Muhafazakâr ve dinci

Muhafazakârlık özü itibarıyla, dünyada Fransız Devrimi’ni, Türkiye’de ise Osmanlı-Cumhuriyet aydınlanmasını yaratan akılcılığa ve moderniteye karşı bir tepkidir. Kavram, “muhafaza etmek” yani “korumak” kökünden gelir.

Siyasal literatüründe muhafazakârlık, aslında bütünüyle eski düzen savunusu değildir. Radikal dönüşüme karşıdır. Tarihin akışına devrimci müdahalelere karşı çıkar. Tedrici bir değişimden yanadır.

Klasik muhafazakârlık, aydınlanma ve modernleşmeye kuşkuyla bakan tutucu taşranın politik eğilimidir.

Değişimin kaçınılmazlığı karşısında duyulan bir çaresizlik halidir. Eksi olanın, çağını kapatanın iç çekişidir.

Başka bir açıdan bakıldığında, değişimin kaçınılmazlığını görmek ve fakat onun hızına ve kapsamına itiraz etmektir.

Bu anlamda muhafazakârlığı, devrimci ve radikal değişime ya da sadece değişime yönelttiği itiraz yoluyla yeni olanın kendisini denetim altına alma çabası olarak tanımlamak da mümkündür.

Muhafazakârlık, dincilik değildir. Örneğin, Türkiye’de islamcılık ile muhafazakârlık ortak ve kesişen alanlara sahip olsa da bir ve aynı şey olmaktan uzaktır.

Öte yandan siyasal islamcılık ya da aynı anlama gelmek üzere mezhepçilik bir Ortaçağ ideolojisidir. Akıl, bilim, aydınlanma ve modernitenin kesin ve kategorik olarak reddine dayanır. Dincilik, bilimi değil teknolojiyi benimser.

Esir aldıkları kadınları cariye yapan ya da Musul’da kurdukları pazarda, 1500 yıl önce olduğu gibi açık artırmayla satan IŞİD militanlarının, ileri teknoloji ürünü silahları kullanması böyle bir durumdur.

Muhafazakârlar hiçbir zaman tarihi ve toplumları değiştiremez. Gerçek anlamda hiçbir değişime öncülük edemezler. Dincilik ise zaten değişime karşı olmaktır.

Örneğin Süleyman Demirel muhafazakâr, Tayyip Erdoğan ise siyasal islamcıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar