Memalik-i Osmaniye'ye dönüş!

Sanırsınız ki, zoraki anayasal monarşiye razı edilmiş bir “sultan” bu durumdan nasıl kurtulacağına çare arıyor.

Yine sanırsınız ki, iktidar ve muhalefet partileri anayasal monarşiyi veri ve meşru gören bir çizgide vezir-i azamlık ve vezirlikler için pazarlık ediyorlar. Bu arada koalisyon tiyatrosu devam ederken iktidar boş durmuyor, yoluna bildiği gibi devam ediyor. Plansız, programsız, hesapsızca sadece ve sadece rant için yapılan projeler habitat tahrip edildikten sonra yargı tarafından aylar sonra karara bağlanıyor.

“Yürütme, mahkeme kararlarını uygulamak zorunda değildir” diyerek en temel hukuk ilkesini torbaya sokanların durmasını beklemek saflık olur. Zaten durmuyorlar.


İlkokul düzeyindeki tarih bilgisiyle “Osmanlıcılık” münazarası yapıyorlar.

‘Hikmetinden sual olunmaz’, ‘Allahın yeryüzündeki gölgesi /halifesi’ olan Osmanlı padişahı tüm toprakların, toprak üzerindeki canlı cansız ne varsa onun sahibiydi. İnsanlar da onların kuluydu. Halk, ‘tebaa’, ‘ait olan’, ‘itaat eden’ ‘kim’lik sahibi olmayan sadece bir ‘ne’lik idi. “Reaya” olarak adlandırılırdı. Muhalefetin “üç koyun güdemeyen” beceriksiz olarak tarif edilmesi reayanın ne anlama geldiği konusunda ipucu verebilir.

Yönetilenler “şeriat” kuralları ile yönetilirken saray hiçbir kanun ya da kural ile sınırlı değildi. Halk için “şeriat”, saray ve adamları için “devletin bekası” esaslı “örfi hukuk” geçerli idi. “Devletin bekası” uğruna can almak ve can vermek (cumhuriyette ‘kurşun atan, kurşun yiyen’ diye tevarüs olunan) gerekli ve şerefli idi.

Padişah’ın kulları vergi vermek ve (Müslüman ise) savaşa gitmekle yükümlü idi… Reaya, Osmanlıyı ve onun paşalarını, ordusunu beslemek ve onun uğrunda ölmekle yükümlüydü. Üretime dayanmayan sistem içeride ve dışarıda yapılan yağmaya dayanıyordu. Bugün ‘büyüme’, ‘kalkınma’ olarak takdim edilen süreç o zaman ‘fetih’, ‘cihat’ olarak adlandırılıyordu.

Gayrimüslimler yaşamak için ayrıca ‘cizye’ denen ‘kelle vergisi’ vermek zorundaydılar. Toplumsal yaşamdaki statüleri Müslüman kulların gerisindeydi. Kadınların durumunu söylemeye gerek yok. Varlıklı olanlar, yönetenler, askere gitmesin diye çocuklarını medreseye yazdırıyorlardı. Bugün ülkenin evlatlarını savaşa sürenlerin çocuklarının askerlik sicili şüphesiz ‘tertemiz’dir.

Eskiden “cihada” katılma şerefinden uzak kalmak zorunda kalanlar “vakıflar” üzerinden yürüttükleri eğitim, sağlık, din hizmetleriyle bunu telafi ediyorlardı. Bugün devlet olanaklarıyla “vakıf” kurup kendini eğitime, topluma “vakfetmek” sanırım başka bir durum. Eskiden de devlet olanaklarıyla, toplumu soyarak zenginleşenler vergi yerine
“hayır” işleri ve zekat ile topluma borcunu ödüyor, vicdanını temizliyordu.

Osmanlının yönetenleri, düzenin musluğu tutanlar yüzyıllarca toplumu cahil bıraktı, koyu bir dini eğitime tabii tuttu. Kendi çocukları ise lalalarla büyüyüp, dünyevi eğitim aldı alafranga diller öğrendi. Bugün de kendi çocuklarını yurtdışında ya da özel okullarda okutanlar yoksul kesimlerin çocuklarına İmam Hatip Okullarını reva görüyorlar.
Devlet/Saray iktidarı kimseyle paylaşmazdı, ara tabakaları ve güç odaklarını ya yok eder ya da kendine bağlardı. Rant, mutlaka ve mutlaka “tepeye” gitmeliydi.

İstanbul’da tüm otopark mafyasını yok edip, otopark rantını “kamusallaştırmak” da elbette farklı bir durum. Ya da Ankara örneğindeki gibi “otoparkçı mültezimlerden” Osmanlı usulü peşin para alınarak sokaklar onlara bırakılması da başka bir durum.

Burada geçmişi tamamen “karanlık ve olumsuz “ olarak nitelendirerek, geçmişi tamamen “kayıp cennet” olarak sunanların anakronizmine düşmek istemiyorum.

Osmanlı’nın hükümran olduğu topraklar “Memalik i Osmaniye” diye adlandırılırdı. Yani ‘Osmanlı mülkleri’, ‘Osmanoğullarının mülkleri’. “Yeni Türkiye”yi acaba nasıl  adlandırmak gerekecek. Şimdi, seçim barajını düşürmeye çalışıyorlar. Osmanlı’da oyun bitmez!

Önceki ve Sonraki Yazılar