Arcayürek, Johnson Mektubu ve gerçekler

Geçen hafta kaybettiğimiz Cüneyt Arcayürek kurt bir “Ankara gazetecisi”ydi. Uzun meslek hayatında pek çok başarı vardır. Ancak, ölümünden sonra yazılan yazılardan da anladığımız üzere, bunların en büyüğü, Türk-Amerikan ilişkilerini fena halde sarsan “Johnson mektubu”nu Hürriyet Gazatesi’nde yayınlamasıdır.

Arcayürek bu mektubu kendisine kimin sızdırdığını, benim bildiğim kadarıyla, hiçbir zaman açıklamadı. Tüm yaşadıklarını kitaplarında ayrıntılı olarak anlatan Arcayürek’in bu konuda da bir kitap yazmasını bekliyordum. Yazmadı.

1990’lı yılların sonunda Johnson Mektubu adlı kitabımın yeni baskısını hazırlarken Tuncay Özkan’la birlikte Ankara’daki evinde ziyaret ettik, mektubu ve etkilerini konuştuk. Uzun uzun anlattı ama kaynağı söylemedi. Gazetecilik sırrıdır diye , üstelemedik.

Süleyman Coşkun’un 2003 yılında çıkan Duayen Gazeteciler adlı kitabından öğrendiğimize göre Esin Demirbaş’ın “ABD Başkanı Johnson’un İnönü’ye yazdığı mektubu nasıl bir çalışma sonucu ele geçirdiniz?” sorusuna verdiği cevap şöyle olmuş:
“Bunu karıştırma, daha anlatmanın zamanı değil. Şimdi anlatmaya kalksam kaç adam rahatsız olur.”

Raha Muhtar, Arcayürek’in ölümünden sonra yazdığı yazıda, nice yıllar önce yanında çalıştığı Arcayürek’in kendisine mektubu o dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’den aldığını söylediğini yazdı.

Keşke şu soruyu da sormuş olsaydı:
“Peki, Başbakan Demirel’in haberi var mıydı?”

***

Çağlayangil gideli uzun yıllar oldu. Artık Demirel’e de sormayacağız. Arcayürek söylemek istemedi. Herhalde söz verdiği için söylemedi.

Kaynağını açıklamamak gazetecinin hakkıdır. Bazı ülkelerde bu durumda “sır”rı içeren bir belgenin, diyelim 50 yıl sonra açıklamasına karar verilir. Ki, gelecek kuşaklar doğrusunu bilsin.

Ben hep 1966 yılı Ocak ayında gerçekleşen sızdırmayı bizzat Demirel’in yaptığını düşünmüşümdür. Çağlayangil aracılığı ile iletilmiş olması bu teorimi bozmuyor. Zaten Çağlayangil bu kadar önemli bir belgeyi Başabakan’ına sormadan sızdıramazdı.

Böyle bir belge gazetecinin eline ulaştığında üç sorunun sorulması gerekir: 1) Belge sahici mi? 2) Niçin şimdi sızdırıldı? 3) Niçin bana sızdırıldı?

Olayın bağlamı, parmakları Demirel’e yöneltiyordu. 1965 sonları ve 1966 başlarında Başbakan Demirel, Kıbrıs konusundaki pasifliği nedeniyle eleştiriliyordu. 1964 Haziran tarihli bu şok edici mektupla gözler o dönemin Başbakan’ı İnönü’ye döndü: Bakın, Amerika’dan zılgıtı yiyince Kıbrıs’a çıkartma kararından nasıl vazgeçmişti! Ne hakla şimdiki hükümeti eleştiriyorlardı?

***

Son baskısı 2002’de yapılan Johnson Mektubu adlı kitabımda, mektubu sızdıran dışında tüm olguları açıklamıştım. Hayatta olmayan Johnson ve İnönü hariç tüm taraflarla konuşmuştum. Çok yönlü araştırmam sırasında fevkalade çarpıcı bir gerçekle karşılaşmıştım:
İnönü’nün suratına bir tokat gibi indiği söylenen mektubu aslında bizzat İnönü tahrik etmişti. Johnson’un “Yapmayın, adaya çıkmayın!” diye bir mektup yazması için kurnazca adımlar atmıştı. Ve Johnson, içine bir sürü patavatsızlıklar da koyarak, işte o mektubu yazmıştı.

Niçin mi böyle yapmıştı yılların dış politika ustası İnönü? Çünkü Türk ordusunun böyle bir operasyona hazır olmadığını biliyordu. Şileplerle yapılacak çıkartmanın ağır insan kaybına hatta yenilgiye yol açmasından çekiniyordu.

İçinden çıktığı ordunun saygınlığı söz konusuydu.

Savaşla oyun oynanmazdı!

***

Bugün de oynanmaz!

"Dün Nahit Duru'nun gazetemizde çıkan "Johnson'un mektubunun öyküsü" başlıklı yazısı Arcayürek'in mektubun içeriğini teyp makinesine gizlice kaydettiğini belirtiyor. Zor iş ama ilginç bilgi. Keşke Arcayürek ayrıntılarıyla anlatsaydı. Belki başka tanıklar da yazar ve tam gerçeği öğreniriz."

Önceki ve Sonraki Yazılar