Bir Cumhurbaşkanı... Bir öğretmen... Bir çocuk...

Son günlerde ne çok duyuyorum; ya herşeyi satıp yurt dışında yaşamaya hazırlanıyorlar, ya da evlatları yurt dışına kapağı atığ "kendisini kurtarsın" diye çabalıyorlar. Sayıları gittikçe artıyor. İmkanı olmayanlar bile en azından hayalini kuruyor.
Ve hatta.. Hatta.. İstanbul'da -tıpkı 6-7 Eylül olayları sonrasında olduğu gibi- İstanbul'dan kaçmaya hazır çok sayıda Rum aile olduğu.. Mülklerini yavaş yavaş elden çıkartmaya hazırlandıkları.. 2015 seçimleri sonrasında da kesin kararlarını verip harekete geçecekleri konuşuluyor.
Ciddiyet payı şudur, zaten sayıları şu kadardır.. Farkeder mi! Sizler de çevrenize kulak verin, insanların ne kadar karamsar olduğunu ve hep bir kaçıp gitme duygusuyla yaşadığını fark edeceksiniz.
Haksızlar mı?

*

BİR CUMHURBAŞKANI düşünün. Kendi dilinden utanacak. Kendi dilini hor görecek ve bunu da çıkıp açıkça söyleyecek. "Türkçe ile bilim ve felsefe yapılamaz" diyecek. Aynı kişi -dönemin başbakanı iken- "Türkçe ile bilim ve felsefe yapılamaz diyenler ırkçıdır" dediğini.. Hem de sadece iki yıl önce dediğini unutmuş olacak. İki yıl içinde bu kadar önemli bir konuda bu kadar keskin bir dönüş yapmış olmayı dert etmeyecek. Ve elbette bizlerin dert etmesini de muhtemelen lobilere. Münafıklığa falan bağlayacak. Başlayınca da şahsen veya toptan hakaret, yetmezse tehdit edecek.
BİR ÇOCUK çıkıp, söyledikleri ve yaptıklarıyla hayatları / memleketi altüst eden o kişiye "sarayda yaşadığı" için iki kelam edecek. Vay sen misin eden! Cumhurbaşkanı'nda hakaret ettiği ihbar edilecek. Polis dakika sektirmeden harekete geçecek. Çocuğun peşine düşecek. O saatte okulunda olduğu anlaşılınca sınıfı basılacak. Dersten alınıp götürülecek. Beş on dakika içinde de hakim karşısına çıkartılıp tutuklanacak. Kendisini hapishanede bulacak. Hem de sadece 16 yaşında olduğu halde.
BİR ÖĞRETMEN de, o çocuğun sınıftan alınmasına ses çıkartmayacak. Direnmeyecek. "Bu çocuk bana emanet. Okulda olduğu sürece benim sorumluluğumda. Ben varken bu çocuğu alıp götüremezsiniz. Onun yerine gerekirse beni alın.. Yoksa derhal sınıfımı terk edin.. Çıkıp gidin ki dersimize devam edebilelim" demeyecek. Diyemeyecek.
BİR POLİS bunu söyleyebilen.. Öğrencisine, ülkesine, mesleğine sahip çıkan öğretmenin üzerine yürüyecek. TOMA ile sarı sarı su sıkacak. Gaz bombaları fırlatacak. Kolunu burkup kelepçe takacak.
BİR CUMHURBAŞKANI Gezi'de en net haliyle gördüğümüz üzere, polise sahip çıkacak. Çocuklara öfke kusup polisini şefkatle kucaklayacak. Zaten "Gezi'de talimatı ben verdim, polis de destan yazdı" dediği, tarihin hafızasına kayıt düşülmüş olacak.
BİR BAŞBAKAN da bir Cumhurbaşkanı ne derse uygun bulup onaylayacak. 16 yaşındaki çocuğun tutuklanıp cezaevine gönderilmesi hakkındaki görüşü sorulduğunda şöyle bir cümle kurabilecek: 'Kim olursa olsun, cumhurbaşkanının makamına saygı göstermesi gerekir'.
*.     *.     *
Yıllar önce İtalya'ya ilk gidişimde duvarlarda "YAŞASIN FAŞİZM" sloganlarını görünce çok şaşırmıştım. Zira Faşizm, alçaklık / katillik/ pespayelik vs gibi anlamlar taşırdı. Faşistler bile "ben faşistim" demezdi. Bu, onlara karşısındakiler tarafından yakıştırılan bir sıfattı. Çok genç ve cahildim. O şaşkınlık sonrasında okudum ve öğrendim elbette. Ama itiraf edeyim, okuduklarım arasında, bugün yaşadıklarımız kadar saçma şeyler yoktu.
Durumumuz bugün yanlış / kutuplaştırıcı / vahim olmayı da geride bıraktı. Resmen SAÇMALIK AŞAMASI yaşıyoruz. 14 yaşında polis dileğiyle vurulup, 15 yaşında ölen Berk'in için söyledikleri, hangi aklın eseri olabilir ki zaten! Ya, başkent Ankara'nın belediye başkanı Melih Gökçek'in, Berk'in için verdiği mesaj! "Suç işleyecek kadar büyüdülerse ceza çekecek kadar büyümüşlerdir" sözleri! Insanlıktan vaz geçtik de... Hangi çağ? Hangi akıl? Hangi hukuk?
RTE'nin gerçek niyetini, gizli ajandasını biliyorduk elbette. Ama bir yandan uçuruma sürüklenirken bir yandan da bunca saçma şey yaşamak zorunda mıyız!
Şu çocukları rahat bırakın lütfen. Çocuklarımıza uğraşmayın. Onların üzerinden kime gözdağı vermek istiyorsanız sadece gelin, gerçek hedeflerinize ateş edin.

***

ÖCALAN İLE SON TANGO
RTE, hani şu "üst akıl" dediği odakların da bastırmasıyla Kürt sorununu çözmeye soyundu. Ancak proje "kendi projesi" değil. Neyi nasıl çözeceğini bilemediği için hatlar da sürekli karışıyor. "Hem çözüp kurtulayım hem de rantını yiyip iktidarı bir kez daha elde edeyim" diyor.
Kolay değil elbette. Çünkü kozları neredeyse tümüyle PKK'nın ve Öcalan'ın eline bıraktı.
Ne kadar sıkışık durumda olduğu, pazarlığı komik gizlilikle götürmeye çalışmasından anlaşılıyor. Eğer pazarlığın başlıkları ortaya çıkarsa, iktidarını kaybedebilr. Iktidarını kaybetmemek, tam aksine Anayasa değiştirecek çoğunluğu elde edebilmek için gizliliğe mahkum.
Ama nereye kadar.
2015 Haziran seçimleri, uzun bir dönem için son seçim. Dolayısıyla hayati derecede kritik. PKK ve Öcalan, bunun bilincinde, "ya seçime kadar istediklerimizi verirsiniz ya da Türkiye'yi size cehennem yaparız" diyor.
AKP kendilerini daha fazla oyalamasın diye, Murat Karayılan takvimi Kandil'den açıkladı. "Eğer iktidar mutabakata uyarsa, 15 Mart'ta silahların (bırakılmasını değil) susması sağlanır. 15 Nisan'da PKK Kongresi toplanır. Öcalan da o kongreye katılır" dedi.
Anlayacağınız, artık finale geldik.
Şimdi KADERLERİ BİRBİRİNE BAĞLANMIŞ bu iki kişi, tarihin en önemli kavşağında dans ediyor. Bu, son tango.
Sonrası... Sonrası, maalesef Türkiye için her seçenekte sıkıntı ve hatta kaos anlamına geliyor..
Bakalım önümüzdeki günler nelere tanık olacağız.. Kimbilir daha nasıl savrulmalar yaşayacağız..

***

VE BİR DOKTOR!
Onu da yazmadan, bu ülkenin resmini tamamlamış olmayız. Bu ülkenin cumhurbaşkanından öğretmenine, portreler geçit yaptı ya.. Yanlarına onun adını da yazalım.
Beyefendi, Prof. Tuncay Delibaşı ve adına, pek gösterişli ünvanlar eşlik ediyor.
Kendisindenen son, Yeni Şafak gazetesindeki bir haberle haberdar olduk, meğer beyefendi bir ara Fethullah Gülen'in doktoru olmuş. Muayene ve tedavi etmiş. Sonra da bugün çıkıp, Gülen'in hastalıklarını anlatıvermiş.
Nasıl yaa!!!!!!
Bir doktor, bırakın hastasına dair böyle bilgiler vermeyi, kimi zaman onun "hastası olup olmadığını" bile söylemez. Söyleyemez.
Ettiği yeminin bir yanı da bunu emreder.
Ama Prof. Delibaşı konuşmuş, anlatmış.
Çok yazık.
Bu ülkede siyasetçiden yargıya... Eğitimciden tıp insanına kimseye
güvenemeyecek miyiz?

***

NEYSE Kİ ÇARŞI VAR!
Bunca kirlilik arasında bir vaha, bir mutluluk karesi, bir çocuk gülümsemesi gibi..
Beşiktaş, Türkiye Kupası maçında, rakibi Adana Demirspor'un oyuncusu kırmızı kart görecekken hakeme itiraz etti. Yanlış kararı ve rakibinin 10 kişi kalmasını engelledi.
İyi ki böyle insanlar da var. Çarşı ruhuna sahip çıkan bir Beşiktaş var.

Önceki ve Sonraki Yazılar