bir kılıf uydurmaya yönelik kıvrak ve ince, ama çaresizlik içinde kıvranan bir zekâ pırıltısı da yok mu yorumlarında?
Hani derler ya zekâ ve delilik arasındaki o ince çizgi!
Bu kişiyi en azından aynı üniversitenin tıp fakültesi hastanesinin psikiyatri bölümüne göndermeden ders vermeye devam etmesini sağlayan yetkililer olursa, onları da yanına koymak gerekmez mi?
Böyle cehalet örneklerini ciddi şekilde bu topluma aktarılması neyle izah edilebilir?
Ne biçim öğretim görevlileri üniversite de görev yapıyor?
Muhtemel ki deha olarak değerlendiriliyor(!)
Üniversitelere mi, öğrencilere mi, bu cehaleti yayanlara mı, bunlara prim ve teşvik veren iktidar odaklarına mı, memlekete mi yanalım?
Yok, yok kendimize yanalım bence!

Önceki ve Sonraki Yazılar