'Kurucu Meclis' başarmıştı...

Dünkü "grup konuşmaları" ortamı yine gerdi... Kolay değil, ortada 30 yıldır süren bir savaş, 40 binin üzerinde ölüm var. Her şey bir yana bu kadar ölüm bile çoluğuyla-çocuğuyla, anasıyla-babasıyla, dayısıyla-amcasıyla birlikte en az 500 bin kişinin “birinci dereceden” doğrudan etkilendiği bir durum. İkinci, üçüncü derece akrabalar, aşiretler ve toplumun bütününde yarattığı diğer etkileri de işin içine hiç katmıyorum.

Kolay değil, en yakınındaki biri öldürülüyor ve sen bir süre sonra senin kardeşini, oğlunu, eşini öldürenle ya da öldürenlerle yapılan görüşmelere tanık oluyorsun.

Kolay değil, herkes herkese, akla hayale gelen, gelmeyen her şeyi söylemiş. Bugüne kadar yapılanlar, söylenenler “güven, samimiyet, çözüm, barış” gibi kavramları boşa çıkarmış. Kimse kimseye güvenmiyor... Onlarca soru havalarda uçuşuyor.

Sorun yalnızca “Kürt” olup olmaktan çıkmış, Kürtlerin inançsal ve siyasal tercihlerine göre tavır belirlemeye, destek verip vermeye kadar gelmiş. AKP çizgisiyle hem siyasal hem de Sünni ve Şafi olduğu için inançsal olarak da örtüşen Barzani’nin KDP’si ile süreç içinde terk edilmiş olsa da uzunca bir süre bayrağında “orak-çekiç” olan ve AKP’ye uzak Öcalan’ın PKK’sı “acaba yan yana mı geliyor” tartışmaları bile ilgili çevrelerde önemli bir yer işgal etmeye başlamış.

“Üç kıtaya yayılmış bir cihan devletinin” 1900’lerin ilk çeyreğinde “Anadolu’ya sıkışıp kalmasının” yarattığı büyük travmanın halen devam eden dayanılmaz ağırlığı ise işin cabası. Sonu gelmez “bölünme korkusu” 80-90 yıldır hepimizin sırtında.

Ve üstelik bütün süreçte tartışmanın dışında kalabilecek bir tek “Allahın kulu” yok! İkna edilmesi gerekenler yalnızca Kürtler değil. İkna edilmesi gerekenler yalnızca şehit aileleri değil. Belki de asıl olarak öncelikle “sokaktaki Türk” ikna edilmeli.

Yani işin zorluk derecesi çok büyük… Ancak bu gerçeğe ve ortadaki niyetlere rağmen, bugünlerde konunun gerçek muhatapları ile hem de “devlet adına” görüşmelerin aleni ve “resmi” olarak başlamış olması çok önemli.  Şimdi konunun doğrudan tarafı olmayan toplumsal kesimlerin, siyasi partilerin bir “üçüncü güç” gibi toplumun ortak vicdanına dönüşerek çözüm için devreye girmesi gerekiyor. CHP’nin “bütün çekincelerimize rağmen çözüm için varız” tavrı bu nedenle tahmin edilenin, biçilen değerin de ötesinde çok önemli. Erdoğan’ın bu konudaki kışkırtıcı, itici ve niyetini ortaya koyan gayri samimi tavrı bile CHP’nin tavrının önemini ortadan kaldırmıyor.

 
Evet, çözüm bulmak ve onlarca yıla yayılmış düşmanlıkları bir çırpıda ortadan kaldırmak kolay değil. Ancak ortaya çıkan bu gelişmeyi değerlendirmek ve en azından birbirimizle konuşur hale gelmemiz gerekiyor. Bunun için bütün toplumsal kesimlerin ve siyasi partilerin “liderlerine” ve "kanaat önderlerine" büyük görev düşüyor. Sağcısıyla- solcusuyla, Türküyle-Kürdüyle herkesin üzerinde önemli ölçüde mutabık olduğu “Birinci Meclis” ise bunun nasıl olabileceğini işaret ediyor.

YALNIZCA BİR OY!

16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilir,  Osmanlı Meclis-i Mebusanı 18 Mart 1920 günü son toplantısını yapar. Mustafa Kemal, 19 Mart 1920 Heyet-i Temsiliye  adına yayınladığı bir tamimle kurucu meclis niteliğinde “salâhiyet-i fevkalâdeyi haiz bir meclis ”i Ankara’da toplantıya çağırır. Meclis “Cuma namazı’nın kutsallığı” da dikkate alınarak bir Cuma günü 23 Nisan 1920’de toplanır. Üstelik Hacı Bayram’da başlayan ve ardı arkası gelemeyen dualar eşliğinde … Erzurum Mebusu (Milletvekili) olarak Büyük Millet Meclisi’ne giren Mustafa Kemal, bir oy farkla başkanlığa seçilir.

Sonra... Padişah IV. Mehmet Vahdettin’e “Yücelerin Yücesi Efendimiz” diye başlayan ve “Yüreğimiz, bağlılık ve kulluk duygusuyla doludur” diye gönderilen “bağlılık telgrafı” üzerinden 3 yıl bile geçmeden Cumhuriyet ilan edilir.  Mustafa Kemal’i yalnızca bir oy farkla Meclis Başkanı seçen Meclis’in bileşimi ise muhteşemdir. 1920 Türkiye’sinin gerçeğe en yakın resmidir: İlk Meclis’teki 380 milletvekilinin “% 44’ü hükümetten, % 56’sı da halk tabakasından” seçilmiştir. 115 memurun olduğu Meclis’te, 51 asker, 46 çiftçi, 37 tüccar, 29 avukat, 15 doktor vardır.  Milletvekillerinin 8’i tarikat şeyhi, 61’i “Sarıklı Hoca”, 10’u da “aşiret reisi ağa”dır. Tarikat şeyhleri arasında “Nakşibendi, Halvetiye, Bektaşi tarikatı liderleri” de yer alır. Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler kendi kimlikleri ile vekildir... O zaman "tek bir oy" ile yeniden kuruluşun önünü açanlar, bunu başaranlar bugün niçin başarmasınlar?

Önceki ve Sonraki Yazılar