Likidite'nin Kabusu'ndan Sol'un Umuduna

Ekonomik Büyüme’nin ortak refah ve kalkınma zannedildiği günler çoktan geride kaldı. Sistem tamamen “Piyasa” diye tabir edilen, kendi kendini ve hatta geri kalan her şeyi düzelteceği varsayılan kör bir inanç üzerinde dönüyor.

Zamanında Hegel’in, “Gazeteler sabah duasının yerini aldı” sözünü hatırlatırcasına erkenci kuşlarla ötmeye başlayan piyasalar, global hareketlerin likidite ve borçlanma ihtiyacı ile günümüz insanına sözümona iyimser yakarışlar getiriyor. Tamamen borçlanmanın sürdürülmesinin garantisi üzerinde bu günlük akış, devletleri, toplumları ve işletmeleri esir almış durumda. Borçlu-Alacaklı ilişkisinin temel dinamiği, kendisine göstergelerden zoraki bir eşlikçi yaratıp bütün akışı belirliyor, onun olmadığı bir dünya ve yaşamı düşünmenin neredeyse imkansız olduğu bir akış üretiyor.

Yaklaşık otuz yıldır global işgücü arzını bahane ederek ucuz İşgücünden büyük karlar elde etmiş şirketler, finansal sistem ile katlanarak, karşılığı olmayan kaldıraçlı ürünler ile şişmiş devasa bir likit piyasa yarattı. Borç hane halklarını, üreten gurupları hatta devletleri geri dönülmesi mümkün olmayan eşitsizliklere itiyor. Zamanında liberal iktisatçıların beklediği finansal damlama etkisi, yani sermaye akışlarının tepeden tabana yayılan bir zenginlik üreteceğine bugün kimseler inanmıyor artık. Günlük işlemlerle, daha çok insanın yoksullaşmasına, metropol şehirlerde emlak fiyatlarından oluşan büyük balonlarla geri kalan her türlü ekonomik faaliyetin değersiz hale geldiğini kafamıza vura vura hatırlatıyor.

Bu neoliberal tuzak, halkların siyasal ve demokratik taleplerini, sermaye ve borçlanma akışının kesilme tehdidine esir etmiş, dar alanda kısa teknik, bürokratik paslaşmalar haline getiriyor.

Siyasetin bir eşitlik ve adalet dağılımı çağrısı olduğu, demokrasinin herkesin sisteme katıldığı bir temsil ve talep ikileminden can bulduğu, Sol’un günümüz dünyasındaki eşitsizliği ve adaletsizliği telafi ve tamir eden, daha iyi bir hayat adına dönüştürücü bir öz’ü olduğu, Umudun bir insanlık ilkesi olarak her zaman var olması gerektiği, işte bu devasa borçlanma ağının likiditeyi kesme kabusu ile çoktandır unutuldu gitti.
Günümüzde siyasal alanın geri itilmesi, Statü’den Servete, kültürden inançlara, bütün sosyal eşitsizliklerin onanmasına, sistemin dışarıda bıraktığı kesimlerin, sistemin merkezine doğru yürüme, paylaşma, imkan ve ihtimallerinin ortadan kalkması anlamına geliyor.
Bu kabul edilebilir bir durum değildir.

Her borçsuz ülkenin mutluluğu birbirine benziyor mu bilmiyorum ama her borçlu ülkenin mutsuzluğunun kendi hikayesi farklı.
Batık bankaların kaldıraçlı işlemleri sonucunda güya “AB ve tek para birimi çıpası” ile zenginleşen Yunanistan’ın hikayesinde sonunda, neoliberal reçetelerle, kemer sıkma politikaları ile hem borcunu, hem yoksulluğu, hem de işsizliğin katlandığı dramatik bir hikayedir.

Bu ortam krizin insani bir krize dönüştüğü, artık sürdürülebilir olmayan, bölüşümün adil ve paylaşılabilir olduğu farklı bir hayata olan talep adına Syriza’yı iktidara getirdi. Syriza daha insani ölçülerle finansallaşmaya teslim olmadan yaşama adına girişilmiş büyük bir demokratik, siyasal kurtuluş şansını denemek idi aslında.

Ancak, özü, kökeni ve çabası tam da bu “finansallaşmadan öte bir dünya kurma”nın haklı gerekliliğine dayanan bu yönetim, üstelik yüzde altmışa yakın Referandumdan hayır çıkmasına, yani demokrasi ve siyasetin kendine güçlü bir alan sunmasına rağmen, neoliberal teknokratlığın zalim ve kansız kollarına bırakmak zorunda kaldı kendisini.

Bugün batı basınındaki en liberal yazarların bile bir Kartaca-Versay anlaşmasına benzettikleri bu ağır şartların geçici kabulü ve yenilgisi, bizdeki her türlü neoliberal üfürüklere rağmen, bunların haklı ve makul olduğu anlamına gelmemeli.

Dahası sistemdeki gerçek tıkanmanın nedenine daha fazla yanaşılması, onu aşacak program ve kadroların yetiştirilmesi adına bizlere ilham vermelidir.
Anlaşmanın bir yerinde Troyka tarafından kurulacak, bir özelleştirme fonunun, 50 milyar dolar tahmin edilen gelirinin yarısını, açıldıkları zaman görebileceğimiz gibi sermayelerini tüketmiş, bankalara enjekte edileceği söyleniyor. Durumun gerçek haritası budur, “bana borçlu kalmaya devam edersen varlıklarını satıp borçlanma mevzilerini daha da borçlanmak için gereken parayla doldurabilirim” gönderebilirim.

Bu açıkçası bir köleliğin dayatılmasıdır, hem de köle edilmek isteneni suçlaya suçlaya ilerlemektedir. Sol’un önündeki en önemli çalışma konusu da budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar