Merhaba proletarya!


1980'li yıllarda Türkiye'de sadece zorbalık yoktu. Büyük ideolojik saldırı yıllarıydı 80'ler. Yılgınlık romanları, yılgınlık filmleri sardı piyasayı. Hapisten çıkanlar artık reklamcı olan eski 'yoldaş'larının yepyeni hayatıyla karşılaşıyordu. Mücadele falan hak getire...
Sadece popüler alanda değildi bu saldırı. Misal, Andre Gorz'un 'Elveda Proletarya' kitabı 1986'da Türkçeye çevrildi ve patron medyasında, 'yenilik' meraklısı sol çevrelerde aniden cilalanıverdi. İşçi sınıfı bitmişti, tükenmişti. İşçi iktidarı kaçınılmaz olarak kapitalizmin benzerini yaratırdı. O halde işçi, sınıf olarak hareket etmektense, bireyselleşmeliydi...
Kitabın yayınlandığı yıl Netaş grevi işaret fişeği oldu. İşçiler 'bireyselleşme' yerine, diktatörlüğün kabuğunu çatlatmayı tercih ediyordu.
1987 bahar ayları öğrenci gençliğin büyük hareketlerine sahne oldu. Darbenin toplum üzerine attığı ölü toprağından kurtuluyorduk.
Filmler, romanlar ve üçüncü sınıf yılgınlık kitapları boca ediliyordu üzerimize hâlâ. 1988'de, dönemin parıldayan jöle kafası Ertuğrul Özkök 'Elveda Başkaldırı' diye bir kitap yazdı. Yeni bir 'elveda'mız olmuştu! Ertuğrul bey solculuktan istifa ediyordu! Gerçi Ertuğrul Özkök'ü bir 'solcu' olarak hatırlayan ya da ciddiye alan kimse yoktu ama onun 'one man show' dünyasında gerçekle kurgu pekala yanyana durabilirdi.
1989 baharında bu kez işçi sınıfı sokağa döküldü. Darbe atmosferi dağılıyordu. 1990'da Zonguldak ayağa kalktı ve madenciler onbinlerle yürümeye başladılar Ankara'ya. 'İşçi düşmanı şişman' olarak anılan Turgut Özal'ın keyfini kaçırdı işçi sınıfı...
Neoliberal planlar bir başka bahara kalmıştı...

***

Ne var ki, Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği'ndeki bürokratik rejimlerin dağılması, 1990'larda tüm dünyada bambaşka bir havanın esmesine yol açtı. Emperyalizmin ve patronların borazanları “Sosyalizm öldü!” korosu kuruvermişti hemen. Sadece onların gürültüsü duyuluyordu. Yaşanabilir bir dünya umudu, toplumsal kurtuluş umudu yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı.
Evet... Artık dünya nüfusunun önemli bir bölümü toplumsal bir kurtuluş gerçekleşebileceğine inanmıyordu. 'Tek hakim' kapitalizm ise 'bireysel kurtuluş' umudunu pompalıyordu. Köşe dönmecilik, arsızlık, hırsızlık utanç olmaktan çıkmaya, meziyet gibi görülmeye başladı. İnsani çürüme çağı başladı...
Ve hiç kuşkusuz, büyük yoksul yığınlar için 'köşe dönmek' hep bir hayal olarak kaldı. Yoksullar, sabahın alacasında çıktıkları evlerine gecenin karanlığında girerek ve köle gibi çalışarak ömür tüketmeye devam etti. Bu dünyada ne toplumsal, ne bireysel kurtuluş imkanı göremeyenler, “İnşallah öldükten sonra başka bir dünya vardır. Bu dünyada hep ağladık, orada güleriz” diye umut edip ibadete başladı. İnsani çürüme çağında üçkağıtçılığa din tacirliği eşlik ediyor, yoksul yığınları cübbeli hokkabazlar esir alıyordu...

***

Bu yanılsama kırılıyor artık. Bütün dünyada işçi sınıfı hareketlenmeye başladı. Toplumsal isyan, en güzel elbisesiyle, işçi tulumuyla sokaklarda salınıyor yine. Sanayi proletaryası, hakkında ne kadar teorik zırva üfürülürse üfürülsün, en ufak hareketinde ses getiriyor işte.
Patronlar, devlet, mafya-sendika panik içinde. El ele vermişler, tehdit ediyorlar, işçiye saldırıyorlar. Polis işçilerle dayanışmaya gidenlerin önünü kesiyor. Devlet, iktidar, kolluk kuvvetleri, hangi sınıfa hizmet ettiğini bir kez daha gösteriyor. Sermayenin diktatörlüğü yüzünü açık ediyor...

***

Ama hiç endişe etmeyin. Toplumun öncüsü sokaklara çıkmaya başladı artık. Bir selam çakın siz de onlara. “Merhaba proletarya!” deyin. Toplumsal kurtuluş umudunun taşıyıcısıdır onlar. Öncülerimizdir.
Ve etrafınızda ne kadar kuşkulu göz varsa, alın karşınıza, gerçekten anlatana kadar hep aynı şeyi söyleyin: “Patronlara karşı işçiler her zaman haklıdır!”

Önceki ve Sonraki Yazılar