Modernleşme ve beyaz adam ideolojisi

Bir siyasal proje olarak “Türk modernleşmesi” de denilen, ama tarihsel bakımdan Osmanlı-Türk aydınlanmasının ürünü olduğunu söyleyebileceğimiz Cumhuriyet’in başarılı olup olmadığı konusunu daha kapsamlı bir şekilde ve yeniden tartışmak gerekiyor.

Çünkü Türkiye gericiliği, Cumhuriyet'in tasfiye edilmesi ve bir ılımlı İslam rejiminin kurulması sürecinde ideolojik, felsefi ve tarihsel gerekçesini, Müslüman toplumlardaki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımına dayandırıyor.

Muhafazakâr tarih anlayışının temelini oluşturan bu yaklaşım, ABD ve Batı’da da büyük ölçüde benimsenmiş görünüyor. Dolayısıyla oryantalist bir tarih tezi de diyebileceğimiz, sömürgeciler tarafından geliştirilen bu anlayışı tartışmak, aslında ideolojik üretim yapan Batılı emperyalist odaklarla da tartışmak anlamına gelecektir.

Çünkü İslam dünyasının tarihine, coğrafyasına, kültürüne ve toplumsal dokusuna özgü, Batı’yla uyumlu yeni bir kalkınma ve uygarlık modelinin oluşturulması gerektiği uzunca süredir ABD’de tartışılıyor. Batılı stratejistler ve siyaset yapıcıları, Doğu’da Cumhuriyet devrimleri ve sosyalizm deneyimleriyle gelişen aydınlanma ve modernleşme süreçlerinin yarattığı bağımsızlıkçı anlayışı tasfiye etmek istiyorlar.

İşte ‘Ilımlı İslam’ kavramı ve bu kavrama uygun bir model ülke oluşturma stratejisi, bu fikri arka planın da ürünüydü. Model ülkenin Türkiye olabileceği düşünülüyordu. Ancak Türkiye için istenen, yeni bir Suudi rejimi değildi. Türkiye’yi İslam dünyasına daha da yakınlaştıracak, düşük yoğunluklu bir islamizasyon, söz konusu hedef için yeterli görülüyordu.

***

Türkiye’de rejimin çok partili ve seçimli bir ılımlı İslam Cumhuriyeti yönünde dönüştürülmesi projesinin tek bir koşulu vardı; Türkiye-ABD ilişkilerini bozmayacak nitelikte hükümetlerin işbaşına gelmesini sağlamak...


İşte AKP bu ihtiyacın ve konjonktürün (toplu durumun) ürünüydü. Amerikan dış politikasına yön veren ekip, laik ve Cumhuriyetçi Türkiye'nin İslam dünyasını etkileyemeyecek kadar bu dünyadan uzaklaştığını düşünüyordu. Dolayısıyla Müslüman toplumlara bir model oluşturabilmek için "İslam’la demokrasiyi birleştirecek" bir ılımlı rejim yaratmak gerektiği tezini sıkça işliyorlardı.

Yeni muhafazakârların (Neo-Cons) geliştirdiği bu tezi ve politikayı, daha sonra gelen yönetimler de benimsiyordu. Bu görüş Amerikan entelektüelleri ve politikacıları arasında çok yayılmış ve neredeyse resmi siyaset haline gelmişti.

Örneğin; New York Times Gazetesi’nin uzun süre Ankara merkezli olarak Ortadoğu temsilciliğini yapan Stephen Kinzer, “Ezber Bozmak” isimli kitabında, Türkiye’nin artık neden bir ılımlı İslam ülkesi olması gerektiğini şöyle anlatıyordu:
“Türkiye’nin modern tarihinin büyük bir bölümünde Müslüman dünya onu bir dönek olarak görmüştü. Atatürk’ün reformları Türkiye’yi İslam’ın o kadar uzağına taşımıştı ki dini meşruiyeti kaybolmuş gibi göründü. Bunun yanı sıra Washington’un uşağı gibi algılanmış ve birçok Müslümanın nefretle karşıladığı Amerikan politikalarını benimsiyor diye damgalanmıştı...

“Günümüzde bu itirazlar Türkiye için geçerliliğini yitirmiştir. Dindar Müslümanlar tarafından yönetilmektedir ve kendi dış politikası var. (…) Osmanlı geçmişi ona büyük bir tarihi ağırlık vermektedir. Sadece göreli refahından dolayı değil, ama aynı zamanda bu kadar özgür olmasından dolayı da cazip bir modeldir.” (Stephen Kinzer, Ezber Bozmak / Türkiye İran ve Amerika’nın Geleceği, İletişim Yayınları, Mart 2011, S. 217)

Kinzer gibi gazeteci ve siyaset yapıcılarının yaklaşımına göre; İslam dünyasına model olacak ve bu dünyaya liderlik yapacak, “Dindar Müslümanların yönettiği” bir Türkiye, Batı’nın çıkarlarını tehdit eden radikal İslam’a karşı da etkili bir seçenek oluşturacaktır.

--------
* Bazen güncel gelişmelerin ve hızlı değişen siyasal gündemin biraz dışına çıkarak, Türkiye’nin bugün yaşadığı çok katlı ve çok yönlü derin krizin kaynaklarına inmek ve asıl sorunu tartışmak gerekiyor. Bu nedenle, 9 Aralık 2012 tarihli, fakat alabildiğine güncel olduğunu düşündüğüm bu yazımı sizlerle yeniden paylaşmayı gerekli gördüm. İyi bir hafta sonu diliyorum.

Uygarlık ihracı yalanı


Amerika’da iktidarların ve Neo-Con’ların Ortadoğu ve İslam dünyasına ilişkin tartışmasız başvuru makamı olan Prof. Dr. Bernard Levis şöyle yazıyor:
“Neredeyse bütün İslam dünyası yoksulluk ve zulüm koşullarında yaşıyor. Bu sorunların ikisi de, dikkatleri özellikle başka yerlere çekmek isteyenler tarafından ABD’ye fatura ediliyor. (…) Müslüman dünyada sadece Batı’yla değil, Doğu Asya’nın hızla gelişen ekonomileriyle de kıyasla, giderek iflas eden ekonomik durum bu hayal kırıklığını körüklüyor. (…) Daha kötüsü Arap ülkeleri, Batı türü modernleşme kervanına daha geç bir tarihte katılan Kore, Tayvan ve Singapur gibi ülkelerin de gerisinde kalıyor.” (Bernard Lewis, İslam’ın Krizi, Literatür Yayınları, S. 101-102)

Durum böyle olunca, ABD dış politikasına yön veren ideologlara ve politikacılara göre, Müslüman toplumlar modern ve laik bir ülke olma hedefini bir yana bırakmalıdır. Doğuda (Müslüman-Arap dünyasında) ancak yumuşatılmış, radikalizm ve Batı düşmanlığından arındırılmış, iktidarların seçimle gelip gittiği bir İslam rejimi kurulabilir, daha fazlası değil.

Ancak bu politikanın başarılı olduğunu gösterecek somut bir modele ihtiyaç vardı. En uygun ülke olarak görülen Türkiye’nin model oluşturması, Müslüman ülkelerden uzaklaşması nedeniyle zordu. Bu nedenle Türkiye’nin “dindar müslümanlar” tarafından yönetilmesi ve daha İslami bir karakter kazanması gerekliydi.

Bu yaklaşıma göre, demokrasi ve laiklik Batı kültürünün ürünüdür. Dolayısıyla bu uygarlığı diğer toplumlara (özellikle Doğu’ya) Batılı ‘beyaz adam’ götürecektir. Bu büyük yalan yüzyıllardır sömürgeciliğin gerekçesini oluşturdu. BOP da tam olarak bu anlama gelmektedir.

Anlayacağınız, Soğuk Savaş döneminde NATO’nun “Yeşil Kuşak” stratejisinin kurbanı olan Türkiye, 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde de ılımlı İslam stratejisi için harcanmış görünüyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar