Medyanın sefaleti

Kimbilir kaçıncı kez bu başlıkta ya da içerikte bir yazı yazıyorum. Ama ne yapayım, medya “bundan daha da kötü olamaz” dedikçe daha sefil oluyor. Seviyesi her sıcak olayda biraz daha düşüyor. İşte son örnek: Cumhuriyet Gazetesi’nin, Charlie Hebdo’nun katliam sonrasındaki sayısından bir bölümü yayınlaması.. Ve ardından yaşananlar.

· Gazete daha matbaadan çıkmadan polis kuşatmasına alındı. Hem de mahkeme kararı falan olmadan. Beklenmedik bir durum değildi elbette. Medyanın, bunun üzerine gösterdiği (daha doğrusu GÖSTEREMEDİĞİ) tepki gibi!

· Cumhuriyet, dün haber yaptı. Polis kuşatması ve ardından gelen tehditler üzerine kimler aramış, kimler ziyaret etmiş.. Telefon edenler listesinde sadece Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın olması, medya adına çok ama çok hazin değil mi! Nerede benim sevgili arkadaşım, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin? Nerede o basının duayenlerinden, Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila?

· Hele Fikret Bila.. Cumhuriyet’ten “uzak durmakla” kalmamış. Yazarı Mehveş Evin’in yazısını da sansürlemeye kalkmış. Yazının “yumuşatılmasını” istemiş. Mehveş Evin kabul etmeyince de yayınlamamış.

· Havuz medyası ya da daha doğru bir ifadeyle RTE MEDYASI’nın haberi ilk gün görmemesi anlaşılır bir durum. Ama, özellikle Davutoğlu’nun dünkü çıkışından sonra görecekleri.. Üstelik, köpüre köpüre yazacakları çok açık.

· Davutoğlu, dün Brüksel’e giderken, tek kelime ile “tahrik” etti. Cumhuriyet’in o karikatürleri yayınlayarak “gelin bize saldırın” mesajı verdiğini ima etti. “Bu basın özgürlüğü değildir” filan dedi.

· Danıştay saldırısı öncesindeki “hedef gösteren yayını” ile hatırlayacağınız AKİT Gazetesi de tahrik etti. Hatta açıktan hedef gösterdi. “Charlie Hebdo’ya destek çıkanlar listesi” yayınladı. Aralarında gazetem YURT’un da olduğu listedeki isimler şöyle: (Elbette ilk sırada) Cumhuriyet, Sözcü, Sol Gazetesi, OdaTV, Fox TV, Zaman, Today’s Zaman, Emre Uslu, İhsan Yılmaz, Kemal Kılıçdaroğlu, Hüseyin Aygün.

·  İşin dramatik tarafı, böyle açıktan suçlanan, hedef gösterilen Cumhuriyet “o malum” KARİKATÜRLERİ YAYINLAMADI. Altını çizelim mi! YA-YIN-LA-MA-DI.

· Cumhuriyet, cesur ama aynı zamanda risklerin varacak kadar sağduyulu davrandı. O karikatürleri de yayınlayabilirdi. Yayınlamadı. Onun yerine, Charlie Hebdo Dergisi’nin Papa ile, Fransız Başbakanı ile alay eden karikatürler.. Ve aralarında, laiklik üzerine olağanüstü bir değerlendirmenin de olduğu köşe yazıları yayınladı. O yorumda, saldırıdan söz ederken nasıl “AMA” denmezse, laiklikten söz ederken de “AMA” denmemesi gerektiği vurgulandı. “Laiklik yoksa, etnik / dini / mezhepsel / milliyetçi sorunlarla baş edilemeyeceği” belirtildi.

· Tuhaftır, liberal ve medya özgürlüğünün önemli savunucularından olduğunu bildiğimiz Ertuğrul Özkök bile, tuhaf bir pozisyon aldı. Gerçi, Cumhuriyet’e yönelik tepkiler ve baskılar sonrasında gazetenin yayında olduğunu açıkladı. Ancak, dün yazısına şöyle başladı: “Önceki gece bugünkü yazımı kafamda yazmıştım. Cumhuriyet Gazetesi’ndeki arkadaşlara seslenecektim. Diyecektim ki, ‘Ne gereği var kardeşim şimdi bunları yayınlamanın”.. Evet, hepimiz katliam konusunda söyleyeceğimizi söyledik. Şimdi o karikatürleri burada yayınlamanın ne faydası var.”

· ERTUĞRUL ÖZKÖK BİLE böyle düşünmüştü. Cumhuriyet’e “kusura bakmayın, bu olayda yanınızda değilim” diyecekti. Ama polisin tavrı, kendi ifadesiyle CUMHURİYET’İ ELEŞTİRME HAKKINI elinden almıştı.

· Sahiden.. Nereye geldik biz böyle? Cumhuriyet, bu ülkenin hassasiyetini de gözeterek Charlie Hebdo’nun bir bölümünü yayınladı diye, neredeyse başbakan tarafından hedefe oturtuluyor. “Dostlar” bile “şimdi sırası mı” diye soruyor. MİT TIRLARI haberlerine gelen yasak, kayıtlar internete düşünce “sürek avına” dönüşüyor. 4 bakan hakkındaki yolsuzluk dosyası medyanın ve kamuoyunun bilgisinden saklanıyor. O haberi veren Cumhuriyet, Yurt, Birgün gibi gazeteler hakkında dava üstüne dava açılıyor. O davalarda yargılanan gazeteciler, yine Adliye Sarayı’nın buz gibi koridorlarında yalnız kalıyor.

· Ve bu arada.. Muhtemelen aralarında Ekrem Dumanlı olduğu için, çok sayıda gazetecinin sürekli basın kartı hakkı çiğneniyor. Kartlar verilmiyor. Bu tuhaf ötesi / yasalara ve yönetmeliklere aykırı durumda bile gık çıkmıyor.

·Ne kadar zavallı bir hale geldi Türkiye medyası! Bu dönem nasıl aşılır? Bunca kir nasıl temizlenir?

***

Bu yazı sansürlendi
Sevgili meslektaşım, arkadaşım Mehveş Evin yazısının sansürlendiğini Twitter’da duyurdu:

"’Sorun ne Charlie ile başlıyor, ne de bitiyor’ başlıklı yazımın girişi nedense ‘sert’ bulundu ve değişiklik yapmam istendi. Kabul etmedim, yazı yayımlanmadı."

Mehveş, işte o yayımlanmayan yazıya, kişisel blogunda yer verdi. Lütfen okuyun. Türkiye Cumhuriyeti, bu yazının “sakıncalı” olacağı bir yere nasıl, ne zaman geldi? Bu yazının Neresi “sert”? Yoksa, mesele gazetelerin başındaki isimlerin kraldan çok kralcı veya korkak olması mı?

*

Charlie Hebdo, dindar Müslümanların büyük çoğunluğuna göre “Peygamber’e hakaret eden dergi” olmaktan ibaret. Hatta bazılarına göre katliam sonrası son sayısında Hz. Muhammed’i resmederek bir kez daha “kutsal”la alay ediyor.
Dindarların kutsallarına dokundurmama çabasını anlıyorum; muhafazakârlık böyle bir şey. Ancak bu çaba ve tepkisellik, “kırılganlık” ve “otoriterliğin tezahürü” olarak da yorumlanabilir. Zira mesele, ne Charlie’yle başlıyor ne de Charlie ile bitiyor. İnanç uğruna sadece düşünürler değil başka din ve mezheplere mensup insanlar kitleler halinde öldürülürken İslam dünyası Orta Çağ’dan kalma cezaları uyguluyor. Son örneği, Suudi Arabistan.
Raif Badawi adlı bir blogger, “yönetimi eleştiren liberal bir web sitesi” kurup “Facebook’ta dine hakaret ettiği” gerekçeleriyle 10 yıl hapis, 226 bin dolar para cezası ve her hafta 50’şeri infaz edilmek üzere, toplam 1000 kırbaç cezasına çarptırıldı!

Elbette bu kırbaçlar, halka gözdağı olsun diye meydanda, “Allahu ekber” nidalarıyla şaklatılıyor. Peki, bunu yapacağız?
Şeriatla yönetilen ülkelerde buna benzer örnekleri çok görüyoruz. Charlie Hebdo saldırısını düzenleyenleri “Gerçek İslam bu değil” diye kınarken “Gerçek İslam” adına İslami yönetimlerin yaptıkları ortada. Bu yüzden inandırıcılıktan büyük bir hızla uzaklaşılıyor ve evet, İslam korkuya neden oluyor.
Türkiye’de sayısı az da olsa bazı aydın müminler (İskender Pala, İlahiyat profesörü İlhami Güler), İslam’ın yeniden yorumlanması, Müslümanların şiddetle arasında mesafe koyması gerektiğini açıkça söylüyor.
Dindar Müslümanların beklediği saygınlığı, anlayışı dünyadan görebilmesinin tek yolu özeleştiri, reform ve 13. yüzyılda sonlanan İslami bilim kültürünün 21. yüzyıla taşınması.

***


Önceki ve Sonraki Yazılar