Süleyman Karan

Süleyman Karan

Muhalif bir ruh hali olarak 'küskünlük'!

Son 12 yıldır, sadece 7 Haziran seçimleri hariç, her seçimin arifesinde, hemen hemen aynı tepkiyi, hemen hemen aynı sosyokültürel gruptan alır olduk. Onlar aynı sözcükleri, yine hemen hemen birebir tekrarlamaktan bıkmadılar, geri kalan herkes duymaktan bıkmış olsa da...

Sanki Pinochet’nin Şilisi
İşin ilginç yanı, toplumsal, politik ya da kültürel sebeplerle küsenler, genelde önce ülkeyi terk eder, sonra gerekçelerini sıralar. Yani normal her insan gibi... Bunun bir sebebi de içlerinde bir burukluk, bir yenilmişlik hali olmasıdır. Söz gelimi Arjantin’deki Videla cuntasından, Şili’deki Pinochet cuntasından, işkenceden kurtulmak ya da örgütsel kararlar doğrultusunda ülkeyi terk edenler gibi... Bir utanç, bir hüzün taşırlar kalplerinde ve en kısa sürede ülkeye geri dönüp, demokrasi mücadelesine katılma hayalleriyle yaşarlar. Örnek verdiğim ülkelerde, stadyumlarda toplu işkence yapıldığını, işkencede ölenlerin askeri uçaklara yüklenip bedenlerinin okyanusa atıldığını hatırlatmakta tabii ki fayda var. Yani faşizmin katliamından kaçanlar burada sözünü ettiklerim.

Gelelim güzelim ülkemizin, kendini nedense ‘beyaz’ olarak tarif eden, yine kendisini nedense bir hakkı yenmiş dâhi, dünyanın en güzeli, en akıllısı, en maharetlisi, en derin düşünce sahibi gibi hisseden, vasat ama ‘muhalif’ yarı aydınlarına (bu yarı aydın sözü lafın gelişi, zira pek öyle bir halleri de yoktur)... Sorduğunuzda, her nasıl oluyorsa hepsi yedi göbek İstanbullu, aristokrat bir aileden gelmedir. Allame-i cihan gibi her konuda ‘derin’ fikirleri vardır, sanatçı ruhludurlar ama mesela Albert Camus’yü methederken, ‘Kamus’ diye telaffuz ederler! Vasat firmalarda orta alt kademe yöneticiyle işsiz arasında geniş bir segmentte, iş ‘başarıları’ndan söz etmek vazgeçilmez hobileridir. Ve hiçbir zaman firma yönetimi tarafından ‘hak ettikleri’ değeri görmediklerini, yöneticilerin aptal ve kötücül olduklarını dile getirmek, en sevdikleri sohbettir. Bu arada dandik bir üniversiteden mezun olmuşlar, performans kriterleri dipte, IQ vasat, EQ dipteymiş, ne önemi var!

Sen neymişsin be abi!
Onlara göre sosyalistler aptal, sosyaldemokratlar beceriksiz, liberaller ‘güvenilmez ve ikbal peşinde koşan’, geleneksel muhafazakarlar ‘maraba’, mütedeyyinler ‘ürkütücü’, milliyetçiler ‘potansiyel faşist’tir. Yani aslına bakarsanız, kendileri dışında herkes defoludur. Onlar güzel diğerleri çirkin, onlar gurme diğerleri obur, onlar duygusal diğerleri küt, onlar akıllı herkes aptaldır!
İşte bu kendinden menkul ‘beyaz’, hatta zorlasanız ‘mavi kan’ bu anlaşılmamış insan cevherleri, 1 Kasım saat 17.30 itibarıyla dünyaya ‘Türkiye’yi terk edeceklerini’ duyurma yarışına giriştiler. Yılmaz Odabaşı gibi zaten anında çekip gidenleri ve dobra dobra bunu ilan edenleri bir kenara koyuyorum, en azından adam dediğini yapabilmiş olduğu için, ama tabii ki hiçbir şekilde bundan ‘aydın onuru’ falan çıkmadığının kalınca altını çizerek...

Yan çizmek için sanat!
Şimdi bir bakalım bu halkına, yurduna küskünlerin, beş gündür sosyal medyada, kafede, işte, her yerde kullandıkları, argümanlara ve de söyleme... Üç örnek vereceğim çok uzatmadan... “Bu halk için kendimi tehlikeye atamam... Artık para kazanmaya, sanatla ilgilenmeye, hobi edinmeye çalışacağım”... Soruyu soralım, bugüne kadar da bunu yapabilirdin, niye yapmadın?.. Kaldı ki, halk seni kurtarıcı mı seçti? Özgürlük ve demokrasi bireysel bir ihtiyacın değil mi? “Bu ülkede bizim gibi insanlara yer yok! Kaba, duyarsız, çıkarcı bir millet bu. Beni hak etmiyor, Avrupa'ya yerleşeceğim” E peki daha beş ay önce 7 Haziran akşamında halk ince, akıllıydı ve yurduna sahip çıkıyordu şimdi ne oldu? Beş ayda mı bu oldu? Her seçime göre halk birden niteliklerini mi değiştirir? Hem sanki Avrupa bir davet göndermiş de, LCV yaptırıyor! “Ben kişisel becerilerimle bu ülkeye katkı yaparım. Mesela işime daha fazla yoğunlaşırım. Sanat yaparım, bilim yaparım, yazı yazarım, milleti aydınlatırım”... Oldu tabii hepimiz Einstein, Picasso, Hawking'iz!.. Siyaset siyasettir, sanat sanat, iş iş... Hiç siz bir bienalle demokratik kazanımlar elde denildiğini duydunuz mu, ya da hani bir yazıyla... Tarih ve siyaset mantıkla işler, bırakın duygu yüklü paylaşımları da, bu ülkede demokrasi mücadelesine odaklanalım.

Eğri oturmadan doğru konuşmak!
Siyasetin beklendiği gibi sonuçlanmadığı ya da beklentilerin hayatla örtüşmediği dönemlerde, böyle bir düşüş yaşanabilir. Bu gayet normal ve herkes için geçerli bir ruh halidir de, mesele tabii ki hatalardan ders çıkartmak ve tekrar 'doğru', 'iyi' ve 'güzel'iniz, yani hayata ilişkin politik, ahlaki ve estetik konumlanışınız perspektifinde yola devam etmek değil midir?

Bırakın ağlanmayı, sövmeyi, dövünmeyi, bu kadar sorun varken hala burnu büyük davranmayı da, 'yurtsever' olmayı deneyin. Emin olun, 'yurtsöver' olmaktan çok daha evladır! Size de faydası yok, hiç kimseye de... Zaten Norveç, ABD, Fransa, Almanya da kucağını açmış sizi beklemiyor. Öyle Gezi'yi garden party sanıp, selfie çekerken 'cheese' demek düzeyindeki İngilizce ile zaten kabul etseler de işiniz zor.

Önceki ve Sonraki Yazılar