Hem tadında hem tuzunda bir tatil

Datça’yı yıllar önce görmüştüm. Marmaris’ten giden yolu çok dar ve virajlı olduğu için fazla kalabalık olmayan sakin ve güzel bir deniz kasabasıydı. Can Yücel hayattaydı, Aydın Çubukçu ile birlikte Can Abi’yi görmeye gitmiştik. Can ve Güler Yücel “Eski Datça” denilen denize biraz uzak bir köyde yaşıyorlardı. O günkü neşeli ve sanat dolu sohbet unutamadığım anılarım arasındadır. 

Silivri’den tahliye olduktan sonra, Belediye’nin düzenlediği  bir etkinlik sayesinde Datça’ya ikinci kez gittim.  Bu kez,  daha sonra sık görüşecek olduğumuz, başta ablamın Siyasal’dan sınıf arkadaşı İlhan Ersen ve eşi Ulya Hanım olmak üzere birçok dostla tanıştım. İki yıldır bizi sürekli davet ediyorlardı ama biz gitmeye bir türlü fırsat bulamamıştık. Nihayet Haziran ortasında gitmeye karar verdik.

Araştırmaya başladık. Mehmet Yaşin’in bir yazısının kupürünü saklamıştık:  “Bahar, Datça'ya çok yakışır. Ovabükü, Datça'nın en güzel koylarından biridir. İşte burada kumsalın hemen yanı başında, adı Poyraz olan küçücük bir lokanta vardır. Ercan Usta bu lokantanın her şeyidir. Ercan Usta'nın mezeleri doyumsuzdur. Tereyağında kızarmış sarmısaklı ahtapot insanın damağını bayram yerine çevirir. Yemeklere, Akdeniz'den kopup gelen rüzgârın iyot kokusu da eşlik edince insan kendinden geçer.” (Hürriyet, 9 Mart 2015).

Daha sonra Marmaris’te yaşayan, liseden bir sınıf arkadaşımı arayıp tavsiye sordum. “Gidersen Poyraz’a muhakkak uğra, kalmasan bile yemekleri nefistir. Biz oğlumun düğününü orada yapacağız” dedi, telefon numarası verdi. Hemen aradık, telefondaki Ercan, kırk yıllık dostmuşuz gibi konuşuyordu. Yazlıkları, kitapları ve dizüstü bilgisayarı toplayıp gittik.

Arabadan yorgun argın indiğimizde bir yeryüzü cennetiyle karşılaştık. Arkası ağaçlarla örülü bir dağ, önü masmavi berrak bir deniz, hafif serinletici bir poyraz, sessiz ve sakin küçük bir koy Ovabükü. En önemlisi de “televole sosyetesi” henüz buraya uğramamış. Bangır bangır ses kirliliği de yok, sadece henüz kirlenmemiş bir deniz ve kıyıya dizilmiş altı yedi küçük ve salaş pansiyon-restoran. Yerleştikten sonra çevreyi de gezdik, Hayıtbükü, Palamutbükü, Knidos. Ama hiçbirinde Ovabükü’nün özelliklerini bulamadık. 

Bir yerden dönenlere, “Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini” anlat derler ama ben hem gördüklerimi, hem de yediğimizi içtiğimizi anlatacağım. Poyraz Restoran ve pansiyon buranın yerlilerinden bir aile işletmesi. Başında ve mutfakta Ercan Şahin var. Kardeşi Eray mutfaktan hiç çıkmıyor. Eşleri Ömür Hanım ve Cemalifer Hanım pansiyonla ve çocuklarla ilgileniyorlar. Servisteki Osman, Çağlar, Ramazan ve genç Mert ortalıkta mekik dokuyorlar, plajdakilerin bile her isteğine koşuyorlar. Ercan’ın oğlu Emre Üniversite sınavlarına hazırlanıyor ama o da servise yardım ediyor. Mutfak yardımcıları genç Deniz ve genç Okan’ı da sayarsak toplam onbir kişi, belki elli kişi gibi iş çıkarıyorlar. Çünkü restoran sabah 9’dan akşam 24’e kadar tıklım tıklım dolu. Kahvaltıdaki günlük köy yumurtası, domates, biber, salatalık kendi arka bahçelerinden. Öğlenleri ev yemekleri de çıkıyor, hem de “yemede yanında yat” denilen türden yöresel lezzetler katılmış yemekler. Akşamları rezervasyonsuz giderseniz yer bulmak zor. Artık İstanbul’da bile bulunan mezeleri saymıyorum,  ama kapari salatasını, ot kavurmasını, ahtapot tavayı, karides güvecini, börekleri anlatmak mümkün değil. Mehmet Yaşin’in deyimiyle, “insanın damağını bayram yerine çeviriyor.” Gerisi malum, ama yine Poyraz lezzeti katılmış et veya balık. Tatlı çeşitlerine girmeyeyim, ama gelin tatlısının (şeftalili muhallebi) tadını başka yerde bulamazsınız.

Kısacası müthiş bir damak tadıyla birlikte onbeş gün çok sakin bir tatil geçirdik. Son yedi yazımı orada yazdım. Götürdüğüm altı kitaptan dördünü okuyup, hazırladığım kitap için notlar aldım. Hiç televizyon izlemedik, gazetelerin başlıklarına baktık, sadece Datçalılarla siyasi sohbetler yaptık.

Tatili bir kafa dinleme olarak düşünenlere öneririm.

Önceki ve Sonraki Yazılar